MAVERA-Sufi Muhabbet Mesaj Detayi Antoloji.com

Gönderen: Adem Kılıç
Alan:   Grup:MAVERA-Sufi Muhabbet
Tarih: 18.09.2012 01:10
Konu: Yn: Yn: [mavera-sufi-muh..]

Hz. Peygamberimizin (s.a.v.) temiz ve pak dilinden dualar
Ey Allah’ım!
Ey Rabbimiz! Bize dünyada iyilik, güzellik ve nimet ver, ahirette de iyilik, güzellik ve nimet ver ve bizi ateş azabından koru.”
(Buhârî, De’avât, 55)
Allah’ım!
Senden hidayet, takva, iffet ve gönül zenginliği istiyorum.
(Müslim, Dua, 72)
En hayırlı genç odur ki; ihtiyar gibi ölümü düşünüp ahiretine çalışarak,
gençlik hevesatına esir olmayıp gaflette boğulmayandır.
Ve ihtiyarlarınızın en kötüsü odur ki; gaflette ve hevesatta gençlere benzemek ister;
çocukçasına hevesat-ı nefsaniyeye tabi olur.
Bediüzzaman
İnsanın yüksek kabiliyetleri ortaya çıkıp gelişsin diye dünyaya gönderildi

Sual: Hazret-i Âdem'in (a.s.) Cennetten ihracı ve bir kısım benîâdem'in Cehenneme ithali ne hikmete mebnidir?
Elcevap: Hikmeti, tavziftir. Öyle bir vazife ile memur edilerek gönderilmiştir ki, bütün terakkiyât-ı mâneviye-i beşeriyenin ve bütün istidâdât-ı beşeriyenin inkişaf ve inbisatları ve mahiyet-i insaniyenin bütün esmâ-i İlâhiyeye bir âyine-i câmia olması, o vazifenin netâicindendir. Eğer Hazret-i Âdem Cennette kalsaydı, melek gibi makamı sabit kalırdı; istidâdât-ı beşeriye inkişaf etmezdi. Halbuki, yeknesak makam sahibi olan melâikeler çoktur; o tarz ubudiyet için insana ihtiyaç yok. Belki hikmet-i İlâhiye, nihayetsiz makamâtı kat edecek olan insanın istidadına muvafık bir dâr-ı teklifi iktiza ettiği için, melâikelerin aksine olarak, muktezâ-yı fıtratları olan malûm günahla Cennetten ihraç edildi.
Lügatçe;
mebni: Bina edilmiş, dayandırılmış-tavzif: Görevlendirme, vazifelendirme-terakkiyât-ı mâneviye-i beşeriye: İnsanların mânevî ilerlemeleri-istidâdât-ı beşeriye: İnsanî kabiliyetler, yetenekler-inkişaf: Gelişme, keşfetme, meydana çıkma-inbisat: Genişleme, yayılma-âyine-i câmia: Kapsayıcı mahiyetteki ayna.Bütün eşyada görünen Îlahî isimleri bir anda kendisinde gösterebilen insan-makamât: Makamlar, dereceler-dâr-ı teklif: Allah`ın teklif ve emirleri ile vazifeli olunan yer, dünya.

Münâcât

Ey Fâtır-ı Kàdir [ey her şeye güyeten yaratıcı], ey Fettâh-ı Allâm [herşeyi en ince ayrıntılarına varıncaya kadar bilen ve her şeye ayrı ayrı sûretler veren; ], ey Fa’âl-i Hallâk [herşeyi devamlı olarak yaratan, dilediğini dilediği gibi yapan Allah ],
Nasıl arz [yeryüzü] bütün sekenesiyle[üzerindekileriyle] Hâlıkının [yaratıcısının] Vâcibü’l-Vücud [varlığı zorunlu olan, var olmak için hiçbir sebebe ihtiyacı bulunmayan Allah] olduğuna şehadet eder. Öyle de, Senin—ey Vâhid-i Ehad[Bir olan ve birliği herbir şeyde tecelli eden Allah], ey Hannân-ı Mennân [Merhamet ve ihsanı bol olan], ey Vehhâb-ı Rezzâk [Karşılıksız olarak mülkünü başkasına çok çok bağışlayan ve rızık veren]—vahdetine [birliğine] ve ehadiyetine [birliğinin her bir şeyde tecelli etğine], yüzündeki sikkesiyle [mührüyle] ve sekenesinin[üzerindekilerinin] yüzlerindeki sikkeleriyle [taklit edilmez alâmetiyle] ve birlik ve beraberlik ve birbiri içine girmek ve birbirine yardım etmek ve onlara bakan rububiyet [Cenâb-ı Allah'ın her zaman, her yerde, her mahluka muhtaç olduğu şeyleri vermesi, terbiye, tedbir ve mâlikiyetini bildiren ] isimlerinin ve fiillerinin bir olmak cihetinde, bedahet [ispata ihtiyaç olmayacak derecede açıklık] derecesinde, Senin vahdetine[birliğine] ve ehadiyetine [birliğinin her bir şeyde tecelli ettiğine] şehadet [şahitlik], belki mevcudat [yaratılmışlar] adedince şehadetler [şahitlikler] eder.
Hem nasıl, zemin[yeryüzü] bir ordugâh, bir meşher [teşhir yeri(vitrin) ], bir talimgâh [eğitim, öğrenme yeri] vaziyetiyle [durumuyla] ve nebatat [bikiler] ve hayvanât [hayvanlar] fırkalarında bulunan dört yüz bin muhtelif milletlerin ayrı ayrı cihazatları muntazaman[düzenli olarak] verilmesiyle, Senin rububiyetinin [Allah'ın her zaman, her yerde, her mahluka muhtaç olduğu şeyleri vermesi, terbiye, tedbir ve mâlikiyeti ve besleyiciliğinin] haşmetine [ihtişamına] ve kudretinin[gücünün] herşeye yetişmesine delâlet eder. Öyle de, hadsiz [sınırsız] bütün zîhayatın [canlıların] ayrı ayrı rızıkları, vakti vaktine, kuru ve basit bir topraktan, rahîmâne [merhamet ederek], kerîmâne [cömertce] verilmesi ve hadsiz o efradın [fertlerin] kemâl-i musahhariyetle [son derece bir teslimiyetle emre boyun eğme] evâmir-i Rabbâniyeye [rabbani emirlere] itaatleri [tabi olmaları], rahmetinin herşeye şümulünü [kapladığını] ve hâkimiyetinin [hükmünün ve egemenliğinin] herşeye ihatasını [içine aldığını] gösteriyor.
Hem zeminde değişmekte bulunan mahlûkat[yaratılmışlar] kàfilelerinin [topluluklarının] sevk ve idareleri, mevt [ölüm] ve hayat münavebeleri [değişimleri] ve hayvan ve nebatatın [bitkilerin] idare ve tedbirleri [ihtiyaclarının karşılanması] dahi, herşeye taallûk eden[ulaşan] bir ilimle ve herşeyde hükmeden nihayetsiz bir hikmetle olabilmesi, senin ihata-i ilmine [ilminin her şeyi kuşatmasına] ve hikmetine delâlet eder.
Hem zeminde kısa bir zamanda hadsiz [sınırsız] vazifeler gören ve hadsiz bir zaman yaşayacak gibi istidat [kabiliyet] ve mânevî cihazatla [cihazlarla] techiz edilen [donatılan] ve zemin mevcudatına [varlıklarına] tasarruf eden[kullanan] insan için, bu talimgâh-ı dünyada[eğitim öğretim ve imtihan yeri olan dünyada] ve bu muvakkat [geçici] ordugâh-ı zeminde ve bu muvakkat [geçici] meşherde[sergi salonunda] bu kadar ehemmiyet, bu hadsiz masraf, bu nihayetsiz [sınırsız] tecelliyat-ı rububiyet [Allah'ın her zaman, her yerde, her mahluka muhtaç olduğu şeyleri vermesi, terbiye, tedbir ve mâlikiyeti ve besleyiciliğnin tecellileri], bu hadsiz hitabât-ı Sübhâniye [Allah'a mahsus,sınırsız hitabet] ve bu gayetsiz [sonsuz] ihsanat-ı İlâhiye [ilahi ihsanlar], elbette ve herhalde, bu kısacık ve hüzünlü ömre ve bu karışık kederli hayata, bu belâlı ve fâni dünyaya sığışmaz. Belki, ancak başka ve ebedî [sonsuz] bir ömür ve bâki [devamlı] bir dâr-ı saadet [saadet yeri] için olabildiği cihetinden, âlem-i bekàda [ebediyet aleminde] bulunan ihsânat-ı uhreviyeye[uhrevi ikramlara] işaret, belki şehadet eder.