MAVERA-Sufi Muhabbet Mesaj Detayi Antoloji.com

Gönderen: Adem Kılıç
Alan:   Grup:MAVERA-Sufi Muhabbet
Tarih: 16.09.2012 00:36
Konu: Yn: Yn: [mavera-sufi-muh..]

Hz. Peygamberimizin (s.a.v.) temiz ve pak dilinden dualar
Allah'ım!
Huşu duymayan kalpten,
Kabul edilmeyen duadan,
Doymayan nefisten,
Ve yararsız ilimden Sana sığınırım.
Bu dört durumdan Sana sığınırım.
(Tirmizi, 5/519; Ebu Davud, 2/92; Sahihu Cami 1/410; Sahihu Nesei, 3/1113)
Üstadımızın Daimi Münacatlarından Biri: Münacat-ı Geylanî
İlâhî!
Günahlar beni lâl etti. İsyanımın çokluğu yüzünden mahcubum. Gafletin şiddeti ise sesimi kıstı. İşte, ben de, rasulüm ve şefaatçim hz Muhammed Mustafa (sav) sesiyle Senin dergâh-ı rahmetinin kapısını çalıyor ve onun, kapıcıya âşinâ nidasıyla Senin mağfiret kapında nida ediyorum:
Ey rahmeti her şeyi kuşatan
ve ey her şeyin melekûtu elinde bulunan Zat,
Ey hiçbir şey kendisine zarar veya fayda veremeyen Zat,
Ey hiçbir şey Ona galebe edemeyen
ve hiçbir şey Ondan kaçıp gizlenemeyen,
hiçbir şey Ona ağır gelmeyen
ve hiçbir şeyin yardımına muhtaç olmayan,
hiçbir şey Onu bir başka işten alıkoyamayan,
hiçbir şey Ona benzemeyen,
ve hiçbir şey Onu hiçbir şeyden âciz bırakamayan Zat,
Beni hiçbir şeyden hesaba çekmeyecek şekilde herşeyimi bağışla.
Ey herşeyi alnından tutup kudretine boyun eğdiren
ve herşeyin anahtarları elinde bulunan Zat,
Ey herşeyden önce var olan Evvel,
herşeyden sonra bâki kalan Âhir,
herşeyin fevkinde olan Zâhir,
herşeyin içine nüfuz eden Bâtın,
kudret ve galebesi herşeyin fevkinde bulunan Kahir,
Benim herşeyimi bağışla. Şüphesiz Senin herşeye kudretin yeter.
Ey herşeyi her haliyle bilen Alîm
ve herşeyi kuşatan Muhît
ve herşeyi hakkıyla gören Basîr,
Ey herşey her an Onun nazar-ı şuhudunda olan Şehîd
ve herşeyi görüp gözeten Rakîb
ve ilmi herşeyin bütün inceliklerine nüfuz eden Lâtif
ve herşeyden hakkıyla haberdar olan Habîr,
Beni hiçbir şeyden hesaba çekmeyecek şekilde, günah ve hatâ olarak her neyim varsa hepsini bağışla. Hiç şüphesiz, Senin herşeye kudretin yeter.
Allahım, Gafletten ve kötü arzularımdan Senin izzet-i celâline ve celâl-i izzetine, Senin kudret-i saltanatına ve saltanat-ı kudretine sığınırım.
Ey kurtuluş isteyenlerin tahassungâhı olan Allahım,
Beni şeytanî şehvetlerden kurtar;
beşeriyetin kazuratından temizle;
Nebîn olan Muhammed'i (s.a.v.) sıddıkiyet muhabbetiyle bana sevdirmek suretiyle beni gaflet paslarından ve cehalet vehimlerinden ter temiz kıl
öyle ki, enaniyet fena bulsun
ve Allah'ın minnet bahrinde Allah'ın nimetlerine gark olmuş,
Allah'tan alıkoyan her meşgaleye karşı Allah'ın kılıcıyla mansur,
Allah'ın inayetiyle mahzuz
ve Allah'ın himayesiyle mahfuz olarak
herşey Allah için, Allah ile, Allah'a ve Allah'tan olsun.
Ey Nurların Nuru,
ey bütün sırların Âlimi,
ey gecenin ve gündüzün Müdebbiri,
ey Melik, ey Azîz, ey Kahhâr, ey Rahîm, ey Vedûd, ey Gaffâr,
ey gayb âlemlerini her haliyle bilen,
kalbleri ve gözleri dilediği gibi halden hale çeviren,
ey ayıpları örten ve ey günahları bağışlayan,
Günahlarımı bağışla;
esbabın tazyikatına mâruz
ve bütün kapılar yüzüne kapanmış
ve doğru yolda gidenlerin tarikine sülûk etmek ona zorlaşmış
ve bir kazanç elde edemeden ömrünü
ve nefsini gaflet ve mâsiyet meydanlarında bâd-ı heva harcamış olan
kuluna merhamet et.
Ey dua edildiğinde cevap veren,
ey hesapları sür'atle gören,
ey Kerîm, ey Vehhâb,
Hastalığı büyük
ve şifası zor,
çaresi zayıf
ve belâsı kuvvetli olan
ve Senden başka melce
ve ümidi bulunmayan
kuluna merhamet et.
İlâhî,
Derdimi, üzüntümü ve şikâyetimi Sana arz ediyorum.
İlâhî,
Senin dergâhında hüccetim, hacetimdir;
azığım ise fakrım ve çaresizliğimdir.
İlâhî,
Senin cûd bahirlerinden bir katre bana yeter;
Senin afv nehirlerinden bir zerre bana kâfi gelir,
ey Vedûd, ey Vedûd, ey Vedûd,
ey şan ve şerefi herşeyden yüce olan Arş-ı Mecîd Sahibi,
ey Mübdi', ey Muîd,
ey herşeyi dilediği gibi yapan Fa'âlün limâ Yürîd!
Arşının rükünlerini kaplayan nur-u veçhin hürmetine,
bütün mahlûkatını hükmüne râm ettiğin kudretin hürmetine
ve herşeyi kuşatan rahmetin hürmetine
Senden istiyorum.
Senden başka ilâh yoktur,
ey Muğîs,
bize imdad et.
Ve bütün ömrüm boyunca işlediğim bütün günahları
ve lisanımın hatâlarını rahmetinle bağışla,
ey Erhamü'r-Râhimîn.
Âmin.
Hamd, Âlemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur.
Ya Rab!
Yanımızda elçiniz,
dergâhınızda elçimiz olan reisimize merhamet et ki, bize sirayet etsin.
(Allah’ım, Senin kulun ve resulün olan efendimiz Muhammed’e ve onun bütün âl ve ashabına salât eyle)
Bediüzzaman
Ahirzaman hadiselerine işaret eden bazı hadislerin tevilleri
Sekizinci Asıl: Cenâb-ı Hakîm-i Mutlak, şu dâr-ı tecrübe ve meydan-ı imtihanda çok mühim şeyleri, kesretli eşya içinde saklıyor. O saklamakla çok hikmetler, çok maslahatlar bağlıdır. Meselâ, Leyle-i Kadri umum Ramazan'da, saat-i icâbe-i duâyı Cumâ gününde, makbul velîsini insanlar içinde, eceli ömür içinde ve Kıyâmetin vaktini ömr-ü dünya içinde saklamış.
Zîrâ, ecel-i insan muayyen olsa, yarı ömrüne kadar gaflet-i mutlaka, yarıdan sonra darağacına adım adım gitmek gibi bir dehşet verecek. Halbuki, âhiret ve dünya muvâzenesini muhâfaza etmek ve her vakit havf ve recâ ortasında bulunmak maslahatı, iktizâ eder ki, her dakika hem ölmek, hem yaşamak mümkün olsun. Şu halde mübhem tarzdaki yirmi sene mübhem bir ömür, bin sene muayyen bir ömre müreccahtır.
İşte Kıyâmet dahi şu insan-ı ekber olan dünyanın ecelidir. Eğer vakti taayyün etseydi, bütün kurûn-u ûlâ ve vustâ gaflet-i mutlakaya dalacak idiler ve kurûn-u uhrâ dehşette kalacaktı. İnsan, nasıl hayat-ı şahsiyesiyle hânesinin ve köyünün bekâsıyla alâkadardır; öyle de, hayat-ı içtimâiye ve nev'iyesiyle küre-i arzın ve dünyanın yaşamasıyla alâkadardır. Kur'ân, der. 'Kıyâmet yakındır,' ferman ediyor. Bin bu kadar sene geçtikten sonra gelmemesi, yakınlığına halel vermez. Zîrâ, kıyâmet dünyanın ecelidir. Dünyanın ömrüne nisbeten bin veya iki bin sene, bir seneye nisbetle bir iki gün veya bir iki dakika gibidir. Saat-i Kıyâmet yalnız insaniyetin eceli değil ki, onun ömrüne nisbet edilip baîd görülsün. İşte bunun içindir ki, Hakîm-i Mutlak, kıyâmeti 'Mugayyebât-ı Hamse'den olarak, ilminde saklıyor. İşte bu ibhâm sırrındandır ki, her asır, hattâ asr-ı hakikatbîn olan Asr-ı Saadet dahi dâimâ Kıyâmetten korkmuşlar. Hattâ bâzıları, 'Şerâiti hemen hemen çıkmış' demişler.
İşte bu hakikati bilmeyen insafsız insanlar derler ki: 'âhiretin tafsilâtını ders alan müteyakkız kalbli, keskin nazarlı olan Sahabelerin fikirleri niçin bin sene hakikatten uzak olarak fikirleri düşmüş gibi, istikbâl-i dünyevîde bin dört yüz sene sonra gelecek bir hakikati, asırlarında karîb zannetmişler? '
Elcevap: Çünkü Sahabeler, feyz-i sohbet-i Nübüvvetten herkesten ziyâde dâr-ı âhireti düşünerek, dünyanın fenâsını bilerek, Kıyâmetin ibhâm vaktindeki hikmet-i İlâhiyeyi anlayarak, ecel-i şahsî gibi, dünyanın eceline karşı dahi dâimâ muntazır bir vaziyet alarak âhiretlerine ciddî çalışmışlar. Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, 'Kıyâmeti bekleyiniz, intizar ediniz' tekrar etmesi, şu hikmetten ileri gelmiş bir irşâd-ı Nebevîdir. Yoksa, vuku-u muayyene dâir bir vahyin hükmüyle değildir ki, hakikatten uzak olsun. İllet ayrıdır, hikmet ayrıdır. İşte Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâmın bu nevi sözleri, hikmet-i ibhâmdan ileri geliyor.
Hem şu sırdandır ki, Mehdî, Süfyan gibi âhirzamanda gelecek eşhasları, çok zaman evvel, hattâ Tâbiîn zamanında onları beklemişler, yetişmek emelinde bulunmuşlar. Hattâ bazı ehl-i velâyet “Onlar geçmiş” demişler. İşte bu da, kıyamet gibi, hikmet-i İlâhiye iktiza eder ki, vakitleri taayyün etmesin. Çünkü her zaman, her asır, kuvve-i mâneviyenin takviyesine medar olacak ve yeisten kurtaracak Mehdî mânâsına muhtaçtır. Bu mânâda her asrın bir hissesi bulunmak lâzımdır. Hem gaflet içinde fenalara uymamak ve lâkaytlıkta nefsin dizginini bırakmamak için, nifakın başına geçecek müthiş şahıslardan her asır çekinmeli ve korkmalı. Eğer tayin edilseydi, maslahat-ı irşad-ı umumî zayi olurdu.
Lügatçe;
Cenâb-ı Hakîm-i Mutlak: Her işi sonsuz hikmetle, fayda ve gayelerle yapan Cenâb-ı Hak-dâr-ı tecrübe: Deneme diyarı, sınama yurdu, iyi ile kötüyü ayırmak için sınav yapılan yer, dünya-kesretli: Sayıca çok ve çeşitli-saat-i icâbe-i duâ: Duânın kabul edildiği ve insanlarca bilinmeyen Cuma gününde bir vakit-muayyen: Kesin olarak belli olan, belirli-gaflet-i mutlaka: Nefsine ve hevesâtına uyarak Allah`ı ve emirlerini unutma, îmân ve İslâm`dan, hak ve hakîkattan gâfil olma-muvâzene: Denge, ölçülülük-havf ve recâ: korku ve ümit-mübhem: İyice belli olmayan. Mutlak âşikâr olmayan. Belirsiz. Gizli-insan-ı ekber: Büyük insan, kâinat-taayyün: Belirlenme-kurûn-u ûlâ ve vustâ: İlk ve orta çağlar-kurûn-u uhrâ: Son çağ-baîd: Uzak-Mugayyebât-ı Hamse: Beş bilinmeyen gaybî şeyler. (Kıyametin vakti, yağmurun yağma vakti, ana rahmindeki çocuğum mâhiyeti, insanın gelecekte ne yapacağı, insanın nerede öleceği.) -ibhâm: kapalı bırakmak. Belirsiz olmak-asr-ı hakikatbîn: Hakîkati gören, hakîkati anlayan insanların yaşadığı dönem-Şerâit: Şartlar-müteyakkız: Uyanık, uyanmış-karîb: Yakın-feyz-i sohbet-i Nübüvvet: Peygamberlik sohbetinin feyz ve bereketi-muntazır: Bekleyen-İllet: Hakiki sebep-hikmet-i ibhâm: Belirsiz bırakmanın hikmeti, sebebi-eşhaslar: şahıslar-Tâbiîn: sahabeleri gören mü’minler-taayyün: belirlenme-yeis: ümitsizlik-nifak: münafıklık, ikiyüzlülük-maslahat-ı irşad-ı umumî: halka doğru yolu göstermekteki fayda.
Rüyanın zeyli
Rüya hacda sükût etti. Çünkü, haccın ve ondaki hikmetin ihmali, musibeti değil, gazab ve kahrı celb etti. Cezası da keffâretü'z-zünub değil, kessâretü'z-zünub oldu. Haccın bahusus taarrüfle tevhid-i efkârı, teavünle teşrik-i mesaiyi tazammun eden içindeki siyaset-i âliye-i İslâmiye ve maslahat-ı vâsia-i içtimaiyenin ihmalidir ki, düşmana milyonlarla İslâmı, İslâm aleyhinde istihdama zemin ihzar etti.
İşte Hint, düşman zannederek, halbuki pederini öldürmüş, başında oturmuş bağırıyor.
İşte Tatar, Kafkas, öldürülmesine yardım ettiği şahıs, biçare valideleri olduğunu, 'ba'de harabi'l-Basra' anlıyor. Ayak ucunda ağlıyorlar.
İşte Arap, yanlışlıkla kahraman kardeşini öldürüp, hayretinden ağlamayı da bilmiyor.
İşte Afrika, biraderini tanımayarak öldürdü, şimdi vâveylâ ediyor.
İşte âlem-i İslâm, bayraktar oğlunu gafletle bilmeyerek öldürmesine yardım etti, valide gibi saçlarını çekip âh ü fîzar ediyor.
Milyonlarla ehl-i İslâm, hayr-ı mahz olan sefer-i hacca şedd-i rahl etmek yerine, şerr-i mahz olan düşman bayrağı altında dünyada uzun seyahatlar ettirildi. 'Fa'tebirû' (İbret alınız!)
Lügatçe;
zeyl: Ek, ilâve, bir şeyin devamı-sükût: Suskunluk, sessizlik-gazab: Hiddet, öfke, kızgınlık-kahr: Allah`ın şiddetli ve azap verici vasıflarının tecellisi, lütfun zıddı-keffâretü'z-zünub: Günahların keffâreti, mü`minlere, işledikleri günahların affı için Allah tarafından verilen hastalık ve musîbetler-kessâretü'z-zünub: Günahların çoğalması, artması-taarrüf: Karşılıklı tanışma-tevhid-i efkâr: Fikir birliği-teavün: Yardımlaşma-teşrik-i mesai: İşbirliği-tazammun: İçinde bulundurma-siyaset-i âliye-i İslâmiye: İslamın yüksek siyaseti-maslahat-ı vâsia-i içtimaiye: Toplumun geniş menfati-istihdam: çalıştırma, kullanma, hizmet ettirme-ihzar: Hazır hale getirmek-ba'de harabi'l-Basra: Basra harab olduktan sonra. * Mc: İş işten geçtikten sonra.-hayr-ı mahz: Hayrın tâ kendisi; mutlak hayır; tam hayır-sefer-i hac: Hac yolculuğu-şedd-i rahl: Yolculuk için hayvanın semerini bağlama. * Yolculuğa çıkma-şerr-i mahz: Her yönüyle kötü olan.