MAVERA-Sufi Muhabbet Mesaj Detayi Antoloji.com

Gönderen: Adem Kılıç
Alan:   Grup:MAVERA-Sufi Muhabbet
Tarih: 26.04.2012 00:53
Konu: Yn: Yn: [mavera-sufi-muh..]

“Allah'ım, ümmetime erkenciliği mübarek kıl.”

'Nitekim, Aleyhissâlatu Vesselam Efendimiz bir seriyye veya bir ordu göndereceği zaman, onu günün erken saatinde yola çıkarırdı. Sahr tüccardı, o da ticarete günün ilk saatinde çıkardı. Böylece zengin oldu ve malı arttı.”

(Ebu Davud, Cihad 85)

Bismillahirrahmanirrahim

Cenab-ı Hak (c.c) , Enfal Suresi 3-4. ayetlerinde mealen şöyle buyuruyor:

Onlar namazı dosdoğru kılan, kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden Allah yolunda harcayan kimselerdir.

İşte onlar gerçekten mü'minlerdir. Onlara, Rableri katında yüksek mertebeler, bağışlanma ve cömertçe verilmiş rızık vardır.

Hiç kabil midir [mümkünmüdür]ki, bu işleri yapan Zâta birşey ağır gelebilsin, semâvât[gökler] ve arzı [yeryüzünü]altı günde halk edemesin, insanı bir sayha [sesleniş] ile haşredemesin [yeniden diriltemesin]? Hâşâ!
Acaba, muciznümâ [Mucizeli] bir kâtip bulunsa, hurufları [Harfleri] ya bozulmuş veya mahvolmuş üç yüz bin kitabı tek bir sahifede, karıştırmaksızın, galatsız [hatasız], sehivsiz [yanılmadan], noksansız [eksiksiz], hepsini beraber, gayet güzel bir surette, bir saatte yazarsa; birisi sana dese, “Şu kâtip [yazıcı], kendi telif ettiği [yazdığı], senin suya düşmüş olan kitabını yeniden, bir dakika zarfında hafızasından yazacak”; sen diyebilir misin ki, “Yapamaz ve inanmam”?
Veyahut bir sultan-ı mucizekâr [mu’cize gösteren sultan], kendi iktidarını göstermek için veya ibret ve tenezzüh [Kusur ve noksandan uzak olduğunu göstermek] için, bir işaretle dağları kaldırır, memleketleri tebdil [değiştirir] eder, denizi karaya çevirdiğini gördüğün halde, sonra görsen ki, büyük bir taş dereye yuvarlanmış, o zâtın kendi ziyafetine davet ettiği misafirlerin yolunu kesmiş, geçemiyorlar. Biri sana dese, “O zât, bir işaretle, o taşı, ne kadar büyük olursa olsun, kaldıracak veya dağıtacak; misafirlerini yolda bırakmayacak.” Sen desen ki, “Kaldırmaz veya kaldıramaz.”
Veyahut, bir zât, bir günde yeniden büyük bir orduyu teşkil ettiği halde, biri dese, “O zât, bir boru sesiyle, efradı[fertleri] istirahat için dağılmış olan taburları toplar; taburlar nizamı altına girerler.” Sen desen ki, “İnanmam”; ne kadar divanece hareket ettiğini anlarsın.
Dualarımızda ihlâs olmalı
İ'lem eyyühe'l-aziz! 'Bazı dualar icabete iktiran etmez' diye iddiada bulunma. Çünkü dua bir ibadettir. İbadetin semeresi ahirette görünür. Dünyevi maksatlar ise, namaz vakitleri gibi, dualar ibadeti için birer vakittirler. Duaların semeresi değillerdir. Mesela, şemsin tutulması küsuf namazına, yağmursuzluk yağmur namazına birer vakittir.
Ve keza, zalimlerin tasallutu ve belaların nüzulü, bazı hususi dualara vakittir. Bu vakitler baki kaldıkça, o namazlar, o dualar yapılır. Eğer bu vakitlerde dünyevi maksatlar hasıl olursa, zaten nurun ala nur. Ve illa, 'İcabet duaya iktiran etmedi' diyemezsin. Ancak, 'Henüz vakit inkıza etmemiş, duaya devam lazımdır' diyebilirsin. Çünkü o maksatlar duaların mukaddemesidir, neticesi değillerdir. Cenab-ı Hakkın duaların icabetine vaad etmesi ise, icabet ayn-ı kabul değildir. Yani, icabet kabulü istilzam etmez. Duaya herhalde cevap verilir. Cevapsız bırakılmaz. Matluba olan is'af ise, Mucibin hikmetine tabidir. Mesela, doktoru çağırdığın zaman, herhalde 'Ne istersin? ' diye cevap verir. Fakat 'Bu yemeği veya bu ilacı bana ver' dediğin vakit, bazan verir, bazan hastalığına, mizacına mülayim olmadığından vermez.
Adem-i kabul esbabından biri de, duayı ibadet kastıyla yapmayıp, matlubun tahsiline tahsis ettiğinden, aksülamel olur. O dua ibadetinde ihlas kırılır, makbul olmaz.
Lügatçe;
icabet: Kabul olma, kabul etme-iktiran: Birbirine yakın ve beraber olma, iki şeyin birarada bulunması-semere: Netice, kâr, meyve-şems: güneş-inkıza: Sonu gelip bitme. Tamam olma-mukaddeme: Giriş, başlangıç-ayn-ı kabul: Tam olarak kabul etme-istilzam: gerektirme-Matlub: İstenen-is'af: Birisinin arzusunu, istediğini kabul etmek ve yerine getirmek-Mucib: Dualara cevap veren Allah-Adem-i kabul esbabı: Kabul etmeme sebepleri-tahsil: elde etmek-aksülamel: Tepki; reaksiyon.
Ümitsizlik ve karamsarlık hastalığının ilacını biliyormusunuz?
Bir hastalık: 'Yeis'

Arkadaş! Amele ve tâate muvaffak olamayan azaptan korkar, ye'se düşer. Böyle bir me'yusun gözüne, dinî meselelere münafi ednâ ve zayıf bir emare, kocaman bir bürhan görünür. Böyle birkaç emareyi elde eder etmez, diğer emarelerin sâikasıyla ilân-ı isyan ederek İslâm dâiresinden çıkar, şeytanın ordusuna iltihak eder. Binaenaleyh, a'mâle muvaffak olamayanlar, ye'se düşmemek için şu âyete müracaat etsin.
('De ki: Ey günahta aşırı giderek nefislerine zulmetmiş olan kullarım! Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Muhakkak ki Allah bütün günahları bağışlar. Şüphesiz ki O çok bağışlayıcı, çok merhamet edicidir.' Zümer Sûresi: 39:53)
Lügatçe;
Amel: Fiil, Allah için yapılan işler-tâat: İtaat etme, ibâdet etme-ye's: Ümitsizlik, karamsarlık-me'yus: Ümitsiz, kederli, üzüntülü-münafi: Zıt, aykırı-ednâ: en basit, en küçük-emare: işaret, belirti, iz-bürhan: kesin delil, ispat vâsıtası-sâika: Sürükleyen, yönlendiren, götüren hal; sebep-ilân-ı isyan: Allah'a isyanını açığa vurmak-a'mâl: İbadetler.