Gruplarınızı Görmek İçin Üye Girişi Yapın
Resulullah (sav)
şöyle hapşırırdı...
Bismillahirrahmanirrahim
Ebu Hureyre (ra) anlatıyor: “Resûlallah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Resulullah (sav) hap
şırdığı zaman, yüzünü elleriyle veya elbisesiyle örterdi ve sesini de kısardı.”
(Ebu Davud, Edeb 98)
Avrupa parçalayıp yutmak için ırkçılığı islâm içine atmış
Eğer derseniz, 'Sana Said-i Kürdî derler. Belki sende unsuriyetperverlik fikri var, o işimize gelmiyor'; ben de derim:
Hey efendiler! Eski Said ve Yeni Said'in yazdıkları meydanda. Şahit gösteriyorum ki, ben (İslam Cahiliyetten kalma ırkçılığı ve kabileciliği ortadan kaldırmıştır. Hadis-i Şerif)) ferman-ı katîsiyle, eski zamandan beri menfi milliyet ve unsuriyetperverliğe, Avrupa'nın bir nevi firenk illeti olduğundan, bir zehr-i katil nazarıyla bakmışım. Ve Avrupa, o firenk illetini İslâm içine atmış, tâ tefrika versin, parçalasın, yutmasına hazır olsun diye düşünür. O firenk illetine karşı eskiden beri tedaviye çalıştığımı, talebelerim ve bana temas edenler biliyorlar.
Madem böyledir. Hey efendiler, herbir hadiseyi bahane tutup bana sıkıntı vermeye sebep nedir acaba? Şarkta bir nefer hata etse, garpta bir nefere askerlik münasebetiyle zahmet ve ceza vermek; veya İstanbul'da bir esnafın cinayetiyle Bağdat'ta bir dükkâncıyı esnaflık münasebetiyle mahkûm etmek nevinden, her hadise-i dünyeviyede bana sıkıntı vermek hangi usulledir, hangi vicdan hükmeder, hangi maslahat iktiza eder?
Lügatçe;
unsuriyetperver: Milliyetçilik, ırkçılık-ferman-ı katî: Ayet veya hadisle kesin bildirim-zehr-i katil: Öldürücü zehir.
Halbuki Allah'ı bilmek, bütün kâinatı ihata eden rububiyetine ve zerrelerden yıldızlara kadar cüz'î ve küllî herşey Onun kabza-i tasarrufunda ve kudret ve iradesiyle olduğuna kat'î iman etmek; ve mülkünde hiçbir şerîki olmadığına ve Lâilâheillallah kelime-i kudsiyesine, hakikatlerine iman etmek, kalben tasdik etmekle olur. Yoksa, 'Bir Allah var' deyip, bütün mülkünü esbaba ve tabiata taksim etmek ve onlara isnat etmek - hâşâ - hadsiz şerikleri hükmünde esbabı mercî tanımak ve herşeyin yanında hazır irade ve ilmini bilmemek ve şiddetli emirlerini tanımamak ve sıfatlarını ve gönderdiği elçilerini, peygamberlerini bilmemek, elbette hiçbir cihette Allah'a iman hakikati onda yoktur. Belki küfr-ü mutlaktaki manevî Cehennemin dünyevî tazibinden kendini bir derece teselliye almak için o sözleri söyler.
Evet, inkâr etmemek başkadır, iman etmek bütün bütün başkadır.
Evet, kainatta hiçbir zişuur, kâinatın bütün eczası kadar şahidleri bulunan Hâlık-ı Zülcelâl'i inkâr edemez... Etse, bütün kâinat onu tekzib edeceği için susar, lâkayd kalır.
Fakat Ona iman etmek, Kur'ân-ı Azîmüşşanın ders verdiği gibi, O Hâlıkı, sıfatlarıyla, isimleriyle, umum kâinatın şehadetine istinaden kalben tasdik etmek; ve elçileriyle gönderdiği emirleri tanımak; ve günah ve emre muhalefet ettiği vakit, kalben tevbe ve nedamet etmek iledir. Yoksa, büyük günahları serbest işleyip istiğfar etmemek ve aldırmamak, o imandan hissesi olmadığına delildir.
Lügatçe;
muteriz: İtiraz eden, karşı çıkan-Adi: Basit,sıradan-tahşidât: bir şeyin üzerinde fazla durmalar-küfr-ü mutlak: Kesin ve tam bir inkâr-ihata: İçine alma; tam kavrama; kuşatmak-rububiyet: Cenâb-ı Hakkın her zaman, her yerde ve her mahlûka muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onu terbiye etmesi ve idâresi altında bulundurması vasfı-kabza-i tasarruf: İdâre eli. Tasarrufu altında-şerîk: Ortak-zişuur: Akıl, şuur sâhibi.