MAVERA-Sufi Muhabbet Mesaj Detayi Antoloji.com

Gönderen: Adem Kılıç
Alan:   Grup:MAVERA-Sufi Muhabbet
Tarih: 21.07.2012 01:23
Konu: Yn: Yn: [mavera-sufi-muh..]

Ramazan bayramdır.
İşte, Ramazan-ı Şerif adeta bir âhiret ticareti için gayet kârlı bir meşher, bir pazardır. Ve uhrevî hasılat için gayet mümbit bir zemindir. Ve neşvünemâ-i a'mâl için, bahardaki mâ-i Nisandır. Saltanat-ı rububiyet-i İlâhiyeye karşı ubudiyet-i beşeriyenin resmigeçit yapmasına en parlak, kudsî bir bayram hükmündedir. Ve öyle olduğundan, yemek içmek gibi nefsin gafletle hayvanî hâcâtına ve mâlâyâni ve hevâperestâne müştehiyâta girmemek için, oruçla mükellef olmuş. Güya muvakkaten hayvaniyetten çıkıp melekiyet vaziyetine veyahut âhiret ticaretine girdiği için, dünyevî hâcâtını muvakkaten bırakmakla, uhrevî bir adam ve tecessüden tezahür etmiş bir ruh vaziyetine girerek, savmı ile Samediyete bir nevi aynadarlık etmektir.

Evet, Ramazan-ı Şerif, bu fâni dünyada, fâni ömür içinde ve kısa bir hayatta, bâki bir ömür ve uzun bir hayat-ı bâkiyeyi tazammun eder, kazandırır. Evet, birtek Ramazan, seksen sene bir ömür semerâtını kazandırabilir. Leyle-i Kadir ise, nass-ı Kur'ân ile, bin aydan daha hayırlı olduğu, bu sırra bir hüccet-i kâtıadır.

Evet, nasıl ki bir padişah, müddet-i saltanatında, belki her senede, ya cülûs-u hümayun namıyla veyahut başka bir şâşaalı cilve-i saltanatına mazhar bazı günleri bayram yapar. Raiyetini, o günde umumî kanunlar dairesinde değil, belki hususî ihsânâtına ve perdesiz huzuruna ve has iltifatına ve fevkalâde icraatına ve doğrudan doğruya lâyık ve sadık milletini has teveccühüne mazhar eder. Öyle de, Ezel ve Ebed Sultanı olan on sekiz bin âlemin Padişah-ı Zülcelâli, o on sekiz bin âleme bakan, teveccüh eden ferman-ı âlişânı olan Kur'ân-ı Hakîmi, Ramazan-ı Şerifte inzal eylemiş. Elbette o Ramazan, mahsus bir bayram-ı İlâhî ve bir meşher-i Rabbânî ve bir meclis-i ruhanî hükmüne geçmek, mukteza-yı hikmettir.

Madem Ramazan o bayramdır. Elbette bir derece süflî ve hayvanî meşagilden insanları çekmek için, oruca emredilecek. Ve o orucun ekmeli ise, mide gibi bütün duyguları, gözü, kulağı, kalbi, hayali, fikri gibi cihazat-ı insaniyeye dahi bir nevi oruç tutturmaktır. Yani, muharremattan, mâlâyâniyattan çekmek ve herbirisine mahsus ubudiyete sevk etmektir. Meselâ, dilini yalandan, gıybetten ve galiz tabirlerden ayırmakla ona oruç tutturmak; ve o lisanı, tilâvet-i Kur'ân ve zikir ve tesbih ve salâvat ve istiğfar gibi şeylerle meşgul etmek; meselâ gözünü nâmahreme bakmaktan ve kulağını fena şeyleri işitmekten men edip, gözünü ibrete ve kulağını hak söz ve Kur'ân dinlemeye sarf etmek gibi, sair cihazata da bir nevi oruç tutturmaktır. Zaten mide en büyük bir fabrika olduğu için, oruçla ona tatil-i eşgal ettirilse, başka küçük tezgâhlar kolayca ona ittibâ ettirilebilir.
Lügatçe;
neşvünemâ-i a'mâl: Amellerin yeşermesi ve büyüyüp çoğalması-mâ-i Nisan: Nisan yağmuru-Saltanat-ı rububiyet-i İlâhiye: Allah`ın kâinatı terbiye ve idâre eden saltanatı, hâkimiyeti-ubudiyet-i beşeriye: İnsanların itaatleri, ibâdet ve kullukları-hevâperestâne: Sadece yasaklanmış, haram lezzet ve heveslerin peşinde taparcasına koşma-müştehiyât: Nefsin hoşuna giden ve iştâhla yenen şeyler-melekiyet: meleklik, melek gibi-tecessüden: Beden hâline gelerek, cesedleşerek-savm: Oruç-Samediyet: Herşey, Cenâb-ı Hakk`a muhtaç olduğu hâlde, Onun hiçbirşeye ihtiyacının olmaması-cülûs-u hümayun: Padişahın tahta çıkışı-mukteza-yı hikmet: Hikmet gereği, Herşeyi hikmetle yaratan Allah`ın Hakîm isminin gereği-süflî: Aşağı, bayağı-ekmel: En mükemmel-muharremat: Haram kılınan şeyler, haramlar-tatil-i eşgal: işlere son verme.
Cehennemin varlığı sonsuz rahmetle nasıl bağdaşabilir? (5)


('Göklerin ve yerin yaratılışını tefekkür ederler. 'Bunları boş yere yaratmadın, ey Rabbimiz,' derler. 'Seni bütün noksanlardan tenzih ederiz. Sen de bizi Cehennem ateşinin azâbından koru' âl-i İmran Sûresi: 3:191.)
('Cehennem azâbını bizden uzaklaştır. Onun azâbı dâimî bir helâktır. Gerçekten de orası ne kötü bir durak, ne kötü bir konaktır! ' Furkan Sûresi: 25:64-65.)

gibi pek çok âyetlerin ve başta Resul-i Ekrem (a.s.m.) ve umum peygamberler ve ehl-i hakikatın, her vakit dualarında en ziyade, ('Bizi cehennemden kurtar, * Bizi cehennemden koru, * Bizi cehennemden muhafaza eyle' cevşenü'l-kebir) ve vahiy ve şuhuda binaen onlarca kat'iyet kesb eden 'Cehennemden bizi hıfz eyle' demeleri gösteriyor ki, nev-i beşerin en büyük meselesi Cehennemden kurtulmaktır. Ve kâinatın pek çok ehemmiyetli ve muazzam ve dehşetli bir hakikati Cehennemdir ki, bir kısım o ehl-i şuhud ve keşif ve tahkik onu müşahede eder. Ve bir kısmı tereşşuhatını ve gölgelerini görür, dehşetinden feryat ederler, 'Bizi ondan kurtar' derler.

Evet, bu kâinatta hayır-şer, lezzet-elem, ziya-zulmet, hararet-bürudet, güzellik-çirkinlik, hidayet-dalâlet birbirine karşı gelmesi ve içine girmesi, pek büyük bir hikmet içindir. Çünkü şer olmazsa hayır bilinmez. Elem olmazsa lezzet anlaşılmaz. Zulmetsiz ziya, ehemmiyeti olmaz. Soğukla, hararetin dereceleri tahakkuk eder. Çirkinlikle, hüsnün tek bir hakikati, bin hakikat ve binler çeşit hüsün mertebeleri vücut bulur. Cehennemsiz, Cennetin pek çok lezzetleri gizli kalır. Bunlara kıyasen, herşey, bir cihette zıddıyla bilinebilir. Ve birtek hakikatı, sümbül verip çok hakikatler olur.

Madem bu karışık mevcudat dâr-ı fâniden dâr-ı bekaya akıp gidiyor. Elbette, nasıl ki hayır, lezzet, ışık, güzellik, İmân gibi şeyler Cennete akar; öyle de, şer, elem, karanlık, çirkinlik, küfür gibi zararlı maddeler Cehenneme yağar. Ve bu mütemadiyen çalkalanan kâinatın selleri o iki havuza girer, durur.

Lügatçe;
şuhud: Şâhid olma, müşâhede etme, görme-ehl-i şuhud ve keşif ve tahkik: Allahın ihsanı ile, görünmeyen ve bilinmeyen şeyleri görüp, keşfedip veya araştırarak bulanlar-tereşşuhat: Sızıntılar, belirtiler-bürudet: Soğukluk. Soğuk olmak-Zulmet: Karanlık-hüsn: Güzellik-dâr-ı fâni: Ölümlü, muvakkat, kaybolan, gelip geçici, devamlı olmayan yer, dünya-dâr-ı beka: Bâkî ve sonsuz kalınan yer, âhiret.