Gruplarınızı Görmek İçin Üye Girişi Yapın
Bismillahirrahmanirrahim
'Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
'Bir adam hiç hayır amelde bulunmadı. Ancak halka borç verir ve borcunu toplayan elçisine: 'Kolay ödeyecekten (zenginden) al, zor ödeyecekten (fakirden) alma, vazgeç. Ola ki Allah da bizim günahlarımızdan vazgeçer' derdi. Allahu Teâla hazretleri bunun üzerine: 'Haydi senin günahlarından vazgeçtim' buyurdu.'
[Buhârî, Büyû 18, Enbiyâ 50; Müslim, Müsâkât 31, (1562): Nesâî, Büyû 104, (7, 318) .]
Bismillahirrahmanirrahim
Cenab-ı Hak (c.c) , Kâf suresi 6 ayetinde mealen şöyle buyuruyor:
Üstlerindeki göğe bakmazlar mı ki: Biz onu nasıl bina ve tezyîn etmişiz ve onun için hiçbir gedik yoktur.
Dinî olmayan musibetler, musibet değildir
Birinci Mesele: Asıl musibet ve muzır musibet, dine gelen musibettir. Musibet-i diniyeden her vakit dergâh-ı İlâhiyeye iltica edip feryad etmek gerektir.
Fakat dinî olmayan musibetler, hakikat noktasında musibet değildirler. Bir kısmı ihtar-ı Rahmânîdir. Nasıl ki çoban, gayrın tarlasına tecavüz eden koyunlarına taş atıp, onlar o taştan hissederler ki, zararlı işten kurtarmak için bir ihtardır, memnunâne dönerler. Öyle de, çok zâhirî musibetler var ki, İlâhî birer ihtar, birer ikazdır. Ve bir kısmı keffâretü'z-zünubdur. Ve bir kısmı, gafleti dağıtıp, beşerî olan aczini ve zaafını bildirerek bir nevi huzur vermektir. Musibetin hastalık olan nevi, sabıkan geçtiği gibi, o kısım, musibet değil, belki bir iltifat-ı Rabbânîdir, bir tathirdir.
Rivayette vardır ki, 'Ermiş bir ağacı silkmekle nasıl meyveleri düşüyor; sıtmanın titremesinden günahlar öyle dökülüyor.'
Hazret-i Eyyüb Aleyhisselâm, münâcâtında, istirahat-i nefs için dua etmemiş. Belki zikr-i lisanî ve tefekkür-ü kalbîye mâni olduğu zaman, ubudiyet için şifa talep eylemiş. Biz, o münâcatla birinci maksadımız, günahlardan gelen mânevî, ruhî yaralarımızın şifasını niyet etmeliyiz. Maddî hastalıklar için, ubudiyete mâni olduğu zaman iltica edebiliriz. Fakat muterizâne, müştekiyâne bir surette değil, belki mütezellilâne ve istimdatkârâne iltica edilmeli. Madem Onun rububiyetine razıyız; o rububiyeti noktasında verdiği şeye rıza lâzım. Kazâ ve kaderine itirazı işmam eder bir tarzda ah, of edip şekvâ etmek, bir nevi kaderi tenkittir, rahîmiyetini ithamdır. Kaderi tenkit eden, başını örse vurur, kırar. Rahmeti itham eden, rahmetten mahrum kalır. Kırılmış elle intikam almak için o eli istimal etmek nasıl kırılmasını tezyid ediyor; öyle de, musibete giriftar olan adam, itirazkârâne şekvâ ve merakla onu karşılamak, musibeti ikileştiriyor.
Lügatçe;
muzır: zararlı, zarara sokan-dergâh-ı İlâhiye: Cenâb-ı Hakkın huzuru-iltica: sığınma-ihtar-ı Rahmânî: Cenâb-ı Hakkın şefkat ve merhametiyle yaptığı îkaz, uyarı-keffâretü'z-zünub: Günahların keffâreti, mü`minlere, işledikleri günahların affı için Allah tarafından verilen hastalık ve musîbetler-huzur: Allah`ın her an yanında olduğunu ve herşeyi bildiğini hissetme ve yaşama hâli-iltifat-ı Rabbânî: Terbiye ve idâre eden Cenab-ı Hakk`ın bir lütfu, iltifatı-tathir: Temizleme, yıkayıp pâk etme-istirahat-i nefs: Vücudun istirahati, sıhhat bulma-zikr-i lisanî: Allah`ı dille anmak-tefekkür-ü kalbî: Kalben düşünme, fikretme, anma-muterizâne: İtiraz edercesine. Karşı gelerek-müştekiyâne: şikâyet edercesine-mütezellilâne: kendi hiçliğini bilir sûrette kusur ve aczini anlamakla-istimdatkârâne: Yardım edene yakışır halde-rububiyet: Cenâb-ı Hakkın her zaman, her yerde ve her mahlûka muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onu terbiye etmesi ve idâresi altında bulundurması vasfı-işmam: Koklatmak, hafif olarak hissettirmek.
Kabul şartlarını yerine getirerek dua etmeliyiz
Sual: Mü'minin mü'mine en iyi duası nasıl olmalıdır?
Elcevap: Esbab-ı kabul dairesinde olmalı. Çünkü bazı şerâit dahilinde dua makbul olur. Şerâit-i kabulün ictimaı nispetinde makbuliyeti ziyadeleşir.
Ezcümle, dua edileceği vakit, istiğfar ile mânevî temizlenmeli; sonra, makbul bir dua olan salâvat-ı şerifeyi şefaatçi gibi zikretmeli ve âhirde yine salâvat getirmeli. Çünkü, iki makbul duanın ortasında bir dua makbul olur.
*Hem bizahri'l-gayb, yani gıyaben ona dua etmek,
*Hem hadiste ve Kur'ân'da gelen me'sur dualarla dua etmek; meselâ,
('Allahım, Senden kendim ve onun için dünyada ve âhirette af ve âfiyet istiyorum' Hadis-i Şerif meali)
('Ey Rabbimiz, bize dünyada da güzellik ver, âhirette de güzellik ver. Ve bizi Cehennem ateşinin azâbından koru.' Bakara Sûresi: 2:201)
gibi câmi dualarla dua etmek
*Hem hulûs ve huşû ve huzur-u kalble dua etmek,
*Hem namazın sonunda, bilhassa sabah namazından sonra,
*Hem mevâki-i mübarekede, hususan mescidlerde,
*Hem Cumada, hususan saat-i icabede,
*Hem şuhur-u selâsede, hususan leyâli-i meşhurede,
*Hem Ramazan'da, hususan Leyle-i Kadirde dua etmek, kabule karin olması rahmet-i İlâhiyeden kaviyen me'muldür.
O makbul duanın ya aynen dünyada eseri görünür; veyahut dua olunanın âhiretine ve hayat-ı ebediyesi cihetinde makbul olur. Demek, aynı maksat yerine gelmezse, dua kabul olmadı denilmez, belki daha iyi bir surette kabul edilmiş denilir.
Lügatçe;
Şerâit-i kabûl: Kabûl şartları-ictima: Toplanmak. Bir araya gelmek-me'sur: Ecdaddan rivayet edilen. * Meşhur-câmi: Kapsayıcı; birçok şeyle alâkalı olan-hulûs: Hâlislik, saflık, samimiyet, içtenlik-huşû: Korku ile karışık sevgiden gelen edebli hâl-saat-i icabe: Duânın kabul edildiği ve insanlarca bilinmeyen Cuma gününde bir vakit-şuhur-u selâse: Üç aylar-leyâli-i meşhure: Meşhur mübarek geceler, kandil geceleri.