Gruplarınızı Görmek İçin Üye Girişi Yapın
Ecnebîlerden içimize giren pis ve fena seciye îtibariyle bir hodgâm adam bizde diyor:
'Ben susuzluktan ölsem, hiç yağmur bir daha dünyaya gelmesin.
Eğer ben görmezsem bir saadeti, dünya istediği gibi bozulsun.'
İşte bu ahmakane kelime dinsizlikten çıkıyor, ahireti bilmemekten geliyor; hariçten içimize girmiş, zehirliyor.
Bediüzzaman
Gaddârâne ırkçı fikirler
Üçüncü Sualiniz: 'O mübarek zatların başına gelen o feci, gaddârâne muamelenin hikmeti nedir? ' diyorsunuz.
Elcevap: Sabıkan beyan ettiğimiz gibi, Hazret-i Hüseyin'in muarızları olan Emevîler saltanatında, merhametsiz gadre sebebiyet verecek üç esas vardı:
Birisi: Merhametsiz siyasetin bir düsturu olan, 'Hükûmetin selâmeti ve âsâyişin devamı için eşhas feda edilir.'
İkincisi: Onların saltanatı unsuriyet ve milliyete istinad ettiği için, milliyetin gaddârâne bir düsturu olan, 'Milletin selâmeti için herşey feda edilir.'
Üçüncüsü: Emevîlerin Hâşimîlere karşı ananesindeki rekabet damarı, Yezid gibi bazılarında bulunduğu için, şefkatsiz bir gadre kabiliyet göstermişti.
Dördüncü bir sebep de, Hazret-i Hüseyin'in taraftarlarında bulunuyordu ki, Emevîlerin, Arap milliyetini esas tutup sair milletlerin efradına 'memâlik' tabir ederek köle nazarıyla bakmaları ve gurur-u milliyelerini kırmaları yüzünden, milel-i saire Hazret-i Hüseyin'in cemaatine intikamkârâne ve müşevveş bir niyetle iltihak ettiklerinden, Emevîlerin asabiyet-i milliyelerine fazla dokunmuş, gayet gaddârâne ve merhametsizcesine, meşhur faciaya sebebiyet vermişlerdir.
Mezkûr dört esbab, zâhirîdir. Kader noktasından bakıldığı vakit, Hazret-i Hüseyin ve akrabasına, o facia sebebiyle hasıl olan netâic-i uhreviye ve saltanat-ı ruhaniye ve terakkiyât-ı mâneviye o kadar kıymettardır ki, o facia ile çektikleri zahmet gayet kolay ve ucuz düşer. Nasıl ki bir nefer, bir saat işkence altında şehid edilse, öyle bir mertebeyi bulur ki, on sene başkası çalışsa ancak o mertebeyi bulur. Eğer o nefer şehid olduktan sonra ona sorulabilse, 'Az birşeyle pek çok şeyler kazandım' diyecektir.
Lügatçe,
gaddârâne: acımasızca, zâlimâne-gadr: zulüm, acımasızlık-eşhas: şahıslar, fertler-unsuriyet: ırkçılık-milel-i saire: diğer milletler-intikamkârâne: intikam alır bir şekilde-müşevveş: karma karışık-asabiyet-i milliye: ırçılık damarı-netâic-i uhreviye: âhiretteki neticeler-saltanat-ı ruhaniye: ruhanî, mânevî olarak devam eden saltanat-terakkiyât-ı mâneviye: mânevî ilerlemeler, yükselmeler.
Cenâb-ı Hakka çok şükür, beni kendime beğendirmemiş.
Talebeliğin hassası ve şartı şudur ki: Sözleri kendi malı ve telifi gibi hissedip sahip çıksın ve en mühim vazife-i hayatiyesini onun neşir ve hizmeti bilsin.
İşte şu üç tabaka, benim üç şahsiyetimle alâkadardır:
Dost, benim şahsî ve zâtî şahsiyetimle münasebettar olur.
Kardeş, abdiyetim ve ubûdiyet noktasındaki şahsiyetimle alâkadar olur.
Talebe ise, Kur’ân-ı Hakîmin dellâlı* cihetinde ve hocalık vazifesindeki şahsiyetimle münasebettardır.
'*mehdiyet cihetiyle' (şefkat)
Lügatçe;
hayat-ı dünyeviye: dünya hayatı-hayat-ı uhreviye: âhiret hayatı-dellâl: duyurucu, ilân edici-ale’r-re’si ve’l-ayn: baş göz üstüne-envâr-ı Kur’âniye: Kur’ân’ın nurları (risaleler) -bid’a: aslen dinde olmayıp sonradan ortaya çıkan ve dine zarar verici yeni âdet ve uygulamalar-dalâlet: hak yoldan sapkınlık, inkârcılık-kebâir: büyük günahlar-telif: yazma, kaleme alma-vazife-i hayatiye: hayat vazifesi-neşir: yayma-abdiyet: kulluk-ubûdiyet: Allah’a kulluk etmek.