Gruplarınızı Görmek İçin Üye Girişi Yapın
Allahım! Bizi nefsin, şeytanın, cinin ve insanın şerrinden muhafaza et
Cenab-ı hak bir abdini severse,
dünyayı ona küstürür, çirkin gösterir.
Bediüzzaman
Allah, nimetlerin fiyatı olarak şükür istiyor.
İKİNCİ NÜKTE
Ramazan-ı Mübareğin savmı, Cenâb-ı Hakkın nimetlerinin şükrüne baktığı cihetle, çok hikmetlerinden bir hikmeti şudur ki:
Birinci Sözde denildiği gibi, bir padişahın mutfağından bir tablacının getirdiği taamlar bir fiyat ister. Tablacıya bahşiş verildiği hâlde, çok kıymettar olan o nimetleri kıymetsiz zannedip onu in'âm edeni tanımamak nihayet derecede bir belâhet olduğu gibi; Cenâb-ı Hak, hadsiz envâ-ı nimetini nev-i beşere zemin yüzünde neşretmiş; ona mukabil, o nimetlerin fiyatı olarak şükür istiyor. O nimetlerin zâhirî esbabı ve ashabı, tablacı hükmündedirler. O tablacılara bir fiyat veriyoruz, onlara minnettar oluyoruz. Hattâ, müstehak olmadıkları pek çok fazla hürmet ve teşekkürü ediyoruz. Halbuki, Mün'im-i Hakikî, o esbabdan hadsiz derecede, o nimet vasıtasıyla şükre lâyıktır. İşte Ona teşekkür etmek, o nimetleri doğrudan doğruya Ondan bilmek, o nimetlerin kıymetini takdir etmek ve o nimetlere kendi ihtiyacını hissetmekle olur.
İşte, Ramazan-ı Şerifteki oruç, hakikî ve hâlis, azametli ve umumî bir şükrün anahtarıdır. Çünkü, sair vakitlerde mecburiyet tahtında olmayan insanların çoğu, hakikî açlık hissetmedikleri zaman, çok nimetlerin kıymetini derk edemiyor. Kuru bir parça ekmek, tok olan adamlara, hususan zengin olsa, ondaki derece-i nimet anlaşılmıyor. Halbuki, iftar vaktinde, o kuru ekmek, bir mü'minin nazarında çok kıymettar bir nimet-i İlâhiye olduğuna kuvve-i zâikası şehadet eder. Padişahtan tâ en fukaraya kadar herkes, Ramazan-ı Şerifte o nimetlerin kıymetlerini anlamakla bir şükr-ü mânevîye mazhar olur.
Hem gündüzdeki yemekten memnûiyeti cihetiyle, 'O nimetler benim mülküm değil. Ben bunların tenâvülünde hür değilim. Demek başkasının malıdır ve in'âmıdır; Onun emrini bekliyorum' diye, nimeti nimet bilir, bir şükr-ü mânevî eder.
İşte, bu suretle oruç çok cihetlerle hakikî vazife-i insaniye olan şükrün anahtarı hükmüne geçer.
Lügatçe;
savm: Oruç-in'âm: Nîmet vermek, ihsan etmek-belâhet: Ahmaklık, düşüncesizlik, ne yaptığını iyi bilememek-esbab: Sebepler-ashab: Sahipler-Mün'im-i Hakikî: Gerçek nîmet verici olan Allah-kuvve-i zâika: Tat alma duygusu-memnûiyet: Yasaklılık, yasaklanmış olma-tenâvül: Yiyip içmek.
Kabul şartlarını yerine getirerek dua etmeliyiz
Sual: Mü'minin mü'mine en iyi duası nasıl olmalıdır?
Elcevap: Esbab-ı kabul dairesinde olmalı. Çünkü bazı şerâit dahilinde dua makbul olur. Şerâit-i kabulün ictimaı nispetinde makbuliyeti ziyadeleşir.
Ezcümle, dua edileceği vakit, istiğfar ile mânevî temizlenmeli; sonra, makbul bir dua olan salâvat-ı şerifeyi şefaatçi gibi zikretmeli ve âhirde yine salâvat getirmeli. Çünkü, iki makbul duanın ortasında bir dua makbul olur.
*Hem bizahri'l-gayb, yani gıyaben ona dua etmek,
*Hem hadiste ve Kur'ân'da gelen me'sur dualarla dua etmek; meselâ,
('Allahım, Senden kendim ve onun için dünyada ve âhirette af ve âfiyet istiyorum' Hadis-i Şerif meali)
('Ey Rabbimiz, bize dünyada da güzellik ver, âhirette de güzellik ver. Ve bizi Cehennem ateşinin azâbından koru.' Bakara Sûresi: 2:201)
gibi câmi dualarla dua etmek
*Hem hulûs ve huşû ve huzur-u kalble dua etmek,
*Hem namazın sonunda, bilhassa sabah namazından sonra,
*Hem mevâki-i mübarekede, hususan mescidlerde,
*Hem Cumada, hususan saat-i icabede,
*Hem şuhur-u selâsede, hususan leyâli-i meşhurede,
*Hem Ramazan'da, hususan Leyle-i Kadirde dua etmek, kabule karin olması rahmet-i İlâhiyeden kaviyen me'muldür.
O makbul duanın ya aynen dünyada eseri görünür; veyahut dua olunanın âhiretine ve hayat-ı ebediyesi cihetinde makbul olur. Demek, aynı maksat yerine gelmezse, dua kabul olmadı denilmez, belki daha iyi bir surette kabul edilmiş denilir.
Lügatçe;
Şerâit-i kabûl: Kabûl şartları-ictima: Toplanmak. Bir araya gelmek-me'sur: Ecdaddan rivayet edilen. * Meşhur-câmi: Kapsayıcı; birçok şeyle alâkalı olan-hulûs: Hâlislik, saflık, samimiyet, içtenlik-huşû: Korku ile karışık sevgiden gelen edebli hâl-saat-i icabe: Duânın kabul edildiği ve insanlarca bilinmeyen Cuma gününde bir vakit-şuhur-u selâse: Üç aylar-leyâli-i meşhure: Meşhur mübarek geceler, kandil geceleri.