Gruplarınızı Görmek İçin Üye Girişi Yapın
Bismillahirrahmanirrahim
Hz. Enes (ra) anlatıyor: Resulullah (sav) buyurdular ki:
“Edepsizlik ve çirkin sözün girdiği şey çirkinleşir; hayânın girdiği şey de güzelleşir.”
(Tirmizi, Birr 47)
Bismillahirrahmanirrahim
Cenab-ı Hak (c.c) , Ahkâf 2. ayetinde mealen şöyle buyuruyor:
Kitab'ın indirilişi, mutlak güç sahibi, hüküm ve hikmet sahibi Allah tarafındandır.
(Ey insalar! Duânız olmazsa ne ehemmiyetiniz var?)
Ayet-i Kerime Meali
Şu gaflet zamanında musibet şeklini değiştirmiş
Üçüncü Mesele: Her zamanın bir hükmü var. Şu gaflet zamanında musibet şeklini değiştirmiş. Bazı zamanda ve bazı eşhasta belâ, belâ değil, belki bir lûtf-u İlâhîdir. Ben şu zamandaki hastalıklı sair musibetzedeleri -fakat musibet dine dokunmamak şartıyla- bahtiyar gördüğümden, hastalık ve musibet aleyhtarı bulunmak hususunda bana bir fikir vermiyor. Ve bana, onlara acımak hissini iras etmiyor. Çünkü, hangi bir genç hasta yanıma gelmişse, görüyorum, emsallerine nisbeten bir derece vazife-i diniyeye ve âhirete karşı merbutiyeti var. Ondan anlıyorum ki, öyleler hakkında o nevi hastalıklar musibet değil, bir nevi nimet-i İlâhiyedir. Çünkü, çendan o hastalık onun dünyevî, fâni, kısacık hayatına bir zahmet iras ediyor, fakat onun ebedî hayatına faydası dokunuyor. Bir nevi ibadet hükmüne geçiyor. Eğer sıhhat bulsa, gençlik sarhoşluğuyla ve zamanın sefahetiyle, elbette hastalık hâletini muhafaza edemeyecek, belki sefahete atılacak.
Lügatçe;
eşhas: şahıslar-musibetzede: Belâya uğrayan, hastalık veya başka dertlere uğrayan-iras: Verme, meydana getirme-merbutiyet: Bağlılık-çendan: Gerçi, her ne kadar.
Hiç mümkün müdür ki, bu külli dualar reddedilsin?
Duanın tesiri azîmdir. Hususan dua külliyet kesb ederek devam etse, netice vermesi galiptir, belki daimîdir. Hattâ denilebilir ki, sebeb-i hilkat-i âlemin birisi de duadır. Yani, kâinatın hilkatinden sonra, başta nev-i beşer ve onun başında âlem-i İslâm ve onun başında Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâmın muazzam olan duası, bir sebeb-i hilkat-i âlemdir. Yani, Hâlık-ı Âlem, istikbalde o zâtı, nev-i beşer namına, belki mevcudat hesabına bir saadet-i ebediye, bir mazhariyet-i esmâ-i İlâhiye isteyecek bilmiş, o gelecek duayı kabul etmiş, kâinatı halk etmiş.
Madem duanın bu derece azîm ehemmiyeti ve vüs'ati vardır. Hiç mümkün müdür ki, bin üç yüz elli senede, her vakitte, nev-i beşerden üç yüz milyon, cin ve ins ve melek ve ruhaniyattan had ve hesaba gelmez mübarek zatlar, bil'ittifak zât-ı Muhammedî Aleyhissalâtü Vesselâm hakkında rahmet-i uzmâ-i İlâhiye ve saadet-i ebediye ve husul-ü maksud için duaları nasıl kabul olmasın? Hiçbir cihetle mümkün müdür ki, o duaları reddedilsin?
Madem bu kadar külliyet ve vüs'at ve devam kesb edip lisan-ı istidat ve ihtiyac-ı fıtrî derecesine gelmiş. Elbette o zât-ı Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâm, dua neticesi olarak öyle bir makam ve mertebededir ki, bütün ukul toplansa, bir akıl olsalar, o makamın hakikatini tamamıyla ihata edemezler.
İşte, ey Müslüman, senin rûz-i mahşerde böyle bir şefîin var. Bu şefîin şefaatini kendine celb etmek için, sünnetine ittibâ et.
Lügatçe;
azîm: Büyük-külliyet: Umumilik, genellik, genişlik, kapsayıcılık-sebeb-i hilkat-i âlem: Âlemin yaratılış sebebi-mazhariyet-i esmâ-i İlâhiye: Allah`ın güzel isimlerini göstermeye nâil olma-vüs'at: Genişlik-bil'ittifak: Söz birliği ile-rahmet-i uzmâ-i İlâhiye: Allah`ın büyük, geniş rahmeti-husul-ü maksud: Maksadların meydana gelmesi-ihtiyac-ı fıtrî: Yaratılıştan olan ihtiyaç-ukul: Akıllar-rûz-i mahşer: Yeniden dirilip toplanma vakti, mahşer günü-şefî: Şefaat eden.