MAVERA-Sufi Muhabbet Mesaj Detayi Antoloji.com

Gönderen: Adem Kılıç
Alan:   Grup:MAVERA-Sufi Muhabbet
Tarih: 04.08.2012 01:04
Konu: Yn: Yn: [mavera-sufi-muh..]

Allahım, risâlet semâsının güneşi, nübüvvet burcunun ayı olan yüce Peygambere (a.s.m.) , onun hidâyet yıldızları olan Al ve Ashâbına salât ve selâm eyle. Bize, erkek ve kadın mü'minlere merhamet et. Amin, âmin, âmin.
• Merak, ilmin hocasıdır.

• İhtiyaç, medeniyetin üstadıdır.

• Sıkıntı, sefahetin muallimidir.

• Acz, muhalefetin menşeidir.

• Zaaf, gururun madenidir.

• Sığar-ı nefs, tekebbürün menbaıdır.

Bediüzzaman
Menşe: Kaynak
Maden: asıl, esas, kaynak
Sıgar-ı nefs: Küçüklük, basitlik, değersizlik
Tekebbür: Gurur, kibir
Menba: Kaynak

Buradaki nimetler, müşterilere göstermek için numunelerdir
Ey Hâlık-ı Rahmân ve ey Rabb-i Rahîm,

Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın talimiyle ve Kur'ân-ı Hakîminin dersiyle anladım:

Nasıl ki semâ ve feza ve arz ve deniz ve dağ, müştemilât ve mahlûklarıyla beraber Seni tanıyorlar ve tanıttırıyorlar. Öyle de, zemindeki bütün ağaç ve nebatat, yaprakları ve çiçekleri ve meyveleriyle Seni bedâhet derecesinde tanıttırıyorlar ve tanıyorlar.

Ve umum eşcârın ve nebatatın cezbedârâne hareket-i zikriyede bulunan yapraklarından ve ziynetleriyle Sâniinin isimlerini tavsif ve tarif eden çiçeklerinden ve letâfet ve cilve-i merhametinden tebessüm eden meyvelerinden herbirisi, tesadüfe havalesi hiçbir cihet-i imkânı olmayan harika san'at içindeki nizam ve nizam içindeki mizan ve mizan içindeki ziynet ve ziynet içindeki nakışlar ve nakışlar içindeki güzel ve ayrı ayrı kokular ve kokular içindeki meyvelerin muhtelif tatlarıyla, nihayetsiz Rahîm ve Kerîm bir Sâniin vücub-u vücuduna bedâhet derecesinde şehadet ettikleri gibi; heyet-i mecmuasıyla, bütün zemin yüzünde birlik ve beraberlik, birbirine benzemeklik ve sikke-i hilkatte müşabehet ve tedbir ve idarede münasebet ve onlara taallûk eden icad fiilleri ve Rabbânî isimlerde muvafakat ve o yüz bin envâın hadsiz efradlarını birbiri içinde şaşırmayarak birden idareleri gibi noktalar, o Vâcibü'l-Vücud Sâniin bilbedâhe vahdetine ve ehadiyetine dahi şehadet ederler.

Hem nasıl ki, onlar Senin vücub-u vücuduna ve vahdetine şehadet ediyorlar. Öyle de, rû-yi zeminde dört yüz bin milletlerden teşekkül eden zîhayat ordusundaki hadsiz efradın yüz binler tarzda iaşe ve idareleri, şaşırmayarak karıştırmayarak mükemmel yapılmasıyla, Senin rububiyetinin vahdâniyetteki haşmetine ve bir baharı bir çiçek kadar kolay icad eden kudretinin azametine ve her şeye taallukuna delâlet ettikleri gibi; koca zeminin her tarafında, hadsiz hayvanatına ve insanlara, hadsiz taamların çeşit çeşit aksamını ihzar eden rahmetinin hadsiz genişliğine ve o hadsiz işler ve in'âmlar ve idareler ve iaşeler ve icraatlar kemâl-i intizamla cereyanları ve herşey, hattâ zerreler o emirlere ve icraata itaat ve musahhariyetleriyle hâkimiyetinin hadsiz vüs'atine kat'î delâlet etmekle beraber; o ağaçların ve nebatların ve her bir yaprak ve çiçek ve meyve ve kök ve dal ve budak gibi herbirisinin her bir şeyini, her bir işini bilerek, görerek faydalara, maslahatlara, hikmetlere göre yapılmakla, Senin ilminin her şeye ihatasına ve hikmetinin her şeye şümulunü pek zâhir bir surette delâlet ve hadsiz parmaklarıyla işaret ederler. Ve Senin gayet kemâldeki cemâl-i san'atına ve nihayet cemâldeki kemâl-i nimetine hadsiz dilleriyle senâ ve medhederler.

Lügatçe;
nebatat: Bitkiler-eşcâr: Ağaçlar-letâfet: Güzellik, hoşluk-cilve-i merhamet: Merhamet yansıması-Sâni: Herşeyi sanatla yaratan Allah-heyet-i mecmua: Bütünüyle-sikke-i hilkat: Yaratılış mührü, imzası-müşabehet: Benzeme, benzeyiş-rû-yi zemin: Yeryüzü-rububiyet: Cenâb-ı Hakkın her zaman, her yerde ve her mahlûka muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onu terbiye etmesi ve idâresi altında bulundurması vasfı-aksam: Kısımlar-in'âm: Nîmetlendirme-musahhariyet: Musahhar oluş, emre boyun eğdirme-vüs'at: Genişlik.

İhlaslı davranmayanlar ehl-i hakkın zillet ve mağlûbiyetine sebebiyet verdi.
YEDİNCİ SEBEP

Ehl-i hak ve hakikatin ihtilâf ve rekabetleri kıskançlıktan ve hırs-ı dünyadan gelmediği gibi, ehl-i dünyanın ve ehl-i gafletin ittifakları dahi civanmertlikten ve ulüvv-ü cenabtan değildir. Belki ehl-i hakikat, hakikatten gelen ulüvv-ü cenab ve ulüvv-ü himmet ve tarik-i hakta memdûh olan müsabakayı tam muhafaza edemediklerinden ve nâehillerin girmesi yüzünden bir derece sû-i istimal ettiklerinden, rekabetkârâne ihtilâfa düşüp hem kendine, hem cemaat-i İslâmiyeye ehemmiyetli zarar olmuş.

Ehl-i gaflet ve ehl-i dalâlet ise, meftun oldukları menfaatlerini kaçırmamak ve menfaat için perestiş ettikleri reislerini ve arkadaşlarını küstürmemek için, zilletlerinden ve nâmertliklerinden, hamiyetsizliklerinden, mutlak arkadaşlarıyla -hattâ denî ve hain ve muzır olsalar dahi- hâlisâne ittihad, hem menfaat etrafında toplanan -ne şekilde olursa olsun- şerikleriyle samimâne ittifak ederler, samimiyet neticesi olarak istifade ederler.
İşte, ey musibetzede ve ihtilâfa düşmüş ehl-i hak ve ashab-ı hakikat! Bu musibet zamanında ihlâsı kaçırdığınızdan ve rızâ-i İlâhîyi münhasıran gaye-i maksat yapmadığınızdan, ehl-i hakkın bu zillet ve mağlûbiyetine sebebiyet verdiniz.
Lügatçe;
hırs-ı dünya: Dünyaya nimetlerine karşı gösterilen açgözlülük ve kanaatsizlik-ulüvv-ü cenab: Mertlik, cömertlik, büyüklük-ulüvv-ü himmet: Gayretin yüceliği. Yüce himmet ve gayretlilik-tarik-i hak: Hak yol, doğru yol-memdûh: Beğenilmiş, övülmüş-nâehil: Ehil olmayan. Liyâkatsız. Beceriksiz-sû-i istimal: Birşeyi kötüye kullanma-perestiş: tapar derecesinde sevme-denî: alçak, aşağılık-hâlisâne: samimi bir şekilde, ihlâslı-şerik: Ortak-münhasıran: Özel olarak.