MAVERA-Sufi Muhabbet Mesaj Detayi Antoloji.com

Gönderen: Adem Kılıç
Alan:   Grup:MAVERA-Sufi Muhabbet
Tarih: 17.04.2012 01:07
Konu: Yn: Yn: [mavera-sufi-muh..]

Bismillahirrahmanirrahim
İbnu Ömer radıyallahu anhümâ anlatıyor: 'Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
'Sizden kimse sakın sol eliyle yiyip içmesin. Çünkü şeytan soluyla yer içer.'
[Müslim, Eşribe 106, (2020): Muvatta, Sıfatu'n-Nebiyy 5, (2, 922, 923): Ebu Dâvud, Et'ime 20, (3776): Tirmizî, Et'ime 9, (1801) .]
Bismillahirrahmanirrahim
Cenab-ı Hak (c.c) , Hucurât 10. ayetinde mealen şöyle buyuruyor:
Mü'minler ancak kardeştirler. O halde ihtilaf eden kardeşlerinizin arasını düzeltin Allah'a karşı gelmekten sakının ki O'nun merhametine nail olasınız.
Hâlık-ı Rahmân'ın, ibâdından istediği en mühim iş şükürdür.
Furkan-ı Hakîmde gayet ehemmiyetle şükre davet eder.
Ve şükür etmemekliği, nimetleri tekzip ve inkâr suretinde gösterip,
('Rabbinizin nimetlerinden hangi birini inkâr edersiniz? ' Rahmân Sûresi: 55:13)
fermanıyla, Sûre-i Rahmân'da şiddetli ve dehşetli bir surette
otuz bir defa şu âyetle tehdit ediyor,
şükürsüzlüğün bir tekzip ve inkâr olduğunu gösteriyor.
Bediüzzaman

Cihan dolu belâ başında varken, ne bağırırsın küçük bir belâdan?
İkinci Mesele: Maddî musibetleri büyük gördükçe büyür, küçük gördükçe küçülür. Meselâ, gecelerde insanın gözüne bir hayal ilişir. Ona ehemmiyet verdikçe şişer, ehemmiyet verilmezse kaybolur. Hücum eden arılara iliştikçe fazla tehâcüm göstermeleri, lâkayt kaldıkça dağılmaları gibi, maddî musibetlere de büyük nazarıyla, ehemmiyetle baktıkça büyür. Merak vasıtasıyla o musibet cesetten geçerek kalbde de kökleşir, bir mânevî musibeti dahi netice verir, ona istinad eder, devam eder. Ne vakit o merakı, kazâya rıza ve tevekkül vasıtasıyla izale etse, bir ağacın kökü kesilmesi gibi, maddî musibet hafifleşe hafifleşe, kökü kesilmiş ağaç gibi kurur, gider. Bu hakikati ifade için bir vakit böyle demiştim:

Bırak ey biçare feryadı belâdan kıl tevekkül,

Zira feryat belâ ender hatâ ender belâdır bil.

Eğer belâ vereni buldunsa, safâ ender atâ ender belâdır bil.

Eğer bulmazsan, bütün dünya cefâ ender fenâ ender belâdır bil.

Cihan dolu belâ başında varken, ne bağırırsın küçük bir belâdan? Gel, tevekkül kıl.

Tevekkülle belâ yüzünde gül, tâ o da gülsün. O güldükçe küçülür, eder tebeddül.

Lügatçe;
belâ ender hatâ ender: Belâ içinde belâ, hata içinde hata-fenâ: Yokluk, yok olma-tebeddül: değişme, değişime uğrama.
Cenâb-ı Hakkın inâyet ve tevfiki, sabırlı adamlarla beraberdir.

Sual: ('Şüphesiz, Allah sabredenlerle beraberdir.' Bakara Sûresi: 2:153; Enfâl Sûresi: 8:46.) de hikmet ve gaye nedir?
Elcevap: Cenâb-ı Hak, Hakîm ismi muktezası olarak, vücud-u eşyada, bir merdivenin basamakları gibi bir tertip vaz etmiş. Sabırsız adam, teennî ile hareket etmediği için, basamakları ya atlar düşer veya noksan bırakır, maksut damına çıkamaz. Onun için hırs mahrumiyete sebeptir. Sabır ise, müşkülâtın anahtarıdır ki, ('Hırslı olan kimsenin ümidi boşa çıkar ve hüsrâna uğrar.' 'Sabır, ferahlık ve genişliğin anahtarıdır.' Hadis-i Şerif mealleri) durub-u emsal hükmüne geçmiştir. Demek, Cenâb-ı Hakkın inâyet ve tevfiki, sabırlı adamlarla beraberdir. Çünkü sabır üçtür:
Biri: Mâsiyetten kendini çekip sabretmektir. Şu sabır takvâdır; ('Allah takvâ sahipleriyle beraberdir.' Bakara Sûresi: 2:194) sırrına mazhar eder.

İkincisi: Musibetlere karşı sabırdır ki, tevekkül ve teslimdir. ('Muhakkak ki Allah tevekkül edenleri sever.' Âl-i İmrân Sûresi: 3:159. 'Muhakkak ki Allah sabredenleri sever.' Âl-i İmrân Sûresi: 3:146) şerefine mazhar ediyor. Ve sabırsızlık ise Allah'tan şikâyeti tazammun eder. Ve ef'âlini tenkit ve rahmetini itham ve hikmetini beğenmemek çıkar.

Evet, musibetin darbesine karşı şekvâ suretiyle elbette âciz ve zayıf insan ağlar. Fakat şekvâ Ona olmalı; Ondan olmamalı. Hazret-i Yakup Aleyhisselâmın ('Ben derdimi de, üzüntümü de ancak Allah'a şikâyet ederim dedi.' Yusuf Sûresi: 12:86.) demesi gibi olmalı. Yani, musibeti Allah'a şekvâ etmeli; yoksa Allah'ı insanlara şekvâ eder gibi 'Eyvah! Of! ' deyip 'Ben ne ettim ki bu başıma geldi? ' diyerek âciz insanların rikkatini tahrik etmek zarardır, mânâsızdır.

Üçüncü sabır: İbadet üzerine sabırdır ki, şu sabır onu makam-ı mahbubiyete kadar çıkarıyor, en büyük makam olan ubudiyet-i kâmile cânibine sevk ediyor.

Lügatçe;
Hakîm: Herşeyi gaye ve faydalarla yaratan Allah-mukteza: Gereken, lâzım gelen-vücud-u eşya: Eşyânın varlığı, meydana gelmesi-teennî: Tedbirli, ağır ve akıllıca hareket etme; düşünerek iş yapma-durub-u emsal: Atasözleri-Mâsiyet: İtaatsizlik, isyan, günah-takvâ: Bütün günahlardan kendini korumak; dinin yasak ettiği şeylerden kaçınmak-tazammun: İçinde bulundurma-ef'âl: Fiiller, hareketler, işler-rikkat: Acıma; incelik; yufka yüreklilik-makam-ı mahbubiyet: Allah`ın sevgisini kazanma makamı, derecesi-ubudiyet-i kâmile: Kulluğun en mükemmeli.
İnsan sevme kabiliyetini ya yaratıcıya, ya da yaratılmışa kullanacak

Ey nefisperest nefsim, ey dünyaperest arkadaşım! Muhabbet, şu kâinatın bir sebeb-i vücududur, hem şu kâinatın râbıtasıdır, hem şu kâinatın nurudur, hem hayatıdır. İnsan kâinatın en câmi' bir meyvesi olduğu için, kâinatı istilâ edecek bir muhabbet, o meyvenin çekirdeği olan kalbine derc edilmiştir. İşte şöyle nihayetsiz bir muhabbete lâyık olacak, nihayetsiz bir kemâl sahibi olabilir.
İşte, ey nefis ve ey arkadaş! İnsanın, havfa ve muhabbete âlet olacak iki cihaz, fıtratında derc olunmuştur. Alâküllihâl, o muhabbet ve havf, ya halka veya Halıka müteveccih olacak. Halbuki halktan havf ise, elîm bir beliyyedir; halka muhabbet dahi belâlı bir musîbettir. Çünkü, sen öylelerden korkarsın ki, sana merhamet etmez veya senin istirhâmını kabul etmez. Şu halde, havf elîm bir belâdır.

Muhabbet ise, sevdiğin şey, ya seni tanımaz, Allaha ısmarladık demeyip gider (gençliğin ve malın gibi): ya muhabbetin için seni tahkir eder. Görmüyor musun ki, mecâzî aşklarda yüzde doksan dokuzu mâşukundan şikâyet eder. Çünkü, Samed aynası olan bâtın-ı kalb ile, sanem-misâl dünyevî mahbublara perestiş etmek, o mahbubların nazarında sakîldir ve istiskâl eder, reddeder. Zîrâ fıtrat, fıtrî ve lâyık olmayan şeyi reddeder, atar. (Şehevânî sevmekler, bahsimizden hariçtir.)

Demek, sevdiğin şeyler ya seni tanımıyor, ya seni tahkir ediyor, ya sana refâkat etmiyor, senin rağmına müfârakat ediyor. Mâdem öyledir, bu havf ve muhabbeti, öyle birisine tevcih et ki, senin havfın lezzetli bir tezellül olsun, muhabbetin zilletsiz bir saadet olsun.
Lügatçe;
nefisperest: Nefsin arzularına aşırı derecede uyan-sebeb-i vücud: Varlık sebebi-râbıta: Bağ, bağlayan-câmi': Kapsayıcı; birçok şeyle alâkalı olan-kemâl: Mükemmellik-havf: Korku duygusu, korkma-Alâküllihâl: Her durumda, her halükârda-halk: Yaratılmışlar-Halık: Yaratıcı, herşeyi yoktan yaratan Allah-Samed: Allah`ın, 'herşey Kendisine muhtaç olduğu halde, Kendisi hiç bir şeye muhtaç olmayan' mânâsındaki ismi-bâtın-ı kalb: Kalbin içi, mânevî tarafı-sanem-misâl: Put benzeri, put gibi-perestiş: Aşırı bağlılık, tapar derecesinde sevme-sakîl: Ağır, can sıkıcı, çirkin-istiskâl: Ağır bulup hoşlanmadığını anlatma; soğuk muâmeleyle sevmediğini bildirme.