MAVERA-Sufi Muhabbet Mesaj Detayi Antoloji.com

Gönderen: Tuncay Kul
Alan:   Grup:MAVERA-Sufi Muhabbet
Tarih: 17.07.2012 12:19
Konu: KABE ve KIBLE' DEN MAKSAT GÖNÜL’E YÖNELMEKTİR...

KIBLEDEN MAKSAT GÖNÜL’E YÖNELMEKTİR
İlim mi? İlim bilmekten başka bir şey vermez. İlim insanı gönüle götürmeyecek ise, o ilim hobiden başka bir şey değildir. Ama bilen ile bilmeyen bir olur mu demiş Hüda. İlimi konuşalım, ilim ile gönül olunuyormu anlaşılsın. Sonra da aldığımız, anlattığımız ilmi terk edelim bakalım zevk nasıl şahlanacak.
İlim ilim dedikleri nedir ki?
Alemlerin Rabbine ait öyle gizli esmalar var ki, onlar toplum içinde ne görünür ne de bilinir. Hakk'a da görünmez. Rabbül alemin'in gizlediğini HAKK bilemez. Sadece HU bilir. Zata aittir. Veli bilemez, Efrad bilir.
Öyle bir derinlik ve muamma ki. Mesela, canın bir meyve istese, sana sorulsa neden istediğini; Sen sadece “canım çekti” dersin. Ama nedenini asla bilemezsin. Yani Hakk'ın bilemez, hakk sadece ahadiyyetinden düşen arzunun esmalar ile hislerini bilir. Ahadiyyet noktasını bilemezsin orası zat' aittir. Muammadır, Yetimin malıdır. Muhabbetin tam da burasında HU, RABBÜL ALEMİN, ALLAH, HAKK ve RABB farklılıkları ortaya girer. Hepsi birden ALLAH’tır ama detayalara inildiğinde AN içinde icra farklılıkları oluşur.
Arzuların sebeb merkezi olan Ahayiyyet yeri bilinemez. O murad eder ve arzu eder, insan sadece murad edilen şeye RUH takviyesi ile maşa olma görevini üstlenir. Meyvenin tadına da O (HU) bakar. Sen yoksun ki. Arzulayan da O’dur, yiyen de O’dur, tat alan da O’dur. kendini bilen de O’dur, kesretteki ilim tecellisinin noksanlığında bilemezliğe düşen de O’dur.
Subhan olan “HUvallaHU Ahad”, Nur-ı Muhammedi ile varlığa çıkmayı murad edip, “Allah-us Samed” olarak Rahmaniyeti ile Arş’a Üstüva eder ve o Arş’ta “ALLAH” ismi ile sıfatlanır. “Rahman”ın Arş’a Üstüna ettiği mekan İnsan’ın aklıdır, şuurudur, gönül gözüdür. Ve “Rahim” olarak dilediği akılda dilediği şekilde kendini gösterir ve ZAN ettirir. Ve İnsan Allah’ı bu ZAN’nı ile bilir. Allah, ZAN etme görevini ise İnsan ile beraber iç içe yaşayan Şeytan’a verir. Böylece İnsan kendi şeytanı ile Allah’ı zan etmiş olur. Ne zaman ki o şeytanı Müslüman eder, işte o zaman ZAN da ortadan kalkar ve Ademiyyet Nur’u hasıl olup, RABBi has’ını bulmuş olur.
Rahman ismi; ALLAH'ın Tüm kainatta (insan şuurunda) kesrete çıkışıdır. Rahim ise; esmalar ile cüzlere (tüm varlıklara ayrı ayrı) tecelli eden Allah'ın ismidir. Detaylara girilecek olursa ZAT (HU) münezzehtir. Münezzehliği detaylar ile kaimdir, tabiliği ise “Ahad” oluşu ile.
Bu nedenle detay konuşulacaksa HU, Rabbül Alemin, Allah, Hakk ve Rabb, bunları ayırmak gerek.
O A-ma’dadır ve her AN öyledir. Külliyen cümle alem ile beraber zahir ve batına “Allah” dedik..
Allah'ın müsemmasını da Nur-u Muhammedi bildik,,
O’nun müsemmadı da HU dur.
O’nun müsemması da İNSAN’dır vesselam...

İlm ettik söyledik saydık. Ne oldu yani şimdi bu bilgiler ile bir gönüle girebildik mi? Hayır. Sadece bildiğimizi zikrettik. Bu nedenle asl olan bilmek ile beraber Allah’ın mekanı olan tüm gönülleri selamlamasını da bilmek gerekir. Bunlar ilimdir aşk yaratır, aşk ise ikilik yaratacağından ilim perde olur. Ve gönülde son bulamayan ilim terk edilemeyeceğinden İnsanı büyüklendirerek Firavun eder. Kabe’in etrafında döndüre döndüre Kabe’nin içini haya eder. Oysa gaye Kabe’nin etrafında dönmek değildir, Kabe’nin içine girmektir. Kıble gönülde bulmaktır. Secdegahı gönül bilmektir. yani KABE’yi FETH etmektir. Kalpleri feth etmektir.
Kabe’nin içinde Kıble aranmaz. Bu ilim Kabe’nin dışındadır, içinde ilim olmaz. Cebrail sidre-i mümtehaya ilmi ile girebildi mi ki? Allah’ın zatı olan “BEN” yerini kendi gönlünde hissedip tenezzüle dalmak gerek.
İlmi şah olup da, gönül içindeki “BEN” noktasına gelmeyenin ilmi şirktir. Perdedir. Kıblenin bile yok olduğu yer ruhunun imam olduğu yerdir. Kıble’den maksat ruh (ZAT’ın tecellisi) a yönelmektir. Ruhtan sonra öz Fıtrat’a ve Fıtrat’tan sonra da öz NEFS’e yönelmek gerekir. Has Nefs, şeytanın vesvese vermediği hiçbir şeyin nefsini sorgulamadığı nefs tir. Öyle bir nefse sahip olmak için ise kalender ve tavazulu Ayna Gönül gerekir. Zat’ın bulunacağı yer gönüldür.
Ben tüm kabe ve kıble lafızlarımda gönülden, onun da evlası kalpten ondan da alası yürekten bahsederek noktaya dem vurup, zattan bahsederim.
Zaten ruh bir emr olarak A'ma olana yönlendirir. Yani RUH bir aracıdır, fıtratı harekete geçiren. Zat'ı ile A'ma ya ulaşan şişi Muhammed'in zatını kendi gönlünde bulacaktır. Elhamdülilah.
Orada zahiri mürşid kalkar. Tek mürşid kendisi ile kendisi olduğun Muhammed in manası olur. O’nun müsemmasıı da HU yani Zatullahtır.

İlim, Hakikat ile alakalıdır; ama Gönül Marifet işidir; Hiçbir zaman, hiçbir yerde uçan kuşun kanadını kırmamak ve hep gönüllere dalmak gerekir.
Uçan kuşun kanadını kırmamalıyız diyerek biraz da fiiliyattan örnekler verelim:
Biri sana safi gönül ile kendince güzel bir şey tavsiye ettiğinde, o tavsiye o kişi ile alakalıdır. Ve gönlünün kelamıdır. Sana tavsiye eder, ve sen de “eyvallah” der geçersin. Buraya kadar asla sorun yok. İster tavsiye edileni yaparsın, ister yapmazsın, seninle alakalıdır ve kimse de karışamaz.
Velakin. Sana tavsiye edilen şeye sen hemen itiraz mekanizmasını ortaya koyarsan konunun içinde bir başka kapı açmış olursun. İtiraz mekanizmasını devreye soktuğunda, sana tavsiyede bulunan kişi, tavsiye ettiği şeyin tersi halini yaşadığını görmeye başlar. Bu tersliği de sana tavsiye eden kişi görür, ve sen farkına bile varmazsın.

Tavsiyem şudur ki: Sana tavsiye edilen şeylerde olumlu yaklaş ve “tamam” de, “eyvallah” de geç. Sonra da İster yap, ister yapma. Yani Kapıyı baştan kapat. İtiraz ederek başka kapı açma.
Bu HAL ehlinin meziyetidir, herkez bilmez. Çünkü uyarıya gelenin “resul” olduğunu bilirler. “biz resul göndermediğimiz hiçbir şehri helak etmedik” ayeti şuuruna anında gelir Hall ehlinin… Hal ehli o an “tamam der ve geçer ister yapar ister yapmaz.
Ama Halden bi haber olanlar için “Tamam” demek nefslerine zor gelir o anda.

Sokaktaki çocuk bana akıl verse, verdiği akıl alakasız bile olsa, onun başını sıvazlar tamam der geçerim. “Hayır” deyip itiraz etsem, Allah mutlaka o çocuğun uyarısının gerçekleştiğini kendisine gösterecektir. Ben bile anlamam Allah’ın o çocuğa ne gösterdiğini. Ama o çocuk görür. Belki değersiz bir uyarıdır çocukçadır, ama o çocuğun dünyasındaki boyuta göre büyük bir uyarıdır. İşte o çocuk sana gelen “resul” dür…
kabulden gel, itiraz edersen, uyarısı tutar. Çünkü safi bir gönül ile tavsiye etmiştir. Safi gönül Allah’ın mekanıdır.
İşte sana gönlü ile tavsiyede bulunan kişiyi en azından o çocuk yerine koyup eyvallah diyebilmektir HAL ehlinin marifeti.. Ama gözünde tavsiye eden kişiyi büyütür ve kendi benliğini üstün grüp, itiraz ettiğinde başka bir kapı açmış olursun.. bu defa üstün gördüğün benliğinin sınavı başlar…
Minik bir çocuk, veya evladın sana hava uçan bir kuş için ' aaa anne/baba bak uçak geçiyor ' derse anne olarak onun o heyecanını kırmayıp evet “evlat uçak geçiyor” dersin.. o anda ”hayır o kuştur” da diyebilirsin bir şey öğretmek için.. ki bu öğretme duygusu da güzel bir niyettir. Ama “ön plana” çocuğun o tatlı heyecanı çıktığını “fark” ettiğinde “Hayır o kuştur” desen belki çocuğun o andaki heyecanı yıkılacaksın. Niyetinin safiliği ile yalan söylemiş olursun.. Burası hassas (yer, zaman ve mizan’a göre değişir bunu iyi idrak et) ... HAL ehlinin enfusunda bir meseledir bu..
İşte o safi gönül ile söylenen yalan, yalan olmaz ey gönül...
Sözün kısası. 'UÇAN KUŞUN KANADINI KIRMA, GÖNÜLE YÖNEL'..

Tuncay KUL
(bahr-ı harabe)