Gruplarınızı Görmek İçin Üye Girişi Yapın
Allahım, bizi saadet, selâmet, Kur'ân ve İmân ehlinden eyle. âmin.
Allahım, Efendimiz Muhammed'e, onun âl ve ashâbına, indiği günden itibâren tâ kıyâmete kadar, onu okuyan her okuyucunun her kelimesini okuması esnâsında Allah'ın izniyle hava dalgalarının aynasına yansıyan bütün Kur'ân kelimelerinin bütün harfleri adedince salât ve selâm eyle. Bize, anne ve babamıza, erkek ve kadın bütün müminlere bu salavâtlar adedince merhamet et. Bunu rahmetinle yap, ey merhametlilerin en merhametlisi! Duâmızı kabul buyur. Alemlerin Rabbi olan Allah'a hamd olsun.
Başla yapılan secde;
Allah için olursa ibadettir, gayrısı için dalalettir.
Bediüzzaman
Kâinat büyük bir zikirhane, her şey Allah'ı zikrediyor
Ey Kadîr-i Hakîm, ey Rahmân-ı Rahîm, ey Sâdıku'l-Va'di'l-Kerîm, ey izzet ve azamet ve celâl sahibi Kahhâr-ı Zülcelâl,
Bu kadar sadık dostlarını ve bu kadar vaadlerini ve bu kadar sıfat ve şuûnatını tekzib edip, saltanat-ı rububiyetinin kat'î mukteziyatını ve sevdiğin ve onlar dahi seni tasdik ve itaatle kendilerini Sana sevdiren hadsiz makbul ibâdının hadsiz dualarını ve dâvâlarını reddederek, küfür ve isyan ile ve Seni vaadinde tekzib etmekle Senin azamet-i kibriyana dokunan ve izzet-i celâline dokunduran ve ulûhiyetinin haysiyetine ilişen ve şefkat-i rububiyetini müteessir eden ehl-i dalâlet ve ehl-i küfrü, haşrin inkârında tasdik etmekten yüz bin derece mukaddessin ve hadsiz derece münezzeh ve âlîsin. Böyle nihayetsiz bir zulümden, bir çirkinlikten, Senin nihayetsiz adaletini ve cemâlini ve rahmetini takdis ediyorum. ('Allah, onların söyledikleri şeylerden pek münezzehtir ve pek büyük bir yücelikle yücedir.' İsrâ Sûresi: 17:43) âyetini, vücudumun bütün zerrâtı adedince söylemek istiyorum.
Belki, Senin o sadık elçilerin ve doğru dellâl-ı saltanatının hakkalyakîn, aynelyakîn, ilmelyakîn suretinde Senin uhrevî rahmet hazinelerine ve âlem-i bekada ihsanatının definelerine ve dâr-ı saadette tamamiyle zuhur eden güzel isimlerinin harika güzel cilvelerine şehadet, işaret, beşaret ederler. Ve bütün hakikatlerin mercii ve güneşi ve hâmîsi olan Hak isminin en büyük bir şuâı, bu hakikat-ı ekber-i haşriye olduğunu, İmân ederek Senin ibâdına ders veriyorlar.
Ey Rabbü'l-Enbiyâ ve's-Sıddîkın,
Bütün onlar Senin mülkünde, Senin emrin ve kudretinle, Senin irade ve tedbirinle, Senin ilmin ve hikmetinle musahhar ve muvazzaftırlar. Takdis, tekbir, tahmid, tehlil ile küre-i arzı bir zikirhâne-i âzam, bu kâinatı bir mescid-i ekber hükmünde göstermişler.
Lügatçe;
şuûnat: Şuûnlar, emirler, talepler-tekzib: saltanat-ı rububiyet: Allah`ın kâinatı terbiye ve idâre eden saltanatı, hâkimiyeti-mukteziyat: Gerektirmek-ibâd: Kullar-azamet-i kibriya: Büyüklüğün azameti-izzet-i celâl: Büyüklüğün izzeti ve şerefi-şefkat-i rububiyet: Her varlığı idare ve terbiye eden Cenab-ı Hakk`ın şefkati-âlî: Yüce, yüksek-hakkalyakîn: Mârifet mertebesinin en yükseği; en kesin bir surette gerçeği görüp yaşamak hâli; ateşin yakıcı olduğunu bütün hislerimizle yakından duyup yaşadığımız gibi-aynelyakîn: Göz ile görür derecede kesin olarak bilme veya bu derecede inanma-ilmelyakîn: İlim yoluyla kesin olarak bilmek-dellâl-ı saltanat: Saltanatın ilâncıları-merci: Başvurulacak yer, dönülecek yer, merkez, kaynak-hâmî: Koruyan, himâye eden-şuâ: Bir ışık kaynağından uzanan ışık hüzmesi-hakikat-ı ekber-i haşriye: Öldükten sonra tekrar dirilmenin büyük hakikati-musahhar:itaatkâr- muvazzaf: görevli-Takdis: Mukaddes bilip ilan etmek. Allah`ı noksan ve kusurlardan pâk ve yüce kabul edip söylemek, bilip bildirmek-tekbir: Allah en büyüktür mânâsına gelen 'Allahü Ekber' kelimesini söyleme-tahmid: Allah`ı övüp hamdetmek, 'Elhamdülillâh' demek-tehlil: 'Lâ ilahe illallah' sözünün tekrar edilmesi-zikirhâne-i âzam: En büyük zikir yeri-mescid-i ekber: En büyük mescid.
İnsanlıktan, yüksek değerleri yok etmek mümkün değildir
Fakat nev-i beşerin fıtratı ve sırr-ı hikmeti, müsavat-ı mutlaka kanununa zıttır. Çünkü Fâtır-ı Hakîm, kemâl-i kudret ve hikmetini göstermek için, az birşeyden çok mahsulât aldırır ve bir sayfada çok kitapları yazdırır ve birşeyle çok vazifeleri yaptırdığı gibi, beşer nevi ile de binler nevin vazifelerini gördürür. İşte o sırr-ı azîmdendir ki, Cenâb-ı Hak, insan nevini, binler nevileri sümbül verecek ve hayvânâtın sair binler nevileri kadar tabakat gösterecek bir fıtratta yaratmıştır. Sair hayvânat gibi kuvâlarına, lâtifelerine, duygularına had konulmamış; serbest bırakıp hadsiz makamatta gezecek istidat verdiğinden, bir nevi iken binler nevi hükmüne geçtiği içindir ki, arzın halifesi ve kâinatın neticesi ve zîhayatın sultanı hükmüne geçmiştir.
İşte, nev-i insanın tenevvüünün en mühim mayası ve zembereği, müsabaka ile, hakikî imanlı fazilettir. Fazileti kaldırmak, mahiyet-i beşeriyenin tebdiliyle, aklın söndürülmesiyle, kalbin öldürülmesiyle, ruhun mahvedilmesiyle olabilir.
Lügatçe;
nev-i beşer: İnsan türü, insanlık alemi-müsavat-ı mutlaka: Mutlak eşitlik-Fâtır-ı Hakîm: Herşeyi bir maksada uygun ve hikmetle, benzersiz bir şekilde yaratan Allah-sırr-ı azîm: Büyük sır-kuvâ: Hisler, duygular, kuvvetler-makamat: Makamlar, dereceler-tenevvü: Çeşitlenme, çeşit çeşit olma-fazilet: Değer; meziyet, ilim, îmân ve irfan itibâriyle olan yüksek derece-tebdil: Değiştirme, yenileme.