MAVERA-Sufi Muhabbet Mesaj Detayi Antoloji.com

Gönderen: Adem Kılıç
Alan:   Grup:MAVERA-Sufi Muhabbet
Tarih: 10.03.2012 00:22
Konu: Yn: Yn: [mavera-sufi-muh..] Müslümanım, yedi yıldızlı otel müşterisiyim!

Müslümanım, yedi yıldızlı otel müşterisiyim!

(Size bir sır vereyim: Ben bu çok önemli ve de şatafatlı adamları görünce hep düşünürüm: birisinin altından iskemlesi, diğerinin elinden parası giderse acaba geriye ne kalır? : doğrusu geri kalanı net olarak görmekte çok da zorlanmam.)

Gazetelerde okudum: “Dindar” olarak tanınan müteahhitlerin beş yıldızlı ve dahi yaldızlı “residence”ları (rezidans diye okunurmuş) bir buçuk milyoncuk (eski para ile birbuçuk trilyon) fiyatla kapanın elinde kalıyormuş...

Yine “dindar” olarak tanınan birinin yedi yıldız verdiği otel pazarlaması yok satıyormuş...

Satanlar da “dindar”, alanlar da “dindar...”

Derler ya hani, “Alan razı, satan razı, sana ne oluyor? ”

Eh, diyen de haklı galiba! Alanın satanın rızası tam: Bir de “Allah rızası” olsa!

“Bu ne deli para” demeyeceğim, çünkü “zenginin malı züğürdün çenesini yorar”, ama izninizle hayalen de olsa şu yedi yıldızlı otele “müşteri” (onlar misafir dese de müşteri “müşteri”dir) olmak istiyorum...

Hayal etmeye çalışayım...

“Dindar ve zengin vatandaş” olarak lüks otomobilimi (yedi yıldızlı otele döküntü bir arabayla gidilmez herhalde) kapının önüne çeker çekmez, eski Portekizli generaller gibi giyinmiş bir “kapıcı” otomobilimin kapısını açıyor...

Cakalı cakalı arabadan iniyorum. “Küçük dağlar benden sorulur” havasında başımı dikip (öyle bir arabayla böyle bir otele gelen kişi mütevazı olacak değil ya) bakınıyorum. Onca şaşaalı görüntüyü beğenmez gibi yapıp dudaklarımı hafiften kıvırıyorum. Bunu yapmak zorundayım: Zira köyde doğmuş sonradan görme biri olduğum anlaşılmamalı. Hayatım böyle yerlerde geçiyormuş gibi görünmeliyim.

Bu konuda çaba harcarken, karşılama seremonisi devam ediyor...

Araçları parka çekmekle görevli “vale”, lüks otomobilimi otelin parkına çekmek için direksiyona geçiyor. Portekizli generaller gibi giyinmiş kapıcı beni anında ortaya çıkan bir “teşrifatçı”ya teslim ediyor. Elimdeki valize yapışıp “buyur” çekiyor. Hava yağmurlu olduğu için tepeme şemsiye tutuyor. Korumaların şemsiye tuttuğu “büyük adam” havalarında kırmızı halıda yürümeye başlıyorum.

Her şey ne kadar “önemli biri” olduğumu söylüyor. Yani çok para kazanınca “sıradan vatandaş”lıktan kurtulmuş, bir anda VIP olmuşum.

VIP: Önemli adam...

Daha birkaç sene öncesine kadar tarlada bata-çıka yürüyen sanki ben değilim...

Köy meydanında yapışkan çamurlara saplanıp kalan sanki ben değilim...

Bir şemsiye bile satın alamadığımdan, Karadeniz’in sürekli yağmurları altında sırıl sıklam olan sanki ben değilim...

Tek potini eskimesin diye kasaba sınırına kadar lastik ayakkabıyla gidip potinleri sınırda giyen sanki ben değilim...

Sanki dedem de, babam da, anam da kırmızı halıların üstünde yürümüş!

Neyse...

Çok para kazanmışım, boru değil! Bir çırpıda sınıf değiştirip, önemli adamlar safına katılmışım, ne sandınız!

Üçüncü görevli ile döner kapıya yaklaşıyoruz. Döner kapı tembihli midir nedir, yaklaştığımı görünce kendiliğinden dönmeye başlıyor. Bir şey sürekli dönerse, başım döner. Bir an kendimi kötü hissediyorum.

“Alışmadık parmakta yüzük durmaz derler”, döner kapıyı geçerken, yavaş davranmış olmalıyım ki, arkadan çarpıyor, yere kapaklanmama ramak kalıyor. Bereket zamanında toparlanıyorum. Peşimdeki apoletli adam sürekli özür diliyor. Beni değil, döner kapıyı suçluyor. Anlıyorum ki, yeteri kadar paranız olursa, kimse sizi suçlamaz. Eh, bende yeterinden fazlası var.

Kendimi “Reception” (bu “Recep” kimse çok meşhur olmalı ki, her “müracat”ın üstünde adı yazıyor) denen bankın önünde buluyorum...

Biri kız (aaa, başörtülü bir kız!) , biri oğlan, iki kişi sırıtarak yüzüme bakıyor ve otele gelmekle oteli şereflendirdiğimi filan söylüyorlar...

İçimden, “Elbette şereflendireceğim” diyorum, “ben bugüne bugün çok önemli bir adamım! Çok önemliyim, çünkü çok param var.”

MİLLETİ, MEMLEKETİ, DEVLETİ GERÇEKTEN KURTARMAK İSTİYORSANIZ:
KEMALİZMİ DEVLET BÜNYESİNDEN ÇIKARIN!

Bediüzzaman Hazretleri, devleti, hükümeti idare edenlere de yol haritası çizmiştir. Fakat bu güne kadar bu ikaz ve tavsiyeler kısmen nazara alınmıştır. Üstad Hazretleri dünyanın değişim yaşadığı İkinci Dünya Harbi sonrası memleketimiz idarecilerine ne yapmaları gerektiğini net anlatmıştır. Şöyle ki:
“Bu asrın Kur'ana şiddet-i ihtiyacını hissetmekte İsveç, Norveç, Finlandiya'dan geri kalmamak size elzemdir. Belki onlara ve onlar gibilere rehber olmak vazifenizdir.
Siz, şimdiye kadar gelen inkılab kusurlarını üç-dört adamlara verip, şimdiye kadar umumî harb ve sair inkılabların icbarıyla yapılan tahribatları -hususan an'ane-i diniye hakkında- tamire çalışsanız; hem size istikbalde çok büyük bir şeref ve âhirette büyük kusuratlarınıza keffaret olup, hem vatan ve millet hakkında menfaatli hizmet ederek milliyetperver, hamiyetperver namına müstehak olursunuz.” (Emirdağ Lahikası-1 sh: 219)

Said Nursi Hazretleri, hürriyet taraftarı Amerika ve Avrupa’nın geldiği duruma, hususan İskandinav ülkeleri denilen kesime dikkat çekmiştir. Bizim buradaki siyasetçilere de örnek olarak oraları vermiştir.

Hülasa demiştir ki, şimdiye kadar yapılan hataları, birinci, ikinci, üçüncü reisler olan (M.Kemal,İ.İnönü,C.Bayar’a ve onlara kayıtsız şartsız destek olan mareşal Fevzi Paşa’ya verin. Ve onların hatalarından meydana gelen maddi manevi tahribatı tamir edin. Özellikle dini hayatın yaşanmasına mani olan engellerin kaldırın. Ve dini hayatın öğrenilmesi ve yaşanmasına çalışın diye tavsiye ve ikazlarda bulunmuştur. Ancak ondan sonra millet nezdinde şeref kazanır ve hayırla yadedilirsiniz demiştir.

Bu gün Kürt meselesi denilen sorunun da çözümü burada saklıdır. Yani devletin ve hükümetin kemalist ilkeleri bütünüyle anayasada ve kanunlarda koruyarak bu sorunu çözmeye çalışması çok neticesiz bir iştir. Yok bu mesele 27 mayıstan sonra oldu, yok 12 Eylül anayasasından sonra oldu demek, kolaycılıktır. Bu sorun, ta 25’li yıllardaki 30’lu yıllardaki 40’lı yıllardaki hataların neticesidir. Oralara gidip o zamanlardaki “üç dört adamın” devlet eliyle yaptığı hatalarla yüzleşmeden ve hataları tamir etmeden yapılan işler pansuman tedavisidir. Özellikle dini hayatın canlanmasına çalışmak Kürtlerin baş tedavisidir. Hükümet bunları yapmalıdır. Zararlı unsurları oralardan temizleme işini askere polise bırakmadan yapmak, en evvel müslüman Kürt halkının işidir. İsterseniz bir deneyin…!