Gruplarınızı Görmek İçin Üye Girişi Yapın
Ey millet-i İbrâhim! İbrâhimvârî olunuz
Hem meselâ, Hazret-i İbrâhim Aleyhisselâmın bir mu'cizesi hakkında olan
('Dedik: 'Ey ateş, İbrahim için serin ve selâmetli ol' Enbiyâ Sûresi: 69.)
âyetinde üç işaret-i latîfe var.
Birincisi: Ateş dahi, sâir esbâb-ı tabiiye gibi kendi keyfiyle, tabiatiyle, körü körüne hareket etmiyor. Belki emir tahtında bir vazife yapıyor ki, Hazret-i İbrâhim'i (Aleyhisselâm) yakmadı ve ona, 'Yakma! ' emrediliyor.
İkincisi: Ateşin bir derecesi var ki, burûdetiyle ihrak eder, yani ihrak gibi bir tesir yapar.
Cenâb-ı Hak, (selametli ol) lâfzıyla, burûdete diyor ki: 'Sen de hararet gibi burûdetinle ihrak etme! ' Demek, o mertebedeki ateş, soğukluğuyla, yandırır gibi tesir gösteriyor; hem ateştir, hem berddir. Evet, hikmet-i tabiiyede, nâr-ı beyzâ halinde ateşin bir derecesi var ki, harareti etrafına neşretmiyor ve etrafındaki harareti kendine celb ettiği için, şu tarz burûdetle, etrafındaki su gibi mâyi şeyleri incimâd ettirip, mânen burûdetiyle ihrak eder. İşte zemherir, burûdetiyle ihrak eden bir sınıf ateştir. Öyle ise, ateşin bütün derecâtına ve umum envâına câmi' olan Cehennem içinde, elbette 'Zemherir'in bulunması zarûrîdir.
Üçüncüsü: Cehennem ateşinin tesirini men edecek ve emân verecek İmân gibi bir madde-i mâneviye, İslâmiyet gibi bir zırh olduğu misillü, dünyevî ateşinin dahi tesirini men edecek bir madde-i maddiye vardır. Çünkü, Cenâb-ı Hak, ism-i Hakîm iktizâsıyla, bu dünya dârü'l-hikmet olmak hasebiyle, esbâb perdesi altında icraat yapıyor. Öyle ise, Hazret-i İbrâhim'in cismi gibi, gömleğini de ateş yakmadı; ve ateşe karşı mukâvemet hâletini vermiştir. İbrâhim'i yakmadığı gibi, gömleğini de yakmıyor.
İşte bu işaretin remziyle, mânen şu âyet diyor ki: 'Ey millet-i İbrâhim! İbrâhimvârî olunuz; tâ gömlekleriniz, en büyük düşmanınız olan ateşe hem burada, hem orada bir zırh olsun. Ruhunuza imânı giydirip, Cehennem ateşine karşı zırhınız olduğu gibi; Cenâb-ı Hakkın zeminde sizin için sakladığı ve ihzâr ettiği bâzı maddeler var, onlar sizi ateşin şerrinden muhâfaza eder. Arayınız, çıkarınız, giyiniz.' İşte, beşerin mühim terakkiyâtından ve keşfiyâtındandır ki, bir maddeyi bulmuş. Ateş yakmayacak ve ateşe dayanır bir gömlek giymiş. Şu âyet ise, ona mukabil bak ne kadar ulvî, latîf ve güzel ve ebede kadar yırtılmayacak 'Hanîfen Müslimen' tezgâhında dokunacak bir hulleyi gösteriyor.
Haşiye: Bir tefsir diyor: (selametli ol) demese idi, bürudetiyle ihrak edecekti.
Lügatçe;
işaret-i latîfe: Güzel ve hoş işâret-esbâb-ı tabiiye: Tabiî kanûnlar,tabiat kanûnları,sebepleri-burûdet: Soğukluk-ihrak: Yakmak, yandırmak-berd: Soğuk-hikmet-i tabiiye: Tabiat bilgisi. Fizik, kimya ve biyoloji bilgisi-nâr-ı beyzâ: Akkor, beyaz ateş. 1800 dereceye kadar sıcaklıkta erimeyen cismin sıcaklık hâli-celb: Kendi tarafına çekmek-incimâd: Donma, buzlanma-zemherir: Cehennemde bulunan ve soğuğuyla yakıp, azap veren tabakası-ism-i Hakîm: Herşeyi belli bir gaye ve faydaya göre yapan Allah`ın bir ismi-dârü'l-hikmet: Hikmet yeri, işlerin bir sebep ve hikmete bağlı olarak görüldüğü yer-esbâb: Sebepler-hulle: Pahalı elbise, Cennet giysisi.
Zeminin yüzünü yaz zamanında temâşâ edip görüyoruz ki: İcad-ı eşyada [eşyanın yaratılışında] müşevveşiyeti [karmakarışıklığı] iktiza eden [gerektiren] ve intizamsızlığa [düzensizliğe] sebep olan nihayetsiz sehâvet [cömertlik] ve bir cûd-u mutlak [Allah'ın hiç bir kayda ve şarta tâbi olmaksızın sonsuz ihsan sahibi olması], gayet derecede bir insicam [uyumluluk] ve intizam [düzen] içinde görünüyor. İşte, zemin yüzünü tezyin eden [süsleyen] bütün nebâtâtı [bitkileri] gör.
Hem mizansızlığı [ölçüsüzlüğü] ve kabalığı iktiza eden [gerektiren], icad-ı eşyadaki [eşyanın yaratılışındaki] sür’at-i mutlaka [sınırsız sürat] dahi kemâl-i mevzuniyet [hesaplı, düzen] içinde görünüyor. İşte, zemin yüzünü süslendiren bütün meyvelere bak.
Hem ehemmiyetsizliği, belki çirkinliği iktiza eden kesret-i mutlaka [sonsuz çokluk] dahi, kemâl-i hüsn-ü san’at [mükemmel derecede güzel bir sanat] içinde görünüyor. İşte, yeryüzünü yaldızlayan bütün çiçeklere bak.
Hem san’atsızlığı, basitliği iktiza eden, icad-ı eşyadaki [eşyanın yaratılışındaki] suhulet-i mutlaka [sonsuz kolaylık] dahi, nihayetsiz [sonsuz] derecede san’atkârlık ve maharet ve ihtimamkârlık [özen] içinde görünüyor. İşte, yeryüzündeki ağaç ve nebâtat [bitkilerin] cihâzâtının [maddî manevî lüzumlu âletlerin, azaların, organların] sandukçaları [küçük sandıkları] ve programları ve tarihçe-i hayatlarının kutucukları hükmünde olan bütün tohumlara, çekirdeklere dikkatle bak.
Hem ihtilâf ve ayrılığı iktiza eden uzaklık ve bu’d-u mutlak [sınırı tayin edilemeyen uzaklık] dahi bir ittifak-ı mutlak [sonsuz derecede dayanışma] içinde görünüyor. İşte, bütün aktâr-ı zeminde [dünyanın her köşesi] zer’ edilen [ekilen] her nevi hububata [Taneli bitkilere, buğdaya, arpaya vb] bak.
Hem karışmayı ve bulaşmayı iktiza eden kemâl-i ihtilât, bilâkis[aksine], kemâl-i imti-yaz [mükemmel ayırt edici özellikler] ve tefrik [farklılık] içinde görünüyor. İşte, bütün yeraltına karışık atılan ve madde itibarıyla birbirine benzeyen tohumların, sünbül [çimlenme yeşerme] vaktinde kemâl-i imtiyazları [mükemmel ayırt edici özellikleri] ve ağaçlara giren muhtelif maddelerin yaprak, çiçek ve meyvelere kemâl-i imtiyazla [mükemmel ayırt edici özellikleriyle] tefrikleri [birbirlerinden far edilmeleri]ve mideye giren karışık gıdaların muhtelif [farklı] âzâ [organ] ve hüceyrâta [hücrelere] göre kemâl-i imtiyazla [mükemmel ayırt edici özellikle] ayrılmalarına bak, kemâl-i hikmet [mükemmel yerli yerindelik] içinde kemâl-i kudreti gör [kudretin mükemmelliğini gör].
1 -
“Muhakkak ki, göklerde ve yerde, iman edenler için deliller vardır.” Câsiye Sûresi, 45:3.