MAVERA-Sufi Muhabbet Mesaj Detayi Antoloji.com

Gönderen: Adem Kılıç
Alan:   Grup:MAVERA-Sufi Muhabbet
Tarih: 19.09.2012 02:55
Konu: Yn: Yn: [mavera-sufi-muh..]

Hz. Peygamberimizin (s.a.v.) temiz ve pak dilinden dualar
Allah’ım!
Beni bağışla, bana hidayet nasip eyle, bana rızık ver, beni âfiyette daim eyle ve bana merhamet et.
(Müslim, Zikir ve Dua, 35)
Allah namına ver, Allah namına al,
Allah namına başla, Allah namına işle,
vesselâm.
Bediüzzaman
Nihayetsiz cinayet nihayetsiz azâbı ister

Demek, Hazret-i Âdem'in Cennetten ihracı ayn-ı hikmet ve mahz-ı rahmet olduğu gibi, küffârın da Cehenneme ithalleri haktır ve adalettir. Onuncu Sözün Üçüncü İşaretinde denildiği gibi, çendan kâfir az bir ömürde bir günah işlemiş; fakat o günah içinde nihayetsiz bir cinayet var. Çünkü, küfür, bütün kâinatı tahkirdir, kıymetlerini tenzil etmektir ve bütün masnuatın vahdaniyete şehadetlerini tekzibtir ve mevcudat aynalarında cilveleri görünen esmâ-i İlâhiyeyi tezyiftir. Onun için, mevcudatın hakkını kâfirden almak üzere, mevcudatın Sultanı olan Kahhâr-ı Zülcelâlin, kâfirleri ebedî Cehenneme atması ayn-ı hak ve adalettir. Çünkü nihayetsiz cinayet nihayetsiz azâbı ister.

Lügatçe;
ayn-ı hikmet: Her yöüyle faydalı ve gayeli olmanın tâ kendisi-mahz-ı rahmet: Rahmetin tâ kendisi-çendan: Gerçi, her ne kadar-tahkir: Hakaret etme, aşağılamak-tenzil: Kıymetten düşürme, hiçe indirme-masnuat: Sanatla yapılmış olan eserler, varlıklar-vahdaniyet: Allah`ın bütün isim ve sıfatlarıyla bütün varlıklarda birden tecellî etmesi-tekzib: Yalanlamak, bir işe inanmayıp inkâr etmek-tezyif: Çürütme, küçük düşürme, küçük görme, alaya alma.
Ahirzaman hadiselerine işaret eden bazı hadislerin tevilleri

Reisicumhura gönderilen istidanın zeylidir ki, mecbur oldum yazmaya.

Bana hücum eden garazkârların en esaslı sebebi, Mustafa Kemal in dostluğu ve tarafgirliği vesilesiyle beni eziyorlar. Ben de o garazkârlara derim ki:

Ölmüş gitmiş ve dünyadan ve hükumetten alakası kesilmiş bir adam hakkında otuz sene evvel bir hadis-i şerifin ihbarıyla Kur'ân a zararlı öyle bir adam çıkacak dediğimi ve sonra Mustafa Kemal o adam olduğunu zaman gösterdi.

Ben de beş yüz seneden beri kahramanlığıyla ve hakperestliğiyle dünyaya meydan okuyan kahraman bir ordunun şerefini ve zaferini hilaf-ı hakikat olarak M. Kemal e vermediğim için, garazkar dostları, beni yirmi senedir bahanelerle tazip ediyorlar.

Evet, mahkemede ispat ettiğim gibi, 'Şerefler, müsbet hayırlar, maddi-manevi ganimetler orduya, cemaate verilir, tevzi edilir; kusurlar, menfi icraatlar başa, reise verilir' diye bir kaide-i hakikatle, 'Kahraman ordunun ve bilfiil asker ve asker başında çalışan cesur zabitlerin zaferleri ve şerefleri Mustafa Kemal e verilmez; belki kusurlar, hatalar yalnız ona verilir' diye, beni onu sevmemekle itham edenleri, kahraman orduyu sevmemekle ve şereflerini kırmakla itham edip, onlara hain-i millet nazarıyla bakıyorum. Bu hakikati mahkemede ispat ettiğim gibi, onun muannid dostlarına da ispat etmeye hazırım. Ben, bu mübarek milletin bahadır ordusunun milyonlar efradı ve zabitlerini severim; hürmetlerini, haysiyetlerini elimden geldiği kadar muhafaza ediyorum. Benim karşımdaki garâzkar muarızlarım, birtek adamı sevmek yolunda milyonlar efrada manen ihanet, belki adavet ediyorlar.

Evet, çok emarelerle bildik ki, bana hücum edenleri tahrik eden, Mustafa Kemal e itirazımdır ve ona dost olmadığımdır. Başka sebepler bahanedir. Bunun için mecbur oldum ki, o muarızlarıma derim:
O, beni taltif etmek ve bütün vilayat-ı şarkıyeye vaiz-i umumi yapmak için, Ankara ya istedi. Ben oraya gittim. Bu gelen üç madde, beni, onun dostluğundan vazgeçirdi. Yirmi sene inzivada azap çektim, dünyalarına karışmadım.
(Devam edecek)

Lügatçe;
Reisicumhur: Cumhurbaşkanı- istida: Dilekçe-zeyl: Ek, ilâve-garazkâr: Kin güden, kötü niyetli kimse-hilaf-ı hakikat: Gerçeğe zıt-kaide-i hakikat: Gerçek bir kaide, prensip-zabit: Subay-hain-i millet: millet haini, düşmanı-adavet: Düşmanlık-taltif: İltifat etmek. Gönül almak-vilayat-ı şarkıye: Doğu vilâyetleri-inziva: Yalnız başına bir yere çekilip, dünya işleriyle uğraşmamak.
Bilgili İnsan Kibirli Olmaz
İnsanlar Başaklara Benzer; İçleri Boşken Başları Havadadır, Doldukça Eğilirler
Kendisini Allah’ın hayatta tuttuğunun, O’nun nimetlendirdiğinin, dilerse tüm verdiklerini geri alabileceğinin ve Rabb’i karşısındaki aczinin bilincinde değilse insan, kibir içinde yaşar. Kendine benlik verir, kendini herkesten daha fazla sever; çıkarıyla ters düşen her şeyde, bencil istek ve tutkularını önde tutar.Tüm duygularının üstündeki büyüklük duygusu vefayı, şefkat, merhamet ve koruma duygularını yok eder. Gerektiğinde insan yalan da söyler; anlamsız, boş ve hikmetsiz konuşur. Kalbinde gerçek sevgi olmaz; kalbi Allah aşkıyla dolu insanda ise kibir olmaz. Allah’ın sonsuz gücünün bilincindeki insan, kibirlenmeye güç yetiremez. İnsan hem aczini bilip aynı zamanda da büyüklenemez.
İçinde büyüklük duygusu taşıyan kişi, ilgi hep üzerinde olsun ister. Mal, mülkte, servet ve çocuklarda çoğalma tutkusu da bu nedenledir. Çoklukla övünür, gösteriş yapar, insanlara ve çevresine hakim olmak ister. Gözünde büyüttüğü, gururlandığı zenginlik, güzellik, makam, kariyer, mal ve çocuklar gibi konuları özellikle sıkça gündeme getirip övgüleri toplamaya çalışır.
Oysa insan tüm bunlara, Allah’ın belirlediği kader doğrultusunda sahip olur. Her şey ona bir imtihan konusu olarak verildiği halde gurura kapılır, haksız yere büyüklenir.
Diğer yandan en doğruyu, en uygun olanı o bilir. Hep kendi istekleri, kendi dediği kabul edilsin ister; hiçbir zaman alttan alamaz. Hoşgörülü, sabırlı, affedici, uzlaşmacı bir karakter gösteremez. Ödün vermez; inatçı, dik başlı bir tavır gösterir. Kısacası zor insandır. Onunla sevgiyi, dostluğu, güzelliği yaşamak zordur.
Kibirli insan hep nefsini gözettiği halde gerçek mutluluk ve huzuru da bulamaz. Sahip olduklarıyla kibirlenirken, yitirme olasılığının verdiği korku ve tedirginliği yaşar. Sahip olamadıkları yüzünden ise eziklik hisseder; her durumda mutsuzdur. Oysa insanın nimetlerinin artırılması ya da eksiltilmesi, kendisindeki bir özellikten kaynaklanmaz. Allah, verdikleri ya da vermedikleriyle kulunu dener. Önemli olan dünyevi meta değil, insanın ruhu ve Allah’a olan yakınlığıdır…
İnsan ruhundaki anarşiyi Allah sevgisi ve Allah korkusu önler. Allah’a aşkla bağlı insan, O’nun buyruklarına çok titiz olur, en çok O’nu sever ve en çok O’na saygı duyar. Kalbindeki derin Allah aşkı ve korkusu nedeniyle içi içine sığmaz. Güzel ahlâka, nimet ve güzelliklere kavuşmuş olmanın verdiği mutlulukları yaşar. En önemlisi ise Allah’ın sonsuz gücünün kontrolünde olmanın, O’na yakın olmanın mutluluğudur.
İnsan, eski bütün alışkanlıklarını; kibir, şüphecilik, dünya hırsı, çıkarcılık gibi nefsani duygularını bırakmalı, Allah’a saf ve temiz olarak, tam bir teslimiyetle teslim olmalı. Sonsuz mutluluğa kavuşmak için insan yalnızca nefsinden vazgeçmeli, kenara koymalı.
“İnsanlar başaklara benzerler, içleri boşken başları havadadır, doldukça eğilirler.” der Montaigne. Yaşanması gereken yüzeysel bir iman değildir. Yıkılmayan, gerçek ve derin bir iman en büyük nimettir. Samimi insan ruhunu besleyip derinleştirdikçe, Allah’ın sonsuz kudretini ve kendi aczini kavrar. Boyun büker, Rabb’ine teslim olur, O’na kul olur. Bu derin imana sahip insan, büyük bir güce sahiptir. Gerçek anlamda onur ve üstünlük budur…