Gruplarınızı Görmek İçin Üye Girişi Yapın
Müslüman başkasına benzemez.
Dîni terk edip İslâmiyet seciyesinden çıkan bir Müslim,
dalâlet-i mutlakaya düşer, anarşist olur, daha idâre edilmez.
Bediüzzaman
Feth-i Mekke gününde, Fedâle namında birisi, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın yanına, vurmak niyetiyle geldi. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ona bakıp tebessüm etti. 'Nefsinle ne konuştun? ' dedi ve Fedâle için taleb-i mağfiret etti. Fedâle imana geldi ve dedi ki: 'O vakit ondan daha ziyade dünyada sevgilim olmazdı.'
Risâle-i Nur, bu zamanda herkese ekmek gibi, ilâç gibi lüzûmdur!
Evliyâ dîvanlarını ve ulemânın kitaplarını çok mütâlâa eden bir kısım zâtlar tarafından Soruldu: 'Risâletü'n-Nur'un verdiği zevk ve şevk ve îman ve iz'an onlardan çok kuvvetli olmasının sebebi nedir? '
Elcevap: Eski mübârek zâtların ekserî dîvanları ve ulemânın bir kısım risâleleri îmânın ve mârifetin neticelerinden ve meyvelerinden ve feyizlerinden bahsederler. Onların zamanlarında îmânın esâsâtına ve köklerine hücum yoktu ve erkân-ı îman sarsılmıyordu. Şimdi ise köklerine ve erkânına şiddetli ve cemaatli bir sûrette taarruz var.
O dîvanlar ve risâlelerin çoğu has mü'minlere ve fertlere hitap ederler; bu zamanın dehşetli taarruzunu def edemiyorlar. Risâletü'n-Nur ise, Kur'ân'ın bir mânevî mu'cizesi olarak îmânın esâsâtını kurtarıyor ve mevcut îmandan istifâde cihetine değil; belki çok deliller ve parlak bürhanlar ile, îmânın isbatına ve tahkîkine ve muhâfazasına ve şübehâttan kurtarmasına hizmet ettiğinden, herkese bu zamanda ekmek gibi, ilâç gibi lüzûmu var olduğunu dikkatle bakanlar hükmediyorlar.
O dîvanlar derler ki: 'Velî ol, gör. Makâmata çık, bak; nurları, feyizleri al. 'Risâletü'n-Nur ise der: 'Her kim olursan ol; bak, gör, yalnız gözünü aç, hakîkati müşâhede et, saadet-i ebediyenin anahtarı olan îmânını kurtar.'
Risâletü'n-Nur, en evvel tercümânının nefsini iknâa çalışır, sonra başkalara bakar. Elbette nefs-i emmâresini tam iknâ eden ve vesvesesini tamamen izâle eden bir ders, gâyet kuvvetli ve hâlistir ki, bu zamanda cemaat şekline girmiş dehşetli bir şahs-ı mânevî-i dalâlet karşısında tek başıyla gâlibâne mukâbele eder.
Hem, Risâletü'n-Nur sâir ulemânın eserleri gibi yalnız aklın ayağı ve nazarıyla ders vermez ve evliyâ misillü, yalnız kalbin keşf ve zevkiyle hareket etmiyor; belki akıl ve kalbin ittihad ve imtizâcı ve ruh ve sâir letâifin teâvünü ayağıyla hâreket ederek evc-i âlâya uçar, taarruz eden felsefenin değil ayağı, belki gözü yetişmediği yerlere çıkar, hakâik-ı imâniyeyi kör gözüne de gösterir.
Lügatçe;
esâsât: esaslar, temeller-erkân-ı îman: Îmânın şartları-tahkîk: Doğru olup olmadığını araştırmak veya doğruluğunu yanlışlığını ortaya çıkarmak. İncelemek, içyüzünü araştırmak-şübehât: şüpheler-şahs-ı mânevî-i dalâlet: Küfür ve dalâleti mânen temsil eden mânevî şahıs-ittihad: Birleşmek, birlik-imtizâc: Mezcolmak, uyuşmak-letâif: Mânevî duygular, güzel, hoş ve ruhla ilgili hisler-teâvün: Yardım etme, yardımlaşma-evc-i âlâ: En yüksek nokta. Zirve.