Gruplarınızı Görmek İçin Üye Girişi Yapın
Bütün annelerin şefkatleri, rahmet-i İlâhiyenin bir lem'asıdır
Evet, Halık-ı Zülcelâlinden havf etmek, Onun rahmetinin şefkatine yol bulup ilticâ etmek demektir. Havf, bir kamçıdır; Onun rahmetinin kucağına atar. Mâlûmdur ki, bir vâlide, meselâ, bir yavruyu korkutup, sînesine celb ediyor. O korku, o yavruya gayet lezzetlidir. Çünkü, şefkat sînesine celb ediyor. Halbuki, bütün vâlidelerin şefkatleri, rahmet-i İlâhiyenin bir lem'asıdır. Demek, havfullahta bir azîm lezzet vardır.
Mâdem havfullâhın böyle lezzeti bulunsa, muhabbetullahta ne kadar nihayetsiz lezzet bulunduğu mâlûm olur. Hem, Allah'tan havf eden, başkaların kasâvetli, belâlı havfından kurtulur. Hem, Allah hesâbına olduğu için mahlûkata ettiği muhabbet dahi, firâklı, elemli olmuyor.
Lügatçe;
havf: Korkmak, korku-lem'a: Parıltı, ışın-havfullah: Allah korkusu-muhabbetullah: Allah muhabbeti-firâk: Ayrılmak, ayrılık.
Çocukların hamiyet-i milliyeden hissesi yok mu?
Dördüncü taife ki, çocuklardır. Bunlar hamiyet-i milliyeden merhamet isterler, şefkat beklerler. Bunlar da, zaaf ve acz ve iktidarsızlık noktasında, merhametkâr, kudretli bir Hâlıkı bilmekle ruhları inbisat edebilir, istidatları mes’udâne inkişaf edebilir. İleride, dünyadaki müthiş ehval ve ahvâle karşı gelebilecek bir tevekkül-ü imanî ve teslim-i İslâmî telkinatıyla o masumlar hayata müştakane bakabilirler. Acaba, alâkaları pek az olduğu terakkiyât-ı medeniye dersleri ve onların kuvve-i mâneviyesini kıracak ve ruhlarını söndürecek, nursuz, sırf maddî, felsefî düsturların taliminde midir?
Eğer insan bir cesed-i hayvânîden ibaret olsaydı ve kafasında akıl olmasaydı, belki bu masum çocukları muvakkaten eğlendirecek terbiye-i medeniye tabir ettiğiniz ve terbiye-i milliye süsü verdiğiniz bu firengî usul, onlara çocukçasına bir oyuncak olarak, dünyevî bir menfaati verebilirdi. Madem ki o masumlar hayatın dağdağalarına atılacaklar, madem ki insandırlar. Elbette küçük kalblerinde çok uzun arzuları olacak ve küçük kafalarında büyük maksatlar tevellüd edecek. Madem hakikat böyledir; onlara şefkatin muktezası, gayet derecede fakr ve aczinde, gayet kuvvetli bir nokta-i istinadı ve tükenmez bir nokta-i istimdadı, kalblerinde iman-ı billâh ve iman-ı bil’âhiret suretiyle yerleştirmek lâzımdır. Onlara şefkat ve merhamet bununla olur. Yoksa, divane bir validenin, veledini bıçakla kesmesi gibi, hamiyet-i milliye sarhoşluğuyla, o biçare masumları mânen boğazlamaktır. Cesedini beslemek için beynini ve kalbini çıkarıp ona yedirmek nev’inden, vahşiyâne bir gadirdir, bir zulümdür.
Lügatçe;
hamiyet-i milliye: millet için, milli gayeler uğruna fedakarlıkta bulunma ve milli duygu ve hislerin muhafazası için çaba-Hâlık: yaratıcı, herşeyi yaratan Allah-inbisat: genişleme, yayılma-istidat: kabiliyet, yetenek-mes’udâne: mutlu bir şekilde-inkişaf: açığa çıkma-ehval: korkular-ahvâl: haller, davranışlar-tevekkül-ü imanî: îmandan gelen tevekkül, teslimiyet-terakkiyât-ı medeniye: teknolojik ilerlemeler-kuvve-i mâneviye: mânevî kuvvet, moral gücü-cesed-i hayvânî: canlı beden, cesed, vücut-muvakkaten: geçici olarak-firengî: Batıya ait, Batıyla ilgili, avrupaî-dağdağa: sıkıntı, ıstırap-tevellüd: doğma, meydana gelme-nokta-i istinad: dayanak noktası-nokta-i istimdad: yardım alınacak merci, yer-iman-ı billâh: Allah’a iman-iman-ı bil’âhiret: ahirete iman-gadir: zulüm, haksızlık.