Gruplarınızı Görmek İçin Üye Girişi Yapın
Cenâb-ı Erhamürrâhimînden bütün Esmâ-i Hüsnâsını şefaatçi yapıp niyaz ediyoruz ki, bizleri ihlâs-ı tâmma muvaffak eylesin. Âmin.
Allahım! İhlâs Sûresinin hakkı için, bizi ihlâs sahibi olan ve ihlâsa eriştirilen kullarından eyle. Âmin, âmin.
Devletler, milletler muharebesi,
tabakat-ı beşer muharebesine terk-i mevki ediyor.
Zira, beşer esir olmak istemediği gibi,
ecîr olmak da istemez.
Bediüzzaman
Tabakat- beşer: sosyal tabakalar, sınıflar
Ecîr: Ücretle çalışan, nefsini kiraya veren. Gündelikçi
Oruç, en mühim bir ilâç nevinden maddî ve mânevî bir perhizdir
Ramazan-ı Şerif, insanın hayat-ı şahsiyesine baktığı cihetindeki çok hikmetlerinden bir hikmeti şudur ki:
İnsana en mühim bir ilâç nevinden maddî ve mânevî bir perhizdir. Ve tıbben bir hımyedir ki, insanın nefsi yemek, içmek hususunda keyfemâyeşâ hareket ettikçe, hem şahsın maddî hayatına tıbben zarar verdiği gibi, hem helâl-haram demeyip rast gelen şeye saldırmak, adeta mânevî hayatını da zehirler. Daha kalbe ve ruha itaat etmek, o nefse güç gelir, serkeşâne dizginini eline alır. Daha insan ona binemez; o insana biner.
Ramazan-ı Şerifte, oruç vasıtasıyla bir nevi perhize alışır, riyazete çalışır ve emir dinlemeyi öğrenir. Biçare zayıf mideye de, hazımdan evvel yemek yemek üzerine doldurmakla hastalıkları celb etmez. Ve emir vasıtasıyla helâli terk ettiği cihetle, haramdan çekinmek için akıl ve şeriattan gelen emri dinlemeye kabiliyet peydâ eder. Hayat-ı mâneviyeyi bozmamaya çalışır.
Lügatçe;
hımye: Perhiz, yeme içmeye dikkat etmek-keyfemâyeşâ: Kendi keyfince, keyfi nasıl isterse, başıboş-riyazet: Nefsi kırma, fâni şeylerden nefsini çekerek, kanaat içinde yaşamak.
Bu zamanda Risale-i Nur'a ekmek gibi ilâç gibi ihtiyaç var
Evliya divanlarını ve ulemanın kitaplarını çok mütalaa eden bir kısım zatlar taraflarından soruldu: 'Risaletü'n-Nur'un verdiği zevk ve şevk ve İmân ve iz'ân onlardan çok kuvvetli olmasının sebebi nedir? '
Elcevap: Eski mübarek zatların ekseri divanları ve ulemanın bir kısım risaleleri imanın ve marifetin neticelerinden ve meyvelerinden ve feyizlerinden bahsederler. Onların zamanlarında imanın esasatına ve köklerine hücum yoktu ve erkân-ı İmân sarsılmıyordu. Şimdi ise köklerine ve erkânına şiddetli ve cemaatli bir surette taarruz var. O divanlar ve risalelerin çoğu has müminlere ve fertlere hitap ederler; bu zamanın dehşetli taarruzunu defedemiyorlar.
Risaletü'n-Nur ise, Kur'an'ın bir manevi mucizesi olarak imanın esasatını kurtarıyor ve mevcut imandan istifade cihetine değil, belki çok deliller ve parlak bürhanlarla imanın ispatına ve tahkikine ve muhafazasına ve şübehattan kurtarmasına hizmet ettiğinden, herkese bu zamanda ekmek gibi, ilaç gibi lüzumu var olduğunu dikkatle bakanlar hükmediyorlar.
O divanlar derler ki: 'Veli ol, gör; makamata çık, bak, nurları, feyizleri al.'
Risaletü'n-Nur ise der: 'Her kim olursan ol; bak, gör. Yalnız gözünü aç, hakikati müşahede et, saadet-i ebediyenin anahtarı olan imanını kurtar.'
Hem Risaletü'n-Nur, en evvel tercümanının nefsini iknaa çalışır, sonra başkalara bakar. Elbette nefs-i emmaresini tam ikna eden ve vesvesesini tamamen izale eden bir ders, gayet kuvvetli ve halistir ki, bu zamanda cemaat şekline girmiş dehşetli bir şahs-ı manevi-i dalâlet karşısında tek başıyla galibâne mukabele eder.
Hem Risaletü'n-Nur sair ulemanın eserleri gibi, yalnız aklın ayağı ve nazarıyla ders vermez ve evliya misilli yalnız kalbin keşif ve zevkiyle hareket etmiyor. Belki akıl ve kalbin ittihat ve imtizacı ve ruh ve sair letaifin teavünü ayağıyla hareket ederek evc-i âlâya uçar. Taarruz eden felsefenin değil ayağı, belki gözü yetişmediği yerlere çıkar, hakaik-i imaniyeyi kör gözüne de gösterir.
Said Nursî
Lügatçe;
Risaletü'n-Nur: Risale-i Nur tabirinin Arapçası-erkân-ı İmân: Îmânın rükünleri, şartları-şübehat: Şüpheler-şahs-ı manevi-i dalâlet: Küfür ve dalâleti mânen temsil eden mânevî şahıs-letaif: Mânevî duygular, güzel, hoş ve ruhla ilgili hisler-teavün: Yardım, yardımlaşma-evc-i âlâ: En yüksek nokta. Zirve-hakaik-i imaniye: İman hakikatleri.