Gruplarınızı Görmek İçin Üye Girişi Yapın
Şu iki şeyden daha iyisi yoktur:
1- Allah'a iman,
2- Onun kullarına iyilik etmek.
Hadis-i Şerif meali
(Askalani)
Bıraktığım iki şeye uyan, hidayete erer, uymayan sapıtır:
1- Kitabullah,
2- Ehl-i beytim. (sünnetim)
Hadis-i Şerif meali
(İ. Hibban)
Unutkanlık hastalığı...
Risâle-i Nur talebelerinden bir genç hâfız, pek çok adamların dedikleri gibi dedi: 'Bende unutkanlık hastalığı tezayüd ediyor, ne yapayım? '
Ben de dedim:
Mümkün oldukça nâmahreme nazar etme. Çünkü rivayet var. İmam-ı Şâfiî'nin (ra) dediği gibi, 'Haram-ı nazar, nisyan verir.'
Evet, ehl-i İslâmda, nazar-ı haram ziyadeleştikçe, hevesat-ı nefsaniye heyecana gelip, vücudunda su-i istimalâtla israfa girer. Haftada birkaç defa gusle mecbur olur. Ondan, tıbben kuvve-i hâfızasına zaaf gelir.
Evet, bu asırda açık saçıklık yüzünden, hususan bu memalik-i harrede o su-i nazardan su-i istimalât, umumî bir unutkanlık hastalığını netice vermeye başlıyor. Herkes, cüz'î, küllî o şekvâdadır. İşte, bu umumî hastalığın tezayüdüyle, hadîs-i şerifin verdiği müthiş bir haberin tevili ucunda görünüyor. Ferman etmiş ki: 'Âhirzamanda, hâfızların göğsünden Kur'ân nez' ediliyor, çıkıyor, unutuluyor.' Demek bu hastalık dehşetlenecek, hıfz-ı Kur'ân'a bu sû-i nazarla bazılarda set çekilecek; o hadisin tevilini gösterecek. (Gaybı Allah'tan başka kimse bilmez) .
Lügatçe;
tezayüd: ziyadeleşme, çoğalma-Haram-ı nazar: harama bakma, haram bakış-nisyan: unutkanlık-hevesat-ı nefsaniye: nefisin günahlı hevesleri-su-i istimalât: kötüye kullanmalar, aşırıya kaçma-memalik-i harre: sıcak iklimli ülkeler-su-i nazar: kötü bakış-şekvâ: şikâyet.
Ben de Risale-i Nur’un talebesiyim.
Bediüzzaman Said Nursî’nin senelerden beri hapisten hapse, zindandan zindana atılması ve menfâdan menfâya sürülmesi ve kendisine daima tazyikler ve şiddetli zulüm ve dehşetli işkenceler yapılması ve on yedi defa zehir verilmesi, bir günde bir aylık azaplar çektirilmesi, kendisinin ve Risale-i Nur Külliyatının hakkaniyet ve sıdkına birer canlı mühür ve birer parlak delildir. Meselâ, Hindistan’da sormuşlar: “Bediüzzaman nasıl bir kimsedir? ” Cevaben denilmiş ki: “Hasta, garip, fakir, mazlum, hediye ve sadakaları kabul etmeyen ve hâlen de çekmekte olduğu o kadar zulümlere rağmen altmış senedir dâvâsından vazgeçmeyen bir ihtiyardır.” Onlar da, “Öyleyse o hakikat söylüyor ve küfr-ü mutlaka, dinsizlere, zındıklara boyun eğmiyor, riyakârlık etmiyor, dalkavukluk yapmıyor ve Kur’ân ve İslâmiyete tesirli ve küllî bir hizmet yapıyor ki, onlar da ona zulmetmişler” demişler.
Üstadımız Bediüzzaman hakkında, takdirkâr ve faziletperver zatların takdirleri bir senâdan ibaret değildir, bir vâkıadır. Fiiliyat ve icraatının belki yüzden birisini kısaca âcizane ve noksan bir tarzda nakletmektir. Hem bu mevzuda Risale-i Nur talebelerinin takdirkâr makale, mektup ve fıkraları bir medih değildir; belki Üstadımızın dinî hizmetini hedef tutan, şahsına taarruz eden vicdansız ve insafsız din düşmanlarına karşı müspet bir müdafaadır. (HAŞİYE 1) (HAŞİYE 2)
Böyle olduğu halde Üstadımız öyle zatların ve Risale-i Nur talebelerinin hakikatlı takdir ve beyanlarına karşı hiddetlenerek, çok defa da hatırlarını kırarak der ki: “Zaman şahıs zamanı değil, şahs-ı mânevî zamanıdır. Risale-i Nur’da şahıs yok, şahs-ı mânevî var. Ben bir hiçim. Risale-i Nur, Kur’ân’ın malıdır, Kur’ân’dan süzülmüştür. Şeref ve hüsün Kur’ân’ındır. Şahsımla Risale-i Nur iltibas edilmiş. Meziyet, Risale-i Nur’a aittir. Risale-i Nur’un neşrindeki harika muvaffakiyet ise, Risale-i Nur talebelerine aittir. Yalnız şu kadar var ki, şiddetli ihtiyacıma binaen Cenâb-ı Hak, Kur’ân-ı Hakîmden bana ilâç ve tiryakları ihsan etti; ben de kaleme aldım. Her nasılsa, bu zamanda birinci tercümanlık vazifesi bana düşmüş. Ben de Risale-i Nur’un talebesiyim. Bir risaleyi şimdiye kadar yüz defa okuduğum halde yine okumaya muhtaç oluyorum. Ben sizlerin ders arkadaşınızım” der.
(HAŞİYE 1) : İns ve cin şeytanları ve dinsizlerin bir desisesi de budur ki: Bazan derler ve dedirtirler: “Üstadınız şahsına kıymet vermiyor; siz ise onun hakkında takdirkâr mektuplar yazıp, Üstadınızın rızasına uygun hareket etmiyorsunuz.” İşte onlar, Risale-i Nur ve Üstadımızı İslâmiyet düşmanlarına karşı müspet ve nezih bir tarzda müdafaa etmekten men etmek için safdillik damarlarından istifade ile böyle bir fikir ve mugalâta ile Nur talebelerini aldatmaya, iğfal etmeye çalışırlar.
(HAŞİYE 2) : Evet, Üstadımız Bediüzzaman, ihlâsının iktizası olarak şahsına kıymet vermeyebilir; bu hal, Üstadımızdaki yüksek bir kemalât ve âlî bir seciyenin timsalidir. O, şahsına ne kadar kıymet vermiyorsa, bizim onda milyarlar derece fazla kıymet ve ehemmiyeti görmemiz, basiret ve insaniyetin muktezasıdır. Bir lütf-u ilâhîdir. Zira Risale-i Nur gibi parlak bir tefsir-i Kur’ân olan şaheser, onun varlığından meydana gelmiş ve fışkırmıştır. Öyle bir eserin müellifiyle yalnız bugünkü âlem-i İslâm değil, yalnız asr-ı hazır beşeriyeti değil, nesl-i âtideki milyarlar kimsenin hayat ve memat dâvâsı Risale-i Nur’la alâkadardır.
(Tarihçe-i Hayat'dan)
Lügatçe;
menfâ: sürgün yeri-tazyik: baskı-küfr-ü mutlak: kesin ve tam bir inkârcılık; Allah’a ve Allah’ın kesin olarak bildirdiği hiçbir dinî değere inanmama-senâ: övme ve yüceltme-vâkıa: gerçek, olmuş olan-şahs-ı mânevî: belirli bir kişi olmayıp bir topluluktan meydana gelen mânevî kişilik, tüzel kişilik-hüsün: güzellik-iltibas: karıştırma.