MAVERA-Sufi Muhabbet Mesaj Detayi Antoloji.com

Gönderen: Adem Kılıç
Alan:   Grup:MAVERA-Sufi Muhabbet
Tarih: 27.06.2012 00:27
Konu: Yn: Yn: [mavera-sufi-muh..]

Abdullah bin Mübârek hazretlerine sordular:

*** Eğer Cenâb-ı Hak sana, öleceğin ânı bildirse idi ne ile meşgul olurdun?

*** İlim ile meşgul olurdum? , der. Peki derler:

*** İlimden daha üstün bir ibâdet yok mu ki, onunla meşgul olsanız?

*** Evet. İlimden daha üstün bir ibadet yoktur., dedi. Yanındakiler:

*** İlme çalışmanın her türlü ibâdetten üstün olduğunu ne ile isbât edersiniz? , deyince Hz. Abdullah:

*** İlim her şeyden üstündür. Çünkü Cenâb-ı Hak Peygamberine her şeyi verdi. Fazlasını istemekle emir buyurmadı. İlim hakkında ise meâlen:

Ey Habibim! De ki: Rabbim benim ilmimi artır.'(Tâhâ Sûresi, 114 meali)
Âhirzamanda şiddetli ve dehşetli bir bela gelecek, herkese isabet edecek. Ondan kurtulan olmaz. Ancak Allah’ın dinini bilen ve ona göre lisanıyla ve kalbiyle mücahede eden bir adam kurtulacak. O ise, ona sâbıkların, geçmişlerin mesleği sebkat etmiştir. Bir de Allah’ın dinini bilip tasdik eden birisi kurtulacak.hadisi şerif
Allah'ım, 'Sahabîlerim yıldızlar gibidir. Hangisine uyarsanız yolunuzu bulursunuz' ve 'Nesillerin en hayırlısı benim içinde bulunduğum nesildir' diye buyuran Efendimiz Muhammed'e, Onun âl ve Ashâbına salât ve selâm eyle.

Hastalık hayatı safileştirir, kuvvetleştirir

Cemîl-i Zülcelâlin bütün isimleri, 'Esmâü'l-Hüsnâ' tabir-i Samedânîsiyle gösteriyor ki, güzeldirler. Mevcudat içinde en lâtif, en güzel, en câmi âyine-i Samediyet de hayattır. Güzelin aynası güzeldir. Güzelin mehâsinlerini gösteren ayna güzelleşir. O aynanın başına o güzelden ne gelse güzel olduğu gibi, o hayatın başına dahi ne gelse, hakikat noktasında güzeldir. Çünkü, güzel olan o Esmâü'l-Hüsnânın güzel nakışlarını gösterir.

Hayat, daima sıhhat ve âfiyette yeknesak gitse, nâkıs bir ayna olur. Belki bir cihette adem ve yokluğu ve hiçliği ihsas edip sıkıntı verir, hayatın kıymetini tenzil eder, ömrün lezzetini sıkıntıya kalb eder. Çabuk vaktimi geçireceğim diye, sıkıntıdan ya sefahete, ya eğlenceye atılır. Hapis müddeti gibi, kıymettar ömrüne adâvet edip, çabuk öldürüp geçirmek istiyor.
Fakat tahavvülde ve harekette ve ayrı ayrı tavırlar içinde yuvarlanmakta olan bir hayat, kıymetini ihsas ediyor, ömrün ehemmiyetini ve lezzetini bildiriyor. Meşakkatte ve musibette dahi olsa, ömrün geçmesini istemiyor. 'Aman güneş batmadı, ya gece bitmedi' diye sıkıntısından of, of etmiyor.

Evet, gayet zengin ve işsiz, istirahat döşeğinde her şeyi mükemmel bir efendiden sor, 'Ne haldesin? ' Elbette, 'Aman vakit geçmiyor; gel bir şeş beş oynayalım. Veyahut vakti geçirmek için bir eğlence bulalım' gibi müteellimâne sözleri ondan işiteceksin. Veyahut tûl-i emelden gelen, 'Bu şeyim eksik; keşke şu işi yapsaydım' gibi şekvâları işiteceksin.

Sen bir musibetzede veya işçi ve meşakkatli bir halde olan bir fakirden sor, 'Ne haldesin? ' Aklı başında ise diyecek ki: 'Şükürler olsun Rabbime, iyiyim, çalışıyorum. Keşke çabuk güneş gitmeseydi, bu işi de bitirseydim. Vakit çabuk geçiyor, ömür durmuyor, gidiyor. Vakıa zahmet çekiyorum; fakat bu da geçer. Herşey böyle çabuk geçiyor' diye, mânen ömür ne kadar kıymettar olduğunu, geçmesindeki teessüfle bildiriyor. Demek, meşakkat ve çalışmakla, ömrün lezzetini ve hayatın kıymetini anlıyor. İstirahat ve sıhhat ise, ömrü acılaştırıyor ki, geçmesini arzu ediyor.

Ey hasta kardeş! Bil ki, başka risalelerde tafsilâtıyla katî bir surette isbat edildiği gibi, musibetlerin, şerlerin, hattâ günahların aslı ve mayası ademdir. Adem ise şerdir, karanlıktır. Yeknesak istirahat, sükût, sükûnet, tevakkuf gibi hâletler, ademe, hiçliğe yakınlığı içindir ki, ademdeki karanlığı ihsas edip sıkıntı veriyor. Hareket ve tahavvül ise, vücuttur, vücudu ihsas eder. Vücut ise hâlis hayırdır, nurdur.

Madem hakikat budur; sendeki hastalık, kıymettar hayatı sâfileştirmek, kuvvetleştirmek, terakki ettirmek ve vücudundaki sair cihazat-ı insaniyeyi o hastalıklı uzvun etrafına muavenettarane müteveccih etmek ve Sâni-i Hakîmin ayrı ayrı isimlerinin nakışlarını göstermek gibi çok vazifeler için, o hastalık senin vücuduna misafir olarak gönderilmiştir. İnşaallah çabuk vazifesini bitirir, gider. Ve âfiyete der ki: 'Sen gel, benim yerimde daimî kal, vazifeni gör. Bu hane senindir, âfiyetle kal.'

Lügatçe;
tabir-i Samedânî: Hiçbir şeye muhtaç olmayan Cenab-ı Hakk`a âit ifâde, deyim-âyine-i Samediyet: Allah`ın hiçbir şeye muhtaç olmayıp herşeyin Ona muhtaç olduğunu gösterme, ayna olma-nâkıs: Noksan, eksik-adem: Yokluk, hiçlik-ihsas: Hissettirme-tenzil: düşürme, aşağı indirme-adâvet: düşmanlık-tahavvül: Bir halden diğer bir hale geçme, değişme, dönüşme, değişiklik-tevakkuf: Durma, duraklama-muavenettarane: Yardımlaşarak.
Kendini büyük göreni, siz büyük tanımayınız

Sual: Bir büyük adama ve bir veliye ve bir şeyhe ve bir büyük âlime karşı nasıl hür olacağız? Onlar meziyetleri için bize tahakküm etmek haklarıdır. Biz onların faziletlerinin esiriyiz.

Cevap: Velâyetin, şeyhliğin, büyüklüğün şe'ni tevazu ve mahviyettir, tekebbür ve tahakküm değildir. Demek, tekebbür eden sabiyy-i müteşeyyihtir. Siz de büyük tanımayınız.

Lügatçe;
meziyet: İyi ve doğru hareket; üstünlük vasıfları-tahakküm: Zorbalık etme; zorla hükmetme, mânevî baskı. Diktatörlük-şe'n: İş, gerek, tavır, hal-tevazu: Alçak gönüllülük, kibirsizlik-mahviyet: Kendini büyük görmemek-tekebbür: Kibirlenme, kendini büyük sayma-sabiyy-i müteşeyyih: yaşlı görünümlü çocuk, Büyüklük taslayan çocuk.