Gruplarınızı Görmek İçin Üye Girişi Yapın
Fasık, günahkar bir milletten dört milyon evliya çıktı
(1917 yılında gördüğü hakikatdar bir rüyadan bazı pasajlar)
Tekrar biri sordu:
'Musibet, cinayetin neticesi, mükafatın mukaddemesidir. Hangi fiiliniz ile kadere fetva verdirdiniz ki, şu musibetle hükmetti. Musîbet-i amme ekseriyetin hatasına terettüb eder. Hazırda mükâfatınız nedir? '
Dedim:
'Mukaddemesi üç mühim erkan-ı İslamiyedeki ihmalimizdir: salat, savm, zekat. Zîra, yirmi dört saatten yalnız bir saati, beş namaz için Hâlık Teala bizden istedi; tenbellik ettik. Beş sene, yirmi dört saat talim, meşakkat, tahrik ile, bir nevî namaz kıldırdı. Hem, senede yalnız bir ay oruç için nefsimizden istedi; nefsimize acıdık. Keffareten, beş sene oruç tutturdu. 'On'dan, ya 'kırk'tan yalnız biri, ihsan ettiği maldan zekat istedi; buhl ettik, zulmettik; O da bizden müterakim zekatı aldı. (Amelin karşılığı olarak kendi türünden birşeyle verilir.)
'Mükâfat-ı hazıramız ise; fasık, günahkar bir milletten, hums olan dört milyonu velayet derecesine çıkardı; gazilik, şehadetlik verdi. Müşterek hatadan neş'et eden müşterek musîbet, mazi günahını sildi.'
Yine biri dedi:
'Bir amir hata ile felakete atmış ise? ..'
Dedim:
Musîbetzede mükâfat ister; ya amir-i hatadarın hasenatı verilecektir -o ise hiç hükmünde- veya hazîne-i gayb verecektir. Hazîne-i gaybda böyle işlerdeki mükafatı ise, derece-i şehadet ve gaziliktir.'
Baktım, meclis istihsan etti. Heyecanımdan uyandım; terli, el pençe yatakta oturmuş kendimi buldum.
Lügatçe;
mukaddeme: başlangıç-Musîbet-i amme: genel musibet, herkese gelen musibet-ekseriyet: çoğunluk-terettüb: gerekmek, netice olarak çıkmak, belirli sebeplerin belirli neticeler vermesi-erkan-ı İslamiye: İslâmın beş şartı-buhl: Cimrilik, pintilik-müterakim: Birikmiş, yığılmış-hums: Beşte bir-amir-i hatadar: Hataya sebep olan amir-hasenat: sevaplar, iyilikler-hazîne-i gayb: Allah'ın hazinesi-istihsan: Beğenme, güzel bulma.
İsm-i Âzamın altı nurundan
üçüncü nuruna işaret eden
Üçüncü Nükte(5)
DÖRDÜNCÜ NOKTA
Onuncu Sözde işaret edildiği gibi, bir Sâni-i Hakîm [herşeyi hikmetle ve san’atlı bir şekilde yapan Allah] ve gayet hikmetli [herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratan] bir usta, bir sarayın herbir taşında yüzer hikmeti [mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde] hassasiyetle takip etse, sonra o saraya dam yapmayıp, boşu boşuna harap olmasıyla, takip ettiği hadsiz hikmetleri [mânâları, faydaları,gayeleri] zayi etmesini hiçbir zîşuur [akıl, bilinç sahibi] kabul etmediği ve bir Hakîm-i Mutlak [sınırsız hikmet sahibi, herşeyi belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratan Allah], kemâl-i hikmetinden [her şeyi gayeli, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratma noktasında kusursuzlugundan], bir dirhem[3 gram] kadar bir çekirdekten yüzer batman [yaklaşık 8 kg ağırlığında bir ağırlığın yüzer katı ölçeğinde] faydaları, gayeleri[amaçları], hikmetleri[mânâları, faydaları,gayeleri] dikkatle takip ettiği halde, dağ gibi koca ağaca bir dirhem[3 gıram] kadar bir tek fayda, bir tek küçük gaye, bir tek meyve vermek için o koca ağacın pek çok masarıfını yapmakla, kendi hikmetine bütün bütün zıt ve muhalif olarak, müsrifâne [ısraflıca] bir sefahet [zevk ve eğlenceye düşkünlüğü] irtikâp etmesi [yapması] hiçbir cihetle imkânı olmadığı gibi; aynen öyle de, bu kâinat sarayının her bir mevcudatına [varlığına] yüzer hikmet [mânâ, fayda,gaye] takan ve yüzer vazife ile teçhiz eden [donatan], hattâ her bir ağaca meyveleri adedince hikmetler [gayeler, mânâlar, faydalar] ve çiçekleri adedince vazifeler veren bir Sâni-i Hakîm [herşeyi hikmetle ve san’atlı bir şekilde yapan Allah], kıyameti getirmemekle ve haşri [yeniden diriltme] yapmamakla, bütün had ve hesaba gelmeyen hikmetleri [mânâları, faydaları,gayeleri] ve nihayetsiz vazifeleri mânâsız, abes, boş, faydasız zayi etmesi, o Kadîr-i Mutlakın [herşeye gücü yeten, sınırsız güç ve kuvvet sahibi Allah’ın] kemâl-i kudretine [kudretinin mükemmelliğine] acz-i mutlak [sınırsız güçsüzlük] verdiği gibi, o Hakîm-i Mutlakın [herşeyi belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratan sınırsız hikmet sahibi Allah’ın] kemâl-i hikmetine [her şeyi eksiksiz bir hikmetle yapmasına] hadsiz abesiyet [Lüzumsuzluğu ve gayesizliği] ve faydasızlığı ve o Rahîm-i Mutlakın [sınırsız şefkat ve merhamet sahibi olan Allah’ın] cemâl-i rahmetine [şefkat ve merhametteki güzelliğine] nihayetsiz [sonsuz] çirkinliği ve o Âdil-i Mutlakın[sonsuz adâlet sahibi Allah’ın] kemâl-i adaletine [kusursuz adaletine] nihayetsiz zulmü [Haksızlığı] vermek demektir. Adeta, kâinatta herkese görünen hikmet [ilahi gayeler], rahmet, adaleti inkâr etmektir. Bu ise en acip [hayret verici] bir muhaldir [İmkânsızlıktır] ki, hadsiz [sınırsız] bâtıl [hurafe,Boş ve manasız olan, Dinde yeri olmayan] şeyler, içinde bulunur.
Ehl-i dalâlet [inançsız kimseler] gelsin, baksın: Gireceği ve düşündüğü kendi kabri gibi, kendi dalâletinde [inançsızlığında] ne derece dehşetli bir zulmet [haksızlık], bir karanlık ve yılanların, akreplerin yuvası bir kuyu olduğunu görsün. Ve âhirete iman ise, Cennet gibi güzel ve nuranî bir yol olduğunu bilsin, imana girsin.