Gruplarınızı Görmek İçin Üye Girişi Yapın
Hızlı ülkücü dönemlerimizde, cemaatleri “fasülye”den sayar, adam yerine koymazdık. Nur Talebesi arkadaşlara “naber kardeş! ” diye takılırdık.
Dava adamı olan, mücadele eden, hayatını ortaya koyan bizdik! .. Bize göre cemaatler, tarikatlar aksiyondan mahrum, idealizmini kaybetmiş, kolayca sindirilebilecek, ülkenin maruz kaldığı tehlikelere göğüs geremeyecek durumdaydılar. Hele siyasal İslamcılar bizce hepten boş beleşti! Komünistlerle mücadele etmedikleri, dahası, (bize göre!) bazen beraber hareket ettikleri için onları: “dışı yeşil, içi kırmızı”, “karpuz” olarak isimlendirirdik.
Daha ortaokuldan itibaren pek çok arkadaşımızın belinde silah olurdu. Mahallemizde yazı yazılmadık duvar kalmazdı. Bir gün biz yazardık; ertesi gün bizimkilerin üstüne ötekiler yazardı. Duvarlar, sloganlar yumruklar, silahlar üzerinden hesaplaşılırdı. O günlerde pencerelerin önünde durulmaz, sokağa bakan odalarda yatılmazdı. Evler taranır, işyerleri bombalanırdı. Her gün ağzı burnu yamulan, dayak yiyen arkadaşlarımız olurdu; şehitler verirdik, bunlar bizi daha da hınçlandırırdı.
Vatanı kurtaracak, gomünistleri memleketten defedecek, Moskoflarla, Allahsızlarla mücadele edecek yegâne kadro bizdik; yani ülkücülerdi. Kanımız hızlı akarken böyle düşünüyorduk.
1980 ihtilali oldu; sokaklar bir anda sükûnete erdi, silahlar sustu, kavgalar durdu. Her cenahtan milyonlarca genç cezaevlerine dolduruldu. Ülkenin üzerindeki sis duman dağılmaya başlayınca, yaşlar biraz kemale erince, hakikatler ortaya çıktı. Sağcısıyla solcusuyla, ülkücüsüyle, gomünistiyle aldatılmıştık, kullanılmıştık! Birileri gençliği kamplara bölüp vuruşturmakta, akan kan üzerinden saltanatlarını, ayrıcalıklarını korumaktaydı. Olan, figüranlar haline getirilip kamplaştırılan, çarpıştırılan Türk gençliğine olmuştu. Bu gün kan ve şehitler, Kürt-Türk çatışması üzerinden statükoyu korumaya çalışanlar; o dönemde de aynı şeyi yapmışlardı. Gençler ölmekteydi, analar ağlamaktaydı; birileri kan ve gözyaşı üzerinden hâkimiyetlerini sürdürmekteydiler. Sloganlar, isimler, guruplar değişmişti; ama oyun aynıydı. Dünkü gomünist-faşist yerine bu gün Kürtçü -Ulusalcı yerleştirilmişti. Dünün Dev-Yol, Dev-Sol, Halkın Kurtuluşu yerine, PKK konmuştu. Çatıştırma, birileri namına gayet güzel yürüyor; ülkenin enerjisi emiliyordu. Solun karşısına dikilen, “memleketin kahraman evlatları, görev sizin! ” diye güvenlik güçlerine rağmen çatışmaya sürülen o dönemin ülkücüleri kullanıldıklarının farkına çok sonra vardılar.
Yeni dönemde, PKK’nın icadından sonra, ülkücü davanın çilekeşlerinden merhum Muhsin Başkan ve takipçileri kavgadan uzak durmaya ve milli-manevi değerlere yaklaşmaya özen gösterdiler. MHP cenahında kalan ana kitle 1980 öncesine göre daha sağduyulu olmakla birlikte, PKK-Kürtler karşısında gerilimin öte tarafını temsil ediyordu. Hala karanlık güçlerin en kolay sokağa dökebildiği, en hızlı maniple edebildiği kesimdi. Bir tecrübe yaşanmıştı, dersler alınmıştı ama ülkücü, milliyetçi gençler heyecanlarını kontrol edemiyorlardı.
1980 öncesinde “cemaat” denilen kesim küçük bir guruptu ve dikkate alınmıyordu. Kitlelere hitap edecek durumu yoktu, statüko ve derin güçler açısından bir tehdit değildi. Kendilerince “müspet hareket” ediyorlar, kimseyle kavga etmiyorlardı. Okullar dershaneler açıyorlar, insan yetiştiriyorlardı. Zamanla cemaatin sayısı ve etkinliği arttı. Açtıkları okullardan-yurtlardan mezun olanlar hayatın her alanında görülmeye başladı. Yurt dışına açıldılar, ticari organizasyonları oldu. Okullar açmaları ve dünyada Türkiye’nin adını duyurmaları, ticarete katkıda bulunmaları yararlıydı, iyiydi. Çocuklarını başarılı ve ahlaklı yetiştirmek isteyenlere bu okullar önemli imkânlar sunmaktaydı. Cemaatten hazzetmese de pek çok kesim çocuklarını bunlara teslim etmekteydiler. Zira böyle bir zamanda ahlaklı ve başarılı çocuk yetiştirmek kolay değildi.
Ama cemaatten yetişen çocuklar sadece ahlaklı tüccar, idealist öğretmen, devlete kanunlara saygılı, vergisini veren iyi vatandaşlar olmadılar. Bu çocukların içinden askerler, polisler, hâkimler, savcılar, kaymakamlar, üst düzey devlet memurları da çıkmaya başladı. Manipülasyona kolay gelmeyen cemaat elemanları devlet içinde kurulu karanlık düzene muttali olmaya, dönen dolapları fark etmeye başladılar.
Önceden bu dolapları fark eden yok muydu?
Elbette vardı, ama bu güçlü ve karanlık çarkla mücadele edecek cesaret ve iradeyi kimse gösteremiyordu. Münferit gayretler sindiriliyor, cezalandırılıyordu. Devlet içine kurulmuş bu derin-karanlık-ecnebi düzene çomak sokulamıyordu. Milliyetçilerin (bazı) lider kadrosunun ise bu çarkın parçası olduğu yönünde kanaat vardı.
Dün okul-yurt açan; ılımlı, statükoya tehdit görülmeyen cemaat, devletin içindeki derin yapılanmalara muttali olmakta, kirli ilişkilere takoz koymaktaydı. Bu nedenle de artık gayet tehlikeli hale gelmişti. Birileri, kriptolar hesabına kurulan sistemi, düzeni tehdit etmekteydi. Yüz yıllık cerahatler deşilmekte, devlet içindeki irinler açığa çıkmaktaydı. Devletten beslenenlerin, statükoya yaslananların cemaate husumetinin temelinde, bu işleri “cemaatin yaptığı” zannı bulunmaktaydı. Bu zandan dolayı bir süredir, içerideki derinler ve onların dışarıdaki hamileri cemaati bitirmenin yollarını aramaktaydılar. Birkaç defa düğmeye basmışlar ama sonuca ulaşamamışlardı; zira bu kesim dolmuşa binmiyor, sokağa dökülmüyor gerilimlerin içine çekilemiyordu.
Cemaat zamanla içte ve dışta pek çok düşmana sahip oldu. Bazı odaklar doğrudan cemaati bitirmek için uğraşırken, güce hükmeden bazıları: “bunlar çok olmaya başladılar! ”, “birisi bunların başını koparsa fena olmayacak! “ diye temennide bulunmaya başladı.
Cemaate kimler neden hasımdır?
Derin devlet ve militer-statükocu zihniyet millete rağmen kurdukları ve darbelerle, kirli oyunlarla sürdüre geldikleri egemenliklerine cemaati tehdit görmektedirler. Sistemden beslenen bütün beyaz-oligarşik kesimler, (bazı) heteredoks gruplar cemaate hasımdırlar.
PKK “kendi faaliyet alanı” olarak gördüğü coğrafyada, en büyük düşman olarak devleti değil, cemaati görmektedir. Zira cemaat Kürtler arasında dinin gücünü de kullanarak tabana inmekte, PKK’nın etkisini kırmaktadır. Hakkâri’de sabah namazına giderken öldürülen imamın en büyük suçu cemaatten olmak ve örgüte rağmen halk üzerinde etkili olmaktı.
Milliyetçi kesimin tabanı değilse de, yöneticileri cemaate limoni bakmaktadırlar. Zira cemaat yurt dışında açtığı okullarla ve lobi çalışmalarıyla “milliyetçilik” kartını bir kesimin tekelinden almaktadır.
İslami kesim içinden de cemaate serin bakanlar, içlerinde dışa vuramadıkları kurtlar barındıranlar mevcuttur.
Son zamanlarda statükonun, derin cenahların başlıca iki hasmı vardır: cemaat ve hükümet. Ergenekon davasında ve kirli ilişkilerin deşilmesinde bu iki kesim etkili olmuştur. Statükonun öncelikli hedefi bu iki yapıyı birbirine düşürmektir. Bu nedenle özel çaba sarf edildiği bilinmektedir.
Hanefi Avcı ve kitabına gelirsek; Referandum sürecinden ve Ergenekon davasından rahatsız olan kesimler Avcı’yı bir “koçbaşı” gibi kullanmaktadırlar. Gündemi, Avcı ve kitabı aracılığıyla “Ergenekon’dan referandumdan, derin sorgulamalardan uzaklaştırmaya çalışmaktadırlar. “Asıl tehlike bu! ” diyerek toplumun, özellikle iç ve dış (bazı) güçlerin dikkatleri cemaat üzerine teksif edilmek istenmektedir. 1908’den bu tarafa devleti ve stratejik kurumları elinde tutan kripto ecnebi kesim deşifre olan karanlık işlerini, ilişkilerini cemaati arenaya atarak örtbas etmeye çalışmaktadırlar. Cemaatten hazzetmeyen siyasi ve gayrı siyasi bazı guruplar da, bu malzemeleri değerlendirmektedirler.
Bu bir sarı öküz hikâyesidir. Birileri ayrıştırarak cemaati sarı öküz haline getirmeye ve yemeye çalışmaktadır. Derinlerin hükümet içindeki temsilcileri de: “bunlar da çok oldu! ”, “verelim kurtulalım! ”, “bunlar yüzünden zinde güçlerle kavga etmeyelim! ” telkinlerinde bulunmaktadırlar.
Derin cenah çok sıkıştı. Bu sıkışmanın oluşturduğu gazı birilerine atıp, dikkatleri üzerinden uzaklaştırmalıydı. Hanefi Avcı sıkışma yaşayan derin cenahın gazını atabilmesi için bir “sibop” (sübap) oldu. Avcı birilerinin gaz atma ve hedef değiştirme aracı olarak itibarını bitirdi. Kendisini manşetlere, ekranlara taşıyan beyaz gazeteciler dâhil, yarın Hanefi Avcı’yı kimse hatırlamaz. Yeni malzemeler çıkarırlar; Avcı bir köşede “Brütüs” olarak unutulmaya terkedilir.
Bir cemaatler savaşı yaşanıyor. Hakim, beyaz, kripto cemaat, yerli-İslami bir cemaati imha etmenin, karalamanın yollarını arıyor! …
NOT: bu yazı geçen yıl Hanefi Avcı’nın kitabı yeni çıktığı dönemlerde yazılmış, yayınlanma imkânı olmamıştı; şimdi aynen yayınlıyoruz. Aradan geçen bir yılda seçimler oldu, çok şey değişti. Ama derin kripto cenahın kendilerine ülkeyi dar eden hükümet-cemaat ittifakını parçalama, iki gurubu birbirine vuruşturma ve aradan sıyrılma projesi değişmedi. Dahası milletin tepesine 3 asırdır çöken bu yapının ciddi mesafe aldıkları, neyin eğri neyin doğru olduğu anlaşılamayacak kadar ortalığı bulandırdıkları, pek çok zihni idlal ettikleri söylenebilir.
En acı olanı şu ki, hükümetmeaplar 3 asırlık kripto yapının sopalı gücü olan ve her gerektiğinde milletin tepesine inen militer yapıların kendisine teslim olduğuna ve uysallaştığına inanmış durumda. Aldığım sağlıklı bilgiler Avrasya’nın yeni ve parlak liderinin, artık Ergenekon’un bittiği, bu işin daha sürdürülmemesi gerektiği kanaatinde olduğu yönünde.
Sultan her yere mührünü vurduğunu, her şeye mukayyet olduğunu, 3 asırlık dalganın durulduğunu ve devri saltanatlarında bütün şer odakların, şer gurupların bertaraf edildiğini ve ülkenin huzura ve sükûna kavuştuğunu düşünüyor…
Son dönemlerde birileri, tıpkı 28 Şubatta olduğu gibi zatı şahanelerine “cemaatin çok olduğu! ” yönünde yoğun telkin ve propagandada bulunuyorlar… Zatı âlileri bu türden tezvirata kıymet vermese tezvirat kesilecek, ama bir kıymet veriyor ve bu tezviratları dinliyor ki, Babı Ali çevresinde bu türden haberler, malumatlar pek bir prim yapıyor…
Şimdilik (zahiren) sükûnet vuku bulsa da, rivayet o ki, Sultanı Azim bir gün o “kahreden pençesini! ” iktidarına şerik olmak isteyenlerin(!) , “paralel devlet! ” peşinde koşanların, “çok olanların” beline de indirecek! ..
Sadece vakti merhunu bekliyor….
Bir ayet: “Birbirinize iyilik ve takvada destek olun; ancak, günahta ve düşmanlıkta yardımlaşmayın! …”