Gruplarınızı Görmek İçin Üye Girişi Yapın
Hz. Peygamberimizin (s.a.v.) temiz ve pak dilinden dualar
Allah'ım!
Hatalarımı, bilgisizliğimi, işimdeki taşkınlığımı ve Senin benden daha iyi bildiğin günahlarımı bağışla.
Allah'ım!
Şakamı ve ciddiyetimi, kasten ve hataen yaptıklarımı, bende mevcut olan bütün yanlışlarımı bağışla.
(Buhari, Maal Feth: U/196)
Lütuf ve Rahmet
RAMAZAN AYI idi. Suffa ehli her akşam birileri tarafından iftara götürülürdü. Ancak o gün kimse gelmedi. Oruçlarını yemek ile açmadan sabahladılar. Ertesi akşam, baktılar yine gelip giden yok.
Hz. Vasile, onların elçileriydi. Ne vakit bir ihtiyaçları olsa Vasile’yi Peygamber Aleyhisselam’a gönderirlerdi. O kalktı, Resulullah’ın yanına gitti ve durumlarını anlattı.
Peygamber Aleyhisselam, hanımlarına yiyecek bir şey olup olmadığını sordu. Peygamber hanesinde, onlara yedirebilecek hiçbir şey çıkmadı.
Resulullah ellerini açarak dua etti:
“Allah’ım senin lütfundan ve merhametinden istiyorum. Rahmet Senindir. Senden başka kimsenin değil! ”
Daha ellerini indirmemişti ki, bir adam elinde kızarmış bir koyun ve ekmek olduğu halde içeriye girdi.
Suffa ehli, doyuncaya kadar yedi. Hepsine afiyet olsun!
Yemekten sonra Resulullah şöyle buyurdu:
“Biz Allah’ın lütuf ve merhametini istemiştik. İşte bize Allah’ın lütfu. Rahmetini de öbür dünyaya bıraktı.”
Hakkı tanıyan, hakkın hatırını hiçbir hatıra feda etmez.
Zira, hakkın hatırı alidir; hiçbir hatıra feda edilmemek gerektir.
Bediüzzaman
Ahirzaman hadiselerine işaret eden bazı hadislerin tevilleri
Üçüncü hadise: Bir rivayette, 'İslâm Deccalı Horasan taraflarından zuhur edecek' denilmiş.
(Gaybı ancak Allah bilir) bunun bir tevili şudur ki: Şarkın en cesur ve kuvvetli ve kesretli kavmi ve İslâmiyetin en kahraman ordusu olan Türk milleti, o rivayet zamanında Horasan taraflarında bulunup daha Anadolu'yu vatan yapmadığından, o zamandaki meskenini zikretmekle Süfyanî Deccal onların içinde zuhur edeceğine işaret eder.
Gariptir, hem çok gariptir: Yedi yüz sene müddetinde İslâmiyetin ve Kur'ân'ın elinde şeref-şiar, bârika-âsâ bir elmas kılınç olan Türk milletini ve Türkçülüğü, muvakkaten İslâmiyetin bir kısım şeâirine karşı istimal etmeye çalışır! Fakat muvaffak olmaz, geri çekilir. Kahraman ordu, dizginini onun elinden kurtarıyor diye rivayetlerden anlaşılıyor.
(Gerçek doğruyu ancak Allah bilir. Gaybı Allah'tan başka kimse bilmez)
Lügatçe;
şeref-şiar: Şeref nişanı, şeref sahibi-bârika-âsâ: şimşek gibi-şeâir: Alâmet; İslâmın alâmeti olan şeyler-istimal: Kullanma.
Bu zamanda işlenen zulümlerin kaynağı nedir?
'Risale-i Nur'daki şefkat, hakikat, hak, bizi siyasetten men etmiş. Çünkü mâsumlar belâya düşerler; onlara zulmetmiş oluruz.' Bazı zâtlar bunun izahını istediler. Ben de dedim:
Şimdiki fırtınalı asırda gaddar medeniyetten neş'et eden hodgâmlık ve asabiyet-i unsuriye ve umumî harpten gelen istibdadat-ı askeriye ve dalâletten çıkan merhametsizlik cihetinde öyle bir eşedd-i zulüm ve eşedd-i istibdadat meydan almış ki, ehl-i hak, hakkını kuvvet-i maddiye ile müdafaa etse, ya eşedd-i zulüm ile, tarafgirlik bahanesiyle çok bîçareleri yakacak; o hâlette o da ezlem olacak ve mağlûp kalacak. Çünkü, mezkûr hissiyatla hareket ve taarruz eden insanlar, bir iki adamın hatasıyla yirmi otuz adamı, âdi bahanelerle vurur, perişan eder. Eğer ehl-i hak, hak ve adalet yolunda yalnız vuranı vursa, otuz zayiata mukabil yalnız biri kazanır, mağlûp vaziyetinde kalır. Eğer mukabele-i bilmisil kaide-i zâlimânesiyle, o ehl-i hak dahi bir ikinin hatasıyla yirmi otuz biçareleri ezseler, o vakit, hak namına dehşetli bir haksızlık ederler.
İşte, Kur'ân'ın emriyle, gayet şiddetle ve nefretle siyasetten ve idareye karışmaktan kaçındığımızın hakikî hikmeti ve sebebi budur. Yoksa bizde öyle bir hak kuvveti var ki, hakkımızı tam ve mükemmel müdafaa edebilirdik.
Hem madem herşey geçici ve fânidir ve ölüm ölmüyor ve kabir kapısı kapanmıyor. Ve zahmet ise rahmete kalb oluyor. Elbette biz sabır ve şükürle tevekkül edip sükût ederiz. Zarar ile, icbar ile sükûtumuzu bozdurmak ise, insafa, adalete, gayret-i vataniyeye ve hamiyet-i milliyeye bütün bütün zıttır, muhaliftir.
Hülâsa-i kelâm: Ehl-i hükûmetin ve ehl-i siyasetin ve ehl-i idarenin ve inzibatın ve adliye ve zabıtanın bizimle uğraşacak hiçbir işleri yoktur. Olsa olsa, dünyada hiçbir hükûmetin müdafaa edemediği ve aklı başında hiçbir insanın hoşlanmadığı küfr-ü mutlak ve dehşetli bir tâun-u beşerî ve maddiyunluktan gelen zındıkanın taassubuyla, bir kısım gizli zındıklar şeytanetiyle bazı resmî memurları aldatarak evhamlandırıp, aleyhimize sevk etmek var. Biz de deriz:
Değil böyle bir kaç vehhamı, belki dünyayı aleyhimize sevk etseler, Kur'ân'ın kuvvetiyle, Allah'ın inâyetiyle kaçmayız. O irtidatkâr küfr-ü mutlaka ve o zındıkaya teslim-i silâh etmeyiz!
Lügatçe;
neş'et: Çıkma, doğma, meydana gelme, kaynaklanma-hodgâmlık: Yalnızca kendini dert edinerek-asabiyet-i unsuriye: Irkçılık damarı-eşedd-i zulüm: Zulmün en şiddetlisi-ezlem: En zâlim-mukabele-i bilmisil: Aynıyle mukabele etmek, karşılık vermek-kaide-i zâlimâne: Zâlimce kural, kaide-icbar: zorlama-küfr-ü mutlak: Kesin ve tam bir inkâr-tâun-u beşerî: İnsanlık için salgın hastalık-maddiyunluk: Maddiyunların mesleği. Maddecilik. Hiçbir müsbet delile dayanmıyan ve sadece maddeye istinad eden ve ruhâniyatı ve mâneviyatı inkâr edenlerin bâtıl akideleri-zındıka: Dinsizlik, inançsızlık-irtidatkâr: Dinden çıkan