Gruplarınızı Görmek İçin Üye Girişi Yapın
Bismillahirrahmanirrahim
İbnu Ömer (ra) anlatıyor: Resulullah (sav) buyurdular ki:
“Son nefesini vermedikçe Allah, kulun tövbesini kabul eder.”
(Tirmizi, Da'avât 103)
Bismillahirrahmanirrahim
Cenab-ı Hak (c.c) , Necm suresi 24-25 ayetlerinde mealen şöyle buyuruyor:
Yoksa insan (kayıtsız şartsız) , her temenni ettiği şeye sahip mi olacaktır?
Oysa, Ahiret de dünya da Allah'ındır.
Rahmet seni, ey insan,
o Müstağnî-i Alelıtlakın ve Sultan-ı Sermedînin huzuruna çıkarır ve Ona dost yapar ve Ona muhatap eder ve sevgili bir abd vaziyetini verir.
Bediüzzaman
Müstağnî-i Alelıtlak: Her cihetle zengin olan ve hiçbir şeye muhtaç olmayan Allah
Sultan-ı Sermedî: Saltanatı zaman ve mekanla sınırlı olmayan ve daima devam eden Cenab-ı Hak
İki tür ibadet ve sabır içinde şükür
Niçin çoklukla salâvat okuyoruz?
Salâvâtın mânâsı rahmettir. Ve o zîhayat, mücessem rahmete rahmet duâsı olan salâvât ise, o Rahmeten li'l-âlemînin vüsûlüne vesîledir. Öyle ise, sen, salâvâtı kendine o Rahmeten li'l-âlemîne ulaşmak için vesîle yap ve o zâtı da rahmet-i Rahmâna vesîle ittihaz et. Umum ümmetin, Rahmeten li'l-âlemîn olan Aleyhissalâtü Vesselâm hakkında, hadsiz bir kesretle rahmet mânâsıyla salâvât getirmeleri, rahmet ne kadar kıymettar bir hediye-i İlâhiye ve ne kadar geniş bir dairesi olduğunu parlak bir sûrette ispat eder.
Elhâsıl: Hazîne-i rahmetin en kıymettar pırlantası ve kapıcısı zât-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm olduğu gibi, en birinci anahtarı dahi 'Bismillahirrahmanirrahim' 'dir. Ve en kolay bir anahtarı da salâvâttır.
(Allah'ım! 'Bismillâhirrahmânirrahîm'in sırları hürmetine, âlemlere rahmet olarak gönderdiğin zâta ve onun bütün âl ve ashâbına, Senin rahmetine ve onun hürmetine yaraşır şekilde salât ve selâm eyle. Bize de, Senden başka, hiçbir mahlûkunun merhametine ihtiyaç bırakmayacak bir şefkat ve rahmetle merhamet eyle. Amin.)
Lügatçe;
zîhayat: hayat sahibi-mücessem: cisimleşmiş-vüsûl: Kavuşma, ulaşma, erişme-ittihaz: Kabul etme, kabullenme, edinme-kesretle: çoklukla.
Üçüncü Vecih:
Şu dâr-ı dünya, meydan-ı imtihandır ve dâr-ı hizmettir. Lezzet ve ücret ve mükâfat yeri değildir. Madem dâr-ı hizmettir ve mahall-i ubudiyettir. Hastalıklar ve musibetler, dinî olmamak ve sabretmek şartıyla, o hizmete ve o ubudiyete çok muvafık oluyor ve kuvvet veriyor. Ve herbir saati bir gün ibadet hükmüne getirdiğinden, şekvâ değil, şükretmek gerektir.
Evet, ibadet iki kısımdır: bir kısmı müsbet, diğeri menfi. Müsbet kısmı malûmdur. Menfi kısmı ise, hastalıklar ve musibetlerle, musibetzede zaafını ve aczini hissedip, Rabb-i Rahîmine ilticâkârâne teveccüh edip, Onu düşünüp, Ona yalvarıp hâlis bir ubudiyet yapar. Bu ubudiyete riyâ giremez, hâlistir. Eğer sabretse, musibetin mükâfâtını düşünse, şükretse, o vakit herbir saati bir gün ibadet hükmüne geçer. Kısacık ömrü uzun bir ömür olur. Hattâ bir kısmı var ki, bir dakikası bir gün ibadet hükmüne geçer. Hattâ bir âhiret kardeşim, Muhacir Hafız Ahmed isminde bir zâtın müthiş bir hastalığına ziyade merak ettim. Kalbime ihtar edildi: 'Onu tebrik et. Herbir dakikası bir gün ibadet hükmüne geçiyor.' Zaten o zat sabır içinde şükrediyordu.
Lügatçe;
dâr-ı dünya: Dünya âlemi, dünya memleketi-dâr-ı hizmet: Hizmet yeri-mahall-i ubudiyet: Kulluk yeri. Allah`a bağlılık merkezi-muvafık: Uygun olan, uyan-müsbet: Olumlu, uygun, yapılması memnuniyet veren, pozitif-menfi: negatif, müsbetin zıddı, olumsuz-musibetzede: Belâya uğrayan, hastalık veya başka dertlere uğrayan-ilticâkârâne: Sığınarak-teveccüh: Yönelme.