Gruplarınızı Görmek İçin Üye Girişi Yapın
Hamd ve senâ, medih ve minnet Ona mahsustur, Ona lâyıktır.
Demek nimetler Onundur ve Onun hazinesinden çıkar.
Hazine ise daimîdir.
Bediüzzaman
Üstadın yazısının noksan olmasının hikmeti
Beşinci nümune: Bu biçare Said’in gayet muhtaç olduğu ve yetmiş seneden beri o san’atla meşgul olması ve bazı gün iki yüz sahife kadar tashihe mecbur olmasıyla beraber, on yaşındaki zeki bir çocuğun on günde muvaffak olduğu yazı kadar bir yazıya mâlik olamadığına hayret ediliyordu. Halbuki Said bütün bütün istidatsız değildir. Hem de nesebî kardeşlerinin hepsinin de güzel yazıları olduğu halde, bu kadar yazıya muhtaç iken böyle yarım ümmî vaziyetinin hikmeti, kanaat-i kat’iyemle şudur ki:
Bir zaman gelecek ki, cüz’î ve şahsî iktidarlar, kuvvetler mukabele edemeyecek dehşetli ve mânevî düşmanların hücumu zamanında güzel yazı sahiplerini ruh u canıyla aramak ve hizmetine şerik etmek ve o çekirdeğin etrafında su, hava, nur gibi o mânevî ağaca hizmet etmek için o şahsî ve cüz’î hizmeti, küllî ve umumî ve kuvvetli ve bir kaleme mukabil binler kalemi bulmak hikmetiyle ve buz parçası gibi benliğini o mübarek havuz içinde eritmesiyle hakikî ihlâsı elde etmek ve bu suretle imana hizmet etmek hikmetiyle olmuş.
Said Nursî
Lügatçe;
tashih: düzeltme-istidat: kàbiliyet, yetenek-nesebî: aynı nesepten ve soydan olma-kanaat-i kat’iye: kesin kanaat, fikir-cüz’î: küçük, ferdî-şerik: ortak-küllî: genel, kapsamlı.
Çok Kadınla evlilik, esir ve köle hakkında
Sual: Taaddüd-ü zevcat ve esir ve köle gibi bazı mesâili, bazı ecnebîler serrişte ederek, medeniyet nokta-i nazarında şeriata bazı evham ve şübehâtı irad diyorlar.
Cevap: Şimdilik mücmelen bir kaide söyleyeceğim. Tafsilini müstakil bir risale ile beyan etmek fikrindeyim. İşte, İslâmiyetin ahkâmı iki kısımdır:
Birisi: şeriat ona müessestir, bu ise hüsn-ü hakikî ve hayr-ı mahzdır.
İkincisi: Şeriat, muaddildir. Yani, gayet vahşî ve gaddar bir suretten çıkarıp, ehven-i şer ve muaddel ve tabiat-ı beşere tatbiki mümkün ve tamamen hüsn-ü hakikîye geçebilmek için zaman ve zeminden alınmış bir surete ifrağ etmiştir. Çünkü, birden tabiat-ı beşerde umumen hükümferma olan bir emri birden ref etmek, bir tabiat-ı beşeri birden kalb etmek iktiza eder. Binaenaleyh, şeriat vâzı-ı esaret değildir; belki en vahşî suretten böyle tamamen hürriyete yol açacak ve geçebilecek surete indirmiştir, tâdil etmiştir.
Hem de, dörde kadar taaddüd-ü zevcat tabiata, akla, hikmete muvafık olmakla beraber; şeriat bir taneden dörde çıkarmamış, belki sekiz-dokuzdan dörde indirmiştir. Bâhusus taaddütte öyle şerait koymuştur ki, ona müraat etmekle hiçbir mazarrata müeddî olmaz. Bazı noktada şer olsa da ehven-i şerdir. Ehven-i şer ise bir adalet-i izafiyedir. Heyhât! Âlemin her halinde hayr-ı mahz olamaz.
Lügaçe;
Taaddüd-ü zevcat: Birden fazla kadınla evlenebilme-serrişte: Başa kakma, bahane-mücmelen: kıasaca, özet olarak-müesses: Kurucu-hüsn-ü hakikî: gerçek güzellik-hayr-ı mahz: Hayrın tâ kendisi; mutlak hayır; tam hayır-muaddil: Değiştiren, daha iyi ve adâletli hale getiren-ifrağ: Başka bir şekle sokma-hükümferma: Hüküm süren, hükmeden-ref: Kaldırmak. Hükümsüz bırakma-vâzı-ı esaret: Esareti kurumlaştıran, tesis eden-taaddüt: birden fazla olma-müeddî: sebep olan-adalet-i izafiye: Toplumun selâmeti için ferdin gizli veya açık rızası alınarak sağlanan göreceli adâlet.