MAVERA-Sufi Muhabbet Mesaj Detayi Antoloji.com

Gönderen: Adem Kılıç
Alan:   Grup:MAVERA-Sufi Muhabbet
Tarih: 02.03.2012 01:11
Konu: Yn: Yn: [mavera-sufi-muh..]

O’na Yakınlık İçin Salâvat

“Kıyamet günü bana insanların en yakını, bana en çok salâvat okuyandır.” (Hadis-i şerif; Tirmizî)

Cenab-ı Mevlâ yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’de mealen şöyle buyuruyor:

“Allah ve melekleri Peygamber’e salât ederler. Ey iman edenler, siz de ona salât u selâm getiriniz.” (Ahzâb, 56 meali)

Ayet-i kerimedeki bu emir, Allah Rasulü s.a.v.’in birçok hadisi ile desteklenmiştir. Efendimiz birçok kere kendisine salât ü selam getirilmesini tavsiye etmiş, istemiştir.

Salât kelimesi sözlükte “dua, tebrik, yüceltme” manasındadır. Dinî manada, dua ve namaz demektir. Peygamber Efendimiz s.a.v. için kullandığımız salât ise “dünyada ve ahirette Allah’tan yüceltme talebinde bulunmaktır.” “Selâm” kelimesi ise “dünyada da ahirette de kişinin sıkıntılardan kurtulmasıdır.” (Ta’rîfât)

Yani Fahr-i Kâinat Efendimiz s.a.v. için salât ü selam edince Allah’tan O’nu yüceltmesini ve her iki cihanda da selamet vermesini talep etmiş oluyoruz.

Yukarıdaki ayet-i kerimede, Allah’ın ve meleklerin de salât ettiği buyruluyor. Demek ki salât eden sadece biz insanlar değiliz. Fakat salâtlar, eden makama göre değişiklik arz eder. İslâm alimleri bu farklılığı şöyle açıklamışlardır:

• Allah Tealâ’nın salât etmesi, tezkiye ve ilahî rahmete mazhar kılmadır.

• Meleklerin salât etmesi, Allah Rasulü s.a.v. lehinde istiğfar talep etmedir.

• Kulların salât ü selam getirmesi ise dua ve tazimdir.

Kısaca salât,

• Allah’tan rahmet,

• Meleklerden istiğfar,

• İnsanlardan hayır duadır.

Meşhur alimlerimizden Mücâhid rh.a. ise insanların salât etmesini, ümmetin peygambere uyması olarak açıklamıştır.

Bu manayı destekler nitelikte İmam Gazalî rh.a. de Mükâşefetü’l-Kulûb adlı eserinin “Muhabbet” bölümünde öncelikle salavât getirme konusunu işlemiştir. Bu konudaki hadislerden bazılarını ve Efendimiz’e salavât getirmeyenlerin karşılaştıkları vakaları anlatan menkıbelere yer vermiştir. Bunlardan biri şöyledir:

“Anlatıldığına göre adamın biri çölde giderken gayet çirkin bir yüz görür: “Sen kimsin” diye sorar.

O çirkin yüz “Ben senin kötü amelinim” der.

“Senden kurtulmanın yolu nedir” diye adam takrar sorar “Hazret-i Peygamber s.a.v.’e salât ü selam getirmek.”

Ashâb-ı Kiram, Tabiîn, İslâm alimleri ve tasavvuf büyükleri salâvat getirmeye büyük önem vermişlerdir. Nitekim bazı imamlar salâvat getirmeyi vacip görürler. Bazıları da bu vecibeyi ömürde en az bir kere yapmak gerektiğini ifade ederler.

Salâvât okumak ibadetlerimizden bir parçadır. Kıldığımız her namazda, son oturuşta Efendimiz’e, âl ve ashâbına salât ederiz. Salât ü selam duaların kabul edilmesi için bir vesiledir. Süleyman Çelebi Vesîletü’n-Necât: Kurtuluş Vesilesi adlı mevlidinde her bölümün arasında insanları salâvat getirmeye davet eder:

“Ger dilersiz bulasız oddan necât / Aşk ile şevk ile edin essalât...”

Yani, “eğer ateşten kurtulmak dilerseniz, aşkla şevkle salâvat getirin.” diyor.

Yine evliullahtan Terzi Baba k.s. hazretleri, salât ü selamın duaların kabul vesilesi olduğunu nükteli bir şekilde şöyle ifade etmiştir:

“Bulam dersen iki âlemde dermân / Salât ile selâma eyle idmân.” (Kenzü’l-Fütûh)

Bundan başka kaynaklarda, salât ü selamın önemine dair birçok bilgi ve menkıbe kayıtlıdır. Yine İslâm coğrafyasında farklı salâvatları derleyen birçok eser yazılmış ve bu eserler farklı tasavvufî yol ve meşreplerde günlük vird haline getirilmiştir.

Bütün bu gayretler, Allah’ın emrine, Allah Rasulü s.a.v.’in tavsiyesine uymak ve müjdesine erişmek içindir. Nitekim bir hadiste şöyle buyurmuştur: “Bana bir salât ü selam getirene, Allah on defa rahmet eder.” (Müslim)

Bir diğer rivayette bu hadisin devamı şöyledir: “On hatası silinir ve derecesi on kat yükseltilir.” (Nesâî)

Allah Rasulü s.a.v. bir başka hadiste de hangi gün salâvat getirmenin daha faziletli olacağını bildirmiştir: “En faziletli gününüz cuma günüdür. O gün bana çok salât ü selam getiriniz. Çünkü salât ü selamlarınız bana arz edilir.

Sahabiler “Ya Rasulallah, bizim salât ü selamımız sana nasıl arz edilir, sen çürümüş olursun” diye sorunca, Rasulullah s.a.v. onlara: “Allah Tealâ peygamberlerin cesetlerini toprağa haram kılmıştır, diye cevap verdi.” (Ebu Davud)

Salât ü selam getirmek, gönlü Allah Rasulü s.a.v.’e bağlamak, Allah’ın emrine uyarak onu yüceltmek, hayır duada bulunmaktır. Bunlar daha önce söylediğimiz sebepler... Bir diğer sebep ise Efendimiz s.a.v. tarafından açıklanmıştır: “Benim kabrimi bayram yerine çevirmeyin, bana salât edin. Siz her nerede olursanız olun, salâtınız bana ulaştırılır.” (Ebu Davud)

Meşhur hadis açıklayıcılarımızdan İmam Tîbî rh.a. bu hadisi izah ederken şöyle demiştir: “Allah Rasulü s.a.v. burada şöyle demek istiyor:

‘Kabrimi ziyareti bayrama çevirmeyin, orada toplanırken bayram yapar gibi toplanmayın. Bunu eğlence, sevinç ve süslenme gününe çevirmeyin.’

Ziyaret edebi böyle değildir. Çünkü ziyareti bayrama çevirmek yahudi ve hıristiyanların adetidir. Bu onlara gaflet, kaplerine de kasvet getirmiştir.

Putlara tapanlar da ölülerini tazim ederler, hatta onları putlaştırırlar. İşte bu yüzden Efendimiz işaret ediyor ki,

“Allahım kabrimi tapılan bir yer kılma. Çünkü peygamberlerinin kabirlerini tapınak haline getirenlere Allah’ın gazabı şiddetlidir.” (Şerhu’t-Tîbî alâ Mişkâti’l-Misbâh)

Sözü, salavât hakkında bir uyarı niteliği taşıyan Hz. Ali r.a.’ın şu rivayeti ile bitirelim:

“Allah Rasulü s.a.v. buyurdu:

– Cimri, yanında ismim anıldığı halde bana salât ü selam getirmeyen kimsedir.” (Tirmizî)

'Bir belâ, bir musîbetten çekininiz ki, geldiği vakit yalnız zâlimlere mahsus kalmayıp, mâsumları da yakar.'
Risale-i Nur'dan/Ayet-i Kerime meali

Ehl-i Bid'anın İfsad esasları

Bediüzzaman Hazretleri bu bid'a cereyanın kullandıkları fesad hareketlerinin esaslarını şöyle özetler:

Ben kendim mükerreren müşahede etmişim ki, yüzde on ehl-i fesat, yüzde doksan ehl-i salâhı mağlûp ediyordu. Hayretle merak ettim. Tetkik ederek kat'iyen anladım ki, o galebe kuvvetten, kudretten gelmiyor, belki fesattan ve alçaklıktan ve tahripten ve ehl-i hakkın ihtilâfından istifade etmesinden ve içlerine ihtilâf atmaktan ve zayıf damarları tutmaktan ve aşılamaktan ve hissiyat-ı nefsaniyeyi ve ağrâz-ı şahsiyeyi tahrik etmekten ve insanın mahiyetinde muzır madenler hükmünde bulunan fena istidatları işlettirmekten ve şan ve şeref namıyla, riyâkârâne nefsin firavuniyetini okşamaktan ve vicdansızca tahribatlarından herkes korkmasından geliyor. Ve o misilli şeytanî desiseler vasıtasıyla muvakkaten ehl-i hakka galebe ederler. Fakat sırrıyla,
düsturuyla, onların o muvakkat galebeleri, menfaat cihetinden onlar için ehemmiyetsiz olmakla beraber, Cehennemi kendilerine ve Cenneti ehl-i hakka kazandırmalarına sebeptir.

Bid'ların Tamircisi Risale-i Nur

Bu tahripçi cereyana karşı manevî tamirci olan Risaleler hakkında manevi bir konuşmayı dinleyen Bediüzzaman, bu müşahedesini şöyle özetler:

Bugünlerde, mânevî bir muhaverede bir sual ve cevabı dinledim. Size, bir hülâsasını beyan edeyim:
Biri dedi:

'Risale-i Nur'un İmân ve tevhid için büyük tahşidatları ve küllî teçhizatları gittikçe çoğalıyor. Ve en muannid bir dinsizi susturmak için yüzde birisi kâfi iken, neden bu derece hararetle daha yeni tahşidat yapıyor? '

Ona cevaben dediler:

'Risale-i Nur, yalnız bir cüz'î tahribatı ve bir küçük haneyi tamir etmiyor. Belki küllî bir tahribatı ve İslâmiyeti içine alan ve dağlar büyüklüğünde taşları bulunan bir muhît kaleyi tamir ediyor. Ve yalnız hususî bir kalbi ve has bir vicdanı ıslaha çalışmıyor. Belki, bin seneden beri tedarik ve terâküm edilen müfsid âletlerle dehşetli rahnelenen kalb-i umumîyi ve efkâr-ı âmmeyi ve umumun ve bâhusus avâm-ı mü'minînin de istinadgâhları olan İslâmî esasların ve cereyanların ve şeâirlerin kırılmasıyla bozulmaya yüz tutan vicdan-ı umumîyi, Kur'ân'ın i'câzıyla ve geniş yaralarını Kur'ân'ın ve imanın ilâçlarıyla tedavi etmeye çalışıyor. Elbette böyle küllî ve dehşetli tahribata ve rahnelere ve yaralara, hakkalyakîn derecesinde, dağlar kuvvetinde hüccetler, cihazlar ve bin tiryak hâsiyetinde mücerreb ilâçlar ve hadsiz edviyeler bulunmak gerektir ki, bu zamanda Kur'ân-ı Mucizü'l-Beyânın i'câz-ı mânevîsinden çıkan Risale-i Nur o vazifeyi görmekle beraber, imanın hadsiz mertebelerinde terakkiyat ve inkişafata medardır' diye uzun bir mükâleme cereyan etti. Ben de tamamen işittim, hadsiz şükrettim.

Yani Risale-i Nur cereyanın asıl vazifesi bu ahirzaman fitnesinin ve bid'atlarının tamirciliğidir. Ehl-i Bid'anın bin senedir çalışarak bir kısmını bozduğu İslamî easlar ve şeairleri, daha açık bir ifadeyle bozulan vicdan-ı umumiyi tamir ediyor. Bunu yaparken de sonsuz iman mertebelerinde yükselmeye ve gelişmeye de sebep oluyor. Nur dairesinde açık olarak bu vazifeye ters düşmek büyük mesuliyet taşır.

Cennetten gelen kerpiç...

Dünyanın yüz bahçesi, fâni olmak haysiyetiyle, âhiretin bâki olan bir ağacına mukabil gelemez. Halbuki, hazır lezzete meftun kör hissiyât-ı insaniye, fâni, hazır bir meyveyi, bâki, uhrevî bir bahçeye tercih etmek cihetiyle, nefs-i emmare bu hâlet-i fıtriyeden istifade etmemek için Risale-i Nur şakirtleri ezvak ı ruhaniyeyi ve keşfiyat-ı mâneviyeyi dünyada aramıyorlar.

Risale-i Nur şakirtlerine bu noktada benzeyen eskiden bir zât, haremiyle beraber büyük bir makamda bulundukları halde, maişet müzayakası yüzünden haremi, demiş zevcine: “İhtiyacımız şedittir.”

Birden, altundan bir kerpiç yanlarında hazır oldu. Haremine dedi: “İşte Cennetteki bizim kasrımızın bir kerpicidir.”

Birden o mübarek hanım demiş ki: “Gerçi çok muhtacız ve âhirette de çok böyle kerpiçlerimiz var; fakat fâni bir surette bu zayi olmasın, o kasrımızdan bir kerpiç noksan olmasın. Dua et, yerine gitsin; bize lâzım değil.” Birden yerine gitti, Keşifle gördüler diye rivayet edilmiş.

İşte bu iki kahraman ehl-i hakikat, Risale-i Nur şakirtlerinin dünyaya ait ezvak-ı kerametlere koşmadıklarına bir hüsn-ü misaldir.

Lügatçe;
kör hissiyât-ı insaniye: akibeti göremeyen insani duygular-nefs-i emmare: insanı daima kötülüğe, yasak zevk ve isteklere sevk eden duygu-fâni: geçici olan, ölümlü-bâki: sürekli, kalıcı-uhrevî: âhirete ait, âhiretle ilgil-hâlet-i fıtriye: yaratılıştan gelen haller-ezvak ı ruhaniye: mânevî zevkler-harem: eş, zevce-maişet müzayakası: geçim sıkıntısı, darlığı-ehl-i hakikat: tarikat ve tasavvuf yoluna girmeden, Sahabe gibi doğrudan Kur’ân ve Sünnet ışığında ilerleyen-ezvak-ı keramet: kerametin zevkleri-hüsn-ü misal: güzel örnek.