Gruplarınızı Görmek İçin Üye Girişi Yapın
Âhiret gibi dünya saadeti dahi, ibâdette ve Allah'a asker olmaktadır
Âbid, namazında der: (Şehâdet ederim ki, Allah'tan başka hiçbir ilâh yoktur) Yani, 'Hâlık ve Rezzâk, Ondan başka yoktur. Zarar ve menfaat, Onun elindedir. O hem Hakîmdir, abes iş yapmaz. Hem Rahîmdir, ihsanı, merhameti çoktur' diye itikad ettiğinden, her şeyde bir hazîne-i rahmet kapısını bulur. Duâ ile çalar. Hem herşeyi kendi Rabbinin emrine musahhar görür. Rabbine ilticâ eder; tevekkül ile istinad edip, her musîbete karşı tahassun eder. İmânı ona bir emniyet-i tâmme verir.
Evet, her hakiki hasenât gibi, cesâretin dahi menbaı imândır, ubûdiyettir. Her seyyiât gibi, cebânetin dahi menbaı dalâlettir.
Evet, tam münevverü'l-kalb bir âbidi, küre-i arz bomba olup patlasa, ihtimâldir ki, onu korkutmaz. Belki hârika bir kudret-i Samedâniyeyi, lezzetli bir hayret ile seyredecek. Fakat, meşhur bir münevverü'l-akıl denilen kalbsiz bir fâsık feylesof ise, gökte bir kuyruklu yıldızı görse, yerde titrer. 'Acaba bu serseri yıldız arzımıza çarpmasın mı? ' der, evhâma düşer. (Bir vakit böyle bir yıldızdan Amerika titredi. Çokları gece vakti hânelerini terk ettiler.)
Evet, insan nihayetsiz şeylere muhtaç olduğu halde, sermâyesi hiç hükmünde. Hem nihayetsiz musîbetlere mâruz olduğu halde, iktidarı hiç hükmünde birşey. Adetâ sermâye ve iktidarının dairesi, eli nereye yetişirse o kadardır. Fakat emelleri, arzuları ve elemleri ve belâları ise; dairesi, gözü, hayali nereye yetişirse ve gidinceye kadar geniştir.
Bu derece âciz ve zayıf, fakir ve muhtaç olan ruh-u beşere ibâdet, tevekkül, tevhid, teslim ne kadar azîm bir kâr, bir saadet, bir nimet olduğunu, bütün bütün kör olmayan görür, derk eder. Mâlûmdur ki, zararsız yol, zararlı yola velev on ihtimâlden bir ihtimâl ile olsa tercih edilir. Halbuki, meselemiz olan ubûdiyet yolu, zararsız olmakla beraber, ondan dokuz ihtimâl ile bir saadet-i ebediye hazînesi vardır. Fısk ve sefâhet yolu ise hattâ fâsıkın itirafiyle dahi menfaatsiz olduğu halde, ondan dokuz ihtimâl ile şekâvet-i ebediye helâketi bulunduğu, icmâ ve tevâtür derecesinde, hadsiz ehl-i ihtisâsın ve müşâhedenin şehâdetiyle sabittir ve ehl-i zevkin ve keşfin ihbarâtıyla muhakkaktır.
Elhâsıl, âhiret gibi dünya saadeti dahi, ibâdette ve Allah'a asker olmaktadır. Öyle ise biz dâimâ, (Emirlerine itaate ve hayırlı işlerde başarıya ulaştırdığı için Allah'a hamd olsun) demeliyiz ve Müslüman olduğumuza şükretmeliyiz.
Lügatçe;
Âbid: İbadet eden-Hâlık: Yaratıcı, herşeyi yoktan yaratan Allah-Rezzâk: Bütün yaratılmışların rızkını veren ve ihtiyaçlarını karşılayan Allah-musahhar: itaatkâr-tahassun: Sığınma. Korunma-seyyiât: Kötülükler, günahlar-cebânet: Korkaklık-münevverü'l-kalb: Kalbi nurlanmış, îmânla aydınlanmış olan-münevverü'l-akıl: Aklı aydınlanmış olan-fâsık: Günahkâr, büyük günahları işleyen-Fısk: Günâh; Allah`ın emirlerini terk ve Ona isyan etmek, doğru yoldan sapmak-sefâhet: Zevk, eğlence ve yasak şeylere düşkünlük-şekâvet-i ebediye: Daimi sıkıntı ve işkence, bitmeyen azab-icmâ: Fikir birliği. Bir meselede âlimlerin ittifak etmesi-tevâtür: İçinde yalan ihtimâli bulunmayan ve birbirlerine kuvvet veren haberlerden oluşan büyük bir topluluğa ait haber.
Hangisi iyi?
Duâ-i kavlî-i ihtiyarînin makbuliyeti, iki cihetledir: Ya ayn-ı matlubu ile makbul olur; veyahut daha evlâsı verilir.
Meselâ, birisi kendine bir erkek evlât ister. Cenâb-ı Hak, Hazret-i Meryem gibi bir kız evlâdını veriyor. 'Duası kabul olunmadı' denilmez. 'Daha evlâ bir surette kabul edildi' denilir. Hem Bazen kendi dünyasının saadeti için dua eder. Duası âhiret için kabul olunur. 'Duası reddedildi' denilmez. Belki, 'Daha evlâ bir surette kabul edildi' denilir, ve hâkezâ...
Madem Cenâb-ı Hak Hakîmdir. Biz Ondan isteriz, O da bize cevap verir. Fakat hikmetine göre bizimle muamele eder. Hasta, tabibin hikmetini itham etmemeli. Hasta bal ister; tabib-i hâzık, sıtması için sulfato verir. 'Tabip beni dinlemedi' denilmez. Belki âh ü fizârını dinledi, işitti, cevap da verdi, maksudun iyisini yerine getirdi.
Lügatçe;
Duâ-i kavlî-i ihtiyarî: Arzu ve isteğin neticesi olarak sözle duâ etmek-matlub: İstenilen-Hakîm: Herşeyi gaye ve faydalarla yaratan Allah-tabib-i hâzık: Uzman doktor.
Hiç mümkün müdür ki, ölmüş, kurumuş koca arzı ihyâ eden[dirilten]; ve o ihyâ [diriltmek] içinde, herbiri beşer haşri [İnsanların yeniden dirilmesi] gibi acip [hayret verici], üç yüz binden ziyade [fazla] envâ-ı mahlûkatı[yaratık türlerini] haşir [bir araya Toplayıp] ve neşredip [bütün ölülerin diriltip] kudretini gösteren; ve o haşir [toplama] ve neşir [diriltme] içinde, nihayet [sonsuz] derecede karışık ve ihtilât [karışıklık] içinde nihayet [son] derecede imtiyaz [ayrıcalık, üstünlük] ve tefrik [Farklılık] ile ihata-i ilmiyesini [ilminin genişliğini] gösteren; ve bütün semâvî fermanlarıyla [vahiyle gelmiş emir ve tebliğlerle] beşerin[insanlığın] haşrini [yeniden diriltilmelerini] vaad [söz vermek, taahhüd] etmekle bütün ibâdının [kullarının] enzârını [dikkatlerini] saadet-i ebediyeye [sonsuz mutluluğa] çeviren; ve bütün mevcudatı [varlıkları] baş başa, omuz omuza, el ele verdirip, emir ve iradesi dairesinde döndürüp birbirine yardımcı ve musahhar [emrine tabi] kılmakla azamet-i Rububiyetini [Rablığın büyüklüğünü] gösteren; ve beşeri [insanları], şecere-i kâinatın [Kâinat ağacının] en cami’ [kapsamlı] ve en nazik ve en nazenin [duyarlı], en nazdar [nazlı], en niyazdar [dili dualı] bir meyvesi yaratıp kendine muhatap ittihaz [kabul] ederek her şeyi ona musahhar [emrine tabi] kılmakla, insana bu kadar ehemmiyet verdiğini gösteren bir Kadîr-i Rahîm [sonsuz şefkat ve merhamet sahibi ve herşeye gücü yeten Allah], bir Alîm-i Hakîm [herşeyi hakkıyla bilen ve hikmetle yaratıp donatan Allah], kıyameti getirmesin, haşri [yeniden dirilişi] yapmasın ve yapamasın, beşeri ihyâ etmesin [diriltmesin] veya edemesin [diriltemesin], Mahkeme-i Kübrâyı [öldükten sonra âhirette Allah’ın huzurunda kurulacak olan büyük mahkemeyi] açamasın, Cennet ve Cehennemi yaratamasın? Hâşâ ve kellâ!
Evet, şu âlemin Mutasarrıf-ı Zîşânı, her asırda, her senede, her günde bu dar, muvakkat [geçici] rû-yi zeminde [yeryüzünde] haşr-i ekberin [büyük yeniden diriliş hakikatinin] ve meydan-ı kıyametin [kâinatın ölümünden sonra, bütün ölülerin dirilip ayağa kalkmaları, mahşerde toplanmalarının] pek çok emsalini [benzerini] ve nümunelerini [örneklerini] ve işârâtını [belirtilerini] icad ediyor [yaratıyor]. Ezcümle:Haşr-i baharîde [bahar mevsiminde bitkilerin ve hayvanların dirilişinde] görüyoruz ki, beş altı gün zarfında, küçük ve büyük hayvanat [hayvanların] ve nebatattan [bitkilerden], üç yüz binden ziyade [fazla] envâı [türleri] haşredip [bahar mevsiminde bitkilerin ve hayvanların dirilişi] neşrediyor. Bütün ağaçların, otların köklerini ve bir kısım hayvanları aynen ihyâ edip [diriltip] iade ediyor. Başkalarını. Ayniyet[aynısı] derecesinde bir misliyet [benzerlik] suretinde icad ediyor [yaratıyor]. Halbuki, maddeten farkları pek az olan tohumcuklar, o kadar karışmışken, kemâl-i imtiyaz [Başkalarından farklı mükemmellikller] ve teşhis [Tanıma, farketme, seçme, ayırma şekillendirme] ile, o kadar sür’at [hızlı] ve vüs’at [rahat] ve suhulet [kolaylık] içinde, kemâl-i intizam [kusursuz bir düzen] ve mizan [ölçü] ile, altı gün veya altı hafta zarfında ihya ediliyor [diriltiliyor].