MAVERA-Sufi Muhabbet Mesaj Detayi Antoloji.com

Gönderen: Adem Kılıç
Alan:   Grup:MAVERA-Sufi Muhabbet
Tarih: 16.07.2012 01:18
Konu: Yn: Yn: [mavera-sufi-muh..]

Allahım, kullarına Seni nasıl tanıyacaklarını ve Sana nasıl kulluk edeceklerini öğretmek ve isimlerinin hazinelerini tarif etmek üzere, kâinat kitabının âyetlerinin tercümanı ve kulluğuyla Senin cemâl-i rububiyetine bir ayna olarak gönderdiğin zâta, onun bütün âl ve ashâbına salât ve selâm et. Bize ve erkek, kadın bütün mü’minlere merhamet et. Âmin, rahmetinle ey merhamet edenlerin en merhametlisi

Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ferman etmiş:
(Allah bir topluluk için hayır murad ettiğinde, onlara nefislerinin ayıplarını gösterir)
Kur'ân-ı Hakîmde Hazret-i Yusuf Aleyhisselâm demiş:
('Ben nefsimi temize çıkarmam. Çünkü nefis kötülüğü emredicidir.' Yusuf Sûresi: 12:53)
Evet, nefsini beğenen ve nefsine itimad eden, bedbahttır.
Nefsinin ayıbını gören, bahtiyardır.
Öyleyse senbahtiyarsın.
Bediüzzaman

Hemcinsine şefkat, şükr-ü hakikînin bir esasıdır
Oruç, hayat-ı içtimaiye-i insaniyeye baktığı cihetle çok hikmetlerinden bir hikmeti şudur ki:
İnsanlar maişet cihetinde muhtelif bir surette hâlk edilmişler. Cenâb-ı Hak, o ihtilâfa binaen, zenginleri fukaraların muavenetine davet ediyor. Halbuki, zenginler fukaranın acınacak acı hâllerini ve açlıklarını, oruçtaki açlıkla tam hissedebilirler. Eğer oruç olmazsa, nefisperest çok zenginler bulunabilir ki, açlık ve fakirlik ne kadar elîm ve onlar şefkate ne kadar muhtaç olduğunu idrak edemez. Bu cihette insaniyetteki hemcinsine şefkat ise, şükr-ü hakikînin bir esasıdır. Hangi fert olursa olsun, kendinden bir cihette daha fakiri bulabilir; ona karşı şefkate mükelleftir. Eğer nefsine açlık çektirmek mecburiyeti olmazsa, şefkat vasıtasıyla muavenete mükellef olduğu ihsanı ve yardımı yapamaz, yapsa da tam olamaz. Çünkü, hakikî o hâleti kendi nefsinde hissetmiyor.
Lügatçe:
hayat-ı içtimaiye-i insaniye: İnsanların sosyal hayatı-maişet: Yaşayış, yaşamak için lüzumlu bulunan maddeler-muavenet: Yardım, yardımlaşma-nefisperest: Nefsin arzularına aşırı derecede uyan, nefsini çok seven-elîm: Acı veren, çok acıklı, üzüntü veren.
İnsan yaptığı kötülüklerin cezasını çeker, iyilikleri kendisine maledemez; Neden?
Evet, Kur'ân'ın dediği gibi, insan, seyyiâtından tamamen mes'ûldür. Çünkü, seyyiâtı isteyen odur. Seyyiât, tahribât nevinden olduğu için, insan bir seyyie ile çok tahribât yapabilir. Müthiş bir cezaya kesb-i istihkak eder: bir kibrit ile bir evi yakmak gibi. Fakat, hasenâtta iftihara hakkı yoktur; onda, onun hakkı pek azdır. Çünkü, hasenâtı isteyen, iktizâ eden rahmet-i İlâhiye ve icad eden kudret-i Rabbâniyedir. Suâl ve cevab, dâî ve sebep, ikisi de Hak'tandır. İnsan, yalnız duâ ile, İmân ile, şuur ile, rızâ ile, onlara sahip olur.

Fakat seyyiâtı isteyen, nefs-i insaniyedir -ya istidad ile, ya ihtiyâr ile. Nasıl ki beyaz, güzel güneşin ziyâsından bâzı maddeler, siyahlık ve taaffün alır; o siyahlık onun istidadına âittir. Fakat, o seyyiâtı çok mesâlihi tazammun eden bir kanun-u İlâhî ile icad eden, yine Hak'tır. Demek, sebebiyet ve suâl, nefistendir ki, mesuliyeti o çeker. Hakka âit olan halk ve icad ise, daha başka güzel netice ve meyveleri olduğu için, güzeldir, hayırdır.

İşte, şu sırdandır ki, kisb-i şer, şerdir; halk-ı şer, şer değildir.

Lügatçe;
seyyiât: Kötülükler, günahlar, suçlar-mes'ûl: Sorumlu-tahribât: Yıkımlar, bozmalar-seyyie: Kötülük, günah, suç, fenalık-kesb-i istihkak: Hak kazanma, lâyık olma, müstehak olma-hasenât: Hayırlar, iyilik ve güzellikler-iftihar: Övünme-Suâl: İsteme-cevab: Karşılık-dâî: Sebep, vasıta-istidad: Kabiliyetler, yetenekler, meziyetler-ihtiyâr: İrâde, kendi isteğiyle seçme ve hareket etme-taaffün: Kokuşma, bozulma, çürüme-mesâlih: işler, faydalar, maksatlar-halk: Yaratma, var etme-kisb-i şer: Kötü olan bir işi yapmak veya o işe âlet olmak-şer: Kötü, kötülük-halk-ı şer: Kötülüğü yaratma, şerrin yaratılışı.