Gruplarınızı Görmek İçin Üye Girişi Yapın
Nihayetsiz hacat-ı insaniyeyi ihsan edecek, ancak nihayetsiz bir kudret ve muhit bir ilim sahibi olabilir.
Öyle ise, mabudiyete layık yalnız odur.
Bediüzzaman
Hem dahi, ey bedbaht ehl-i dalâlet ve gaflet! 'Gayr-i meşrû bir muhabbetin neticesi, merhametsiz azab çekmektir' kaidesi sırrınca, siz, fıtratınızdaki Cenâb-ı Hakkın zât ve sıfat ve esmâsına sarf edilecek muhabbet ve mârifet istidadını ve şükür ve ibâdât cihazâtını nefsinize ve dünyaya gayr-i meşrû bir sûrette sarf ettiğinizden, bilistihkak cezasını çekiyorsunuz. Çünkü, Cenâb-ı Hakka âit muhabbeti nefsinize verdiniz; mahbubunuz olan nefsinizin hadsiz belâsını çekiyorsunuz. Çünkü, hakiki bir rahatı, o mahbubunuza vermiyorsunuz. Hem onu, hakiki mahbub olan Kadîr-i Mutlaka tevekkül ile teslim etmiyorsunuz, dâimâ elem çekiyorsunuz. Hem, Cenâb-ı Hakkın esmâ ve sıfatına âit muhabbeti dünyaya verdiniz ve âsâr-ı san'atını âlemin esbâbına taksim ettiniz; belâsını çekiyorsunuz. Çünkü, o hadsiz mahbublarınızın bir kısmı size Allahaısmarladık demeyip, size arkasını çevirip, bırakıp gidiyor. Bir kısmı sizi hiç tanımıyor, tanısa da sizi sevmiyor, sevse de size bir fayda vermiyor; dâimâ hadsiz firâklardan ve ümitsiz, dönmemek üzere zevâllerden azab çekiyorsunuz.
İşte, ehl-i dalâletin saadet-i hayatiye ve tekemmülât-ı insaniye ve mehâsin-i medeniyet ve lezzet-i hürriyet dedikleri şeylerin içyüzleri ve mahiyetleri budur. Sefâhet ve sarhoşluk bir perdedir, muvakkaten hissettirmez. 'Tuh onların aklına! ' de.
Lügatçe;
fıtrat: Yaratılış, huy, tabiat-mârifet: Bilgi, bilme, tanıma-bilistihkak: Lâyıkıyla, hakederek-âsâr-ı san'at: Sanat eserleri-esbâb: sebepler-firâk: ayrılık-zevâl: Zâil olma, sona erme-tekemmülât-ı insaniye: İnsanların becerileriyle geliştirdikleri-mehâsin-i medeniyet: Medeniyetin nîmetleri, güzellikleri.
Hakiki lezzet ve saadet nedir?
'Dünyadaki bu hayatımın hakiki lezzeti ve saadeti nedir? ' diye, yine bu ('Allah bize yeter; O ne güzel vekildir.' âl-i İmrân Sûresi: 3:173.) âyetine baktım. Gördüm ki:
Bu hayatımın en saf lezzeti ve en halis saadeti imandadır. Yani, beni yaratan ve yaşatan bir Rabb-ı Rahîmin mahlûku ve masnuu ve memlûkü ve terbiyegerdesi ve nazarı altında olmasına ve Ona her vakit muhtaç bulunmasına ve O ise hem Rabbim, hem İlâhım, hem bana karşı gayet merhametli ve şefkatli bulunduğuna katî imanım öyle kâfi ve vâfi ve elemsiz ve daimî bir lezzet ve saadettir ki, tarif edilmez. Ve 'Elhamdülillahi alâ nimet-il îman' ne kadar yerindedir diye âyetten fehmettim.
Lügatçe;
masnu: Sanatla yapılmış eşya, varlık-memlûk: kul, hizmetkâr-terbiyegerde: Terbiye edilmiş, yetiştirilmiş-vâfi: yeterli, elverişli.