Gruplarınızı Görmek İçin Üye Girişi Yapın
Hz. Peygamberimizin (s.a.v.) temiz ve pak dilinden dualar
Allah'ım!
Beni bağışla, bana merhamet et, bana hidayet eyle, afiyet ver, beni rızıklandır.
(Müslim, 4/2073; 2078)
Şu şeref-i nev-i insan ve ferîd-i kevn ü zaman olan Fahr-i Kâinat (a.s.m.) ne istiyor; dinleyelim:
Bak: Kendine ve ümmetine saadet-i ebediye istiyor, bekâ istiyor, Cennet istiyor; hem, mevcudât aynalarında cemâllerini gösteren bütün esmâ-i kudsiye-i İlâhiye ile beraber istiyor. O esmâdan şefaat talep ediyor; görüyorsun.
Eğer âhiretin hesabsız esbâb-ı mûcibesi, delâil-i vücudu olmasa idi, yalnız şu zâtın tek duâsı, baharımızın icâdı kadar Hâlık-ı Rahîmin kudretine hafif gelen şu Cennetin binâsına sebebiyet verecekti.
Bediüzzaman
Ahirzaman hadiselerine işaret eden bazı hadislerin tevilleri
Kıyâmet alâmetlerinden ve âhir zaman vukuâtından ve bâzı amâlin fazîlet ve sevaplarından bahseden ehâdîs-i şerîfe güzelce anlaşılmadığından, akıllarına güvenen bir kısım ehl-i ilim, onların bir kısmına zayıf veya mevzu' demişler. İmânı zayıf ve enâniyeti kavî bir kısım da, inkâra kadar gitmişler. Şimdi tafsile girişmeyeceğiz. Yalnız, 'On İki Asıl'ı beyân ederiz.
Birinci Asıl: Yirminci Sözün âhirindeki suâl ve cevapta izah ettiğimiz meseledir. İcmâli şudur ki:
Din bir imtihandır, bir tecrübedir; ervâh-ı âliyeyi, ervâh-ı sâfileden tefrik eder. Öyle ise, ileride herkese göz ile görülecek vukuâtı öyle bir tarzda bahsedecek ki, ne bütün bütün meçhûl kalsın, ne de bedihî olup, herkes ister istemez tasdike mecbur kalsın. Akla kapı açacak, ihtiyârı elinden almayacak. Zîrâ, eğer tamamen bedâhet derecesinde bir alâmet-i Kıyâmet görülse, herkes tasdike muztar olsa, o vakit kömür gibi bir istidad, elmas gibi bir istidad ile beraber kalır. Sırr-ı teklif ve netice-i imtihan zâyi olur.
İşte, bunun için, Mehdî ve Süfyan meseleleri gibi çok meselelerde çok ihtilâf olmuş. Hem rivâyât dahi çok muhteliftir; birbirine zıd hükümler olmuş.
Lügatçe;
vukuât: Vak`alar, hâdiseler. Meydana gelen olaylar-amâl: Ameller, işler, ibadetler-ehâdîs-i şerîfe: Peygamberin (a.s.m.) sözleri, hareketleri ve hâllerini bildiren hakikatler-mevzu': Uydurma. Doğru ve hakikat olmayan-enâniyet: Benlik, gurur-kavî: Kuvvetli-ervâh-ı âliye: Yüce ruhlar. Yüksek ve temiz ruhlar-ervâh-ı sâfile: Aşağı ruhlar. Kötü ve kirlenmiş ruhlar-tefrik: Ayırt etme, ayırma-meçhûl: Tam bilinmeyen, belli olmayan, gizli-bedihî: Ap açık, belli-ihtiyâr: İrâde, kendi isteğiyle seçme ve hareket etme-bedâhet: Açıklık. Belli, açık-muztar: mecbur-Sırr-ı teklif: İnsanların dünyaya gelip, Allah tarafından bazı vazifelerle sorumlu tutulmasının sırrı-Mehdî: Hidâyete eren veya hidâyete vesile olan; âhirzamanda gelip bütün Müslümanları îmân ve Kur`ân hakîkatlarını anlatan eserleriyle uyandıracak, dinlerini takviye ve îmânlarını yenileyecek olan, Peygamberimizin (a.s.m.) soyundan geleceği rivâyet edilen zâttır-Süfyan: Ahirzamanda geleceği ve islâm dinini yıkmak için çalışacağı sahih hadislerde haber verilen dinsiz ve münâfık bir şahıs.
RÜYADA BİR HİTABE
1335 senesi** Eylülünde, dehrin hadisatının verdiği yeis ile şiddetle muztarib idim. Şu kesif zulmet içinde bir nur arıyordum. Manen rüya olan yakazada bulamadım. Hakîkaten yakaza olan rüya-i sadıkada bir ziya gördüm Tafsilatı terk ile bana söylettirilmiş noktaları kaydedeceğim. Şöyle ki:
Bir Cuma gecesinde nevm ile alem-i misale girdim. Biri geldi, dedi:
'Mukadderat-ı İslam için teşekkül eden bir meclis-i muhteşem seni istiyor. '
Gittim, gördüm ki; münevver, emsalini dünyada görmediğim, selef-i salihînden ve asarın mebuslarından her asrın mebusları içinde bulunur bir meclis gördüm.
Hicab edip, kapıda durdum. Onlardan bir zat dedi ki:
'Ey felaket, helaket asrının adamı, senin de reyin var, fikrini beyan et! ' Ayakta durup dedim:
'Sorun cevap vereyim.'
Biri dedi:
'Bu mağlûbiyetin neticesi ne olacak, galibiyette ne olurdu? ' Dedim:
'Musîbet şerr-i mahz olmadığı için, bazan saadette felaket olduğu gibi, felaketten dahi saadet çıkar. Eskiden beri Î'la-yı Kelimetullah ve beka-i istiklaliyet-i İslam için, farz-ı kifaye-i cihadı deruhte ile kendini yekvücud olan alem-i İslama fedaya vazifedar ve hilafete bayraktar görmüş olan bu devlet-i İslamiyenin felaketi, alem-i İslamın saadet-i müstakbelesiyle telafi edilecektir. Zîra, şu musîbet, maye-i hayatımız ve ab-ı hayatımız olan uhuvvet-i İslamiyenin inkişaf ve ihtizazını harikulade tacil etti. Biz incinirken, alem-i İslam ağlıyor; Avrupa ziyade incitse, bağıracaktır. Şayet ölsek, yirmi öleceğiz, üç yüz dirileceğiz. Harikalar asrındayız. İki-üç sene mevtten sonra, meydanda dirilenler var. Biz bu mağlûbiyetle bir saadet-i acile-i () muvakkate kaybettik. Fakat bir saadet-i âcile-i () müstemirre bizi bekliyor. Pek cüz'î ve mütehavvil ve mahdut olan hali, geniş istikbal ile mübadele eden kazanır.'
Lügatçe;
**: Bu tarih Rumi takvime göredir. Miladi 1919 yılıdır- dehr: Zaman-hadisat: Olaylar-yeis: Ümitsizlik-muztarib: Sıkıntılı. Iztırab çeken-zulmet: Karanlık-yakaza: Uyanık, şuurlu-rüya-i sadıka: Doğru olan rüya-nevm: Uyku-alem-i misal: Görüntüler âlemi-Mukadderat-ı İslam: İslâmın başından geçecek olanlar-münevver: Nurlu-selef-i salihîn: Ehl-i Sünnet ve Cemaatin ilk rehberleri, İslâmın ilk dönemlerinin sâlih insanları-asar: Asırlar-mebus: Temsilci-felaket, helaket asrı: Belalı, musibetlerle dolu, mahvolmuş yüzyıl-rey: Görüş, fikir, hüküm, Oy-mağlûbiyet: Yenilgi-şerr-i mahz: Her yönüyle kötü olan-Î'la-yı Kelimetullah: Allah’ın dinini yüceltmek ve her tarafa duyurmak için gayret göstermek-beka-i istiklaliyet-i İslam: İslâmın bağımsızlığının devamı-farz-ı kifaye-i cihad: Müslümanların tamamı olmayıp, ama bir kısmının muhakkak yapması gereken ve bu şekilde farz olan cihad-deruhte: Yapma, yerine getirme, üzerine alma-maye-i hayat: Hayatın esası-uhuvvet-i İslamiye: İslam kardeşliği-inkişaf: Gelişme, açılma-ihtizaz: Deprenme, kımıldanma, harekete geçme-tacil: Acele ettirme, hızlandırma, çabuklaştırma-mevt: Ölüm-Peşin yaşanan geçici saadet-saadet-i âcile-i müstemirre: İleride görülecek olan devamlı saadet-mütehavvil: Bir halde durmayıp başka şekle giren, değişen.