MAVERA-Sufi Muhabbet Mesaj Detayi Antoloji.com

Gönderen: Adem Kılıç
Alan:   Grup:MAVERA-Sufi Muhabbet
Tarih: 05.07.2012 15:43
Konu: Yn: Yn: [mavera-sufi-muh..]

Bütün yeryüzünü bir sofra-i nimet eden ve bahar mevsimini bir çiçek destesi yapan
ve o sofranın yanına koyan ve üstüne serpen bir Cevâd-ı Kerîmin misafirine,
fakr ve ihtiyaç nasıl elîm ve ağır olabilir?
Bediüzzaman

Kâinatı ve küreleri birbirine bağlayacak mânevî zincirler
Hem hikmet nazarında dahi zulümdür. Zira malûmdur ki, adâvet ve muhabbet, nur ve zulmet gibi zıttırlar. İkisi, mânâ-yı hakikîsinde olarak beraber cem olamazlar.
Eğer muhabbet, kendi esbabının rüchaniyetine göre bir kalbde hakikî bulunsa, o vakit adâvet mecazî olur, acımak suretine inkılâb eder. Evet, mü'min, kardeşini sever ve sevmeli. Fakat fenalığı için yalnız acır. Tahakkümle değil, belki lütufla ıslahına çalışır. Onun için, nass-ı hadisle, 'Üç günden fazla mü'min mü'mine küsüp kat-ı mükâleme etmeyecek.' * Eğer esbab-ı adâvet galebe çalıp, adâvet, hakikatiyle bir kalbde bulunsa, o vakit muhabbet mecazî olur, tasannu ve temellük suretine girer.

Ey insafsız adam! Şimdi bak ki, mü'min kardeşine kin ve adâvet ne kadar zulümdür. Çünkü, nasıl ki sen âdi, küçük taşları Kâbe'den daha ehemmiyetli ve Cebel-i Uhud'dan daha büyük desen, çirkin bir akılsızlık edersin. Aynen öyle de, Kâbe hürmetinde olan İmân ve Cebel-i Uhud azametinde olan İslâmiyet gibi çok evsâf-ı İslâmiye muhabbeti ve ittifakı istediği hâlde, mü'mine karşı adâvete sebebiyet veren ve âdi taşlar hükmünde olan bazı kusurâtı İmân ve İslâmiyete tercih etmek, o derece insafsızlık ve akılsızlık ve pek büyük bir zulüm olduğunu, aklın varsa anlarsın.

Evet, tevhid-i imanî, elbette tevhid-i kulûbu ister. Ve vahdet-i itikad dahi, vahdet-i ictimaiyeyi iktiza eder.

Evet, inkâr edemezsin ki, sen bir adamla beraber bir taburda bulunmakla, o adama karşı dostâne bir rabıta anlarsın; ve bir kumandanın emri altında beraber bulunduğunuzdan, arkadaşâne bir alâka telâkki edersin. Ve bir memlekette beraber bulunmakla, uhuvvetkârâne bir münasebet hissedersin. Halbuki, imanın verdiği nur ve şuurla ve sana gösterdiği ve bildirdiği esmâ-i İlâhiye adedince vahdet alâkaları ve ittifak rabıtaları ve uhuvvet münasebetleri var. Meselâ, her ikinizin Hâlıkınız bir, Mâlikiniz bir, Mâbudunuz bir, Râzıkınız bir-bir, bir, bine kadar bir, bir.
Hem Peygamberiniz bir, dininiz bir, kıbleniz bir-bir, bir, yüze kadar bir, bir.

Sonra köyünüz bir, devletiniz bir, memleketiniz bir-on'a kadar bir, bir.

Bu kadar bir birler vahdet ve tevhidi, vifak ve ittifakı, muhabbet ve uhuvveti iktiza ettiği ve kâinatı ve küreleri birbirine bağlayacak mânevî zincirler bulundukları hâlde, şikak ve nifâka, kin ve adâvete sebebiyet veren örümcek ağı gibi ehemmiyetsiz ve sebatsız şeyleri tercih edip mü'mine karşı hakikî adâvet etmek ve kin bağlamak, ne kadar o rabıta-i vahdete bir hürmetsizlik ve o esbab-ı muhabbete karşı bir istihfaf ve o münasebât-ı uhuvvete karşı ne derece bir zulüm ve i'tisaf olduğunu, kalbin ölmemişse, aklın sönmemişse anlarsın.
Lügatçe;
adâvet: Düşmanlık-zulmet: Karanlık-mânâ-yı hakikî: Gerçek mânâ-esbab: Sebepler-rüchaniyet: Üstün oluş, önemli oluş-mecazî: Hakîki olmayan-inkılâb: Değişme, değişim-nass-ı hadis: Hadîsin açık ve kesin hükmü-esbab-ı adâvet: Düşmanlık sebepleri-tasannu: Yapmacık hareket-temellük: Zorakilik-Cebel-i Uhud: Uhud dağı-azamet: Büyüklük-evsâf-ı İslâmiye: İslamî Özellikler, sıfatlar-tevhid-i imanî: iman birliği-tevhid-i kulûb: Kalplerin birliği, birleşmesi-vahdet-i itikad: İnanç ve itikadda birlik-vahdet-i ictimaiye: Sosyal birlik, beraberlik-uhuvvetkârâne: Kardeşcesine-vahdet: Birlik, beraberlik-vifak: Dostça, samîmi olarak birleşme-şikak: Nifak, ikilik, ittifaksızlık-nifâk: ikiyüzlülük, münafıklık-rabıta-i vahdet: Birlik bağı-esbab-ı muhabbet: Sevme sebepleri-istihfaf: Hafife alma, küçümseme-i'tisaf: Zulüm ve haksızlık etmek. Doğru yoldan ayrılmak.
Haksızlık.
Laiklik dinsizlik şeklini almış ise, bin canım olsa imana feda ederim

Eğer laik cumhuriyet soruyorsanız; ben biliyorum ki, laik manası bîtaraf kalmak, yani hürriyet-i vicdan düsturuyla dinsizlere ve sefahetçilere ilişmediği gibi, dindarlara ve takvacılara da ilişmez bir hükûmet telakki ederim. On senedir -şimdi yirmi sene oluyor- ki, hayat-ı siyasiye ve içtimaiyeden çekilmişim. Hükûmet-i cumhuriye ne hal kesb ettiğini bilmiyorum. El-iyazü billah, eğer dinsizlik hesabına, îmanına ve ahiretine çalışanları mes'ul edecek kanunları yapan ve kabul eden bir dehşetli şekle girmiş ise, bunu size bilaperva îlan ve ihtar ederim ki: Bin canım olsa, îmana ve ahiretime feda etmeye hazırım. Ne yaparsanız yapınız. Benim son sözüm olarak, siz beni îdam ve ağır ceza ile zulmen mahkûm etmenize mukabil derim: Ben, Risale-i Nur'un keşf-i katîsi ile îdam olmuyorum, belki terhis edilip nur alemine ve saadet alemine gidiyorum. Ve sizi, ey dalalet hesabına bizi ezen bedbahtlar, îdam-ı ebedî ile ve daimî haps-i münferid ile mahkûm bildiğimden ve gördüğümden, tamamıyla intikamımı sizden alarak, kemal-i rahat-ı kalble teslim-i ruh etmeye hazırım.
Mevkuf
Said Nursî