Gruplarınızı Görmek İçin Üye Girişi Yapın
Başında ben, sonunda İsa, ortasında Mehdi’nin bulunduğu bu ümmet asla helâk olmayacaktır.
Hadis-i Şerif meali
Benimle Gelen Arkadaş Ruz-u Mahşerde Perişan Olsa, O Benim Sırtımın Yükü Olsun.
Yeter ki O, Bu Dâireye Olan Ahdini Bozmasın.
Üstad'ın Bayram Abi'nin Cevşeninin arkasına yazdığı Dua'dan
Aziz, sıddık kardeşlerim ve mânevî Medresetü’z-Zehranın Nur şakirtleri,
“Herbir adam eğer hanesinde dört beş çoluk çocuğu bulunsa kendi hanesini bir küçük medrese-i Nuriyeye çevirsin. Eğer yoksa, yalnız ise, çok alâkadar komşularından üç-dört zât birleşsin ve bu heyet bulundukları haneyi küçük bir medrese-i Nuriye ittihaz etsin. Hiç olmazsa işleri ve vazifeleri olmadığı vakitlerde, beş on dakika dahi olsa Risale-i Nur’u okumak veya dinlemek veya yazmak cihetiyle bir miktar meşgul olsalar, hakikî talebe-i ulûmun sevaplarına ve şereflerine mazhar oldukları gibi, İhlâs Risalesinde yazılan beş nevi ibadete de mazhar olurlar. Hakikî ilim talebeleri gibi, onların maişetlerini temin hususundaki âdi muameleleri de bir nevi ibadet hükmüne geçebilir” diye kalbe ihtar edildi. Ben de kardeşlerime beyan ediyorum.
Hasta Kardeşiniz
Said Nursî
Ehl-i dalaletin halleri
Yine o mütemerrid şahıs döndü, dedi:
'Hiç olmazsa ecnebî dinsizleri gibi yaşarız.'
Cevaben dedim:
Ecnebi dinsizleri gibi de olamazsın. Çünkü onlar bir peygamberi inkâr etse, diğerlerine inanabilirler. Peygamberleri bilmese de, Allah'a inanabilir. Bunu da bilmezse, kemâlâta medar bazı seciyeleri bulunabilir. Fakat bir Müslüman, en âhir ve en büyük ve dini ve dâveti umumî olan âhirzaman Peygamberi Aleyhissalâtü Vesselâmı inkâr etse ve zincirinden çıksa, daha hiçbir peygamberi, hattâ Allah'ı kabul etmez. Çünkü bütün peygamberleri ve Allah'ı ve kemâlâtı onunla bilmiş. Onlar onsuz kalbinde kalmaz. Bunun içindir ki, eskiden beri her dinden İslâmiyete giriyorlar; ve hiçbir Müslüman, hakiki Yahudi veya Mecusi veya Nasranî olmaz. Belki dinsiz olur; seciyeleri bozulur, vatana, millete muzır bir hâlete girer. İspat ettim. O muannid ve mütemerrid şahsın daha tutunacak bir yeri kalmadı. Kayboldu, Cehenneme gitti.
İşte ey bu medrese-i Yusufiyede benim ders arkadaşlarım! Madem hakikat budur ve bu hakikati Risale-i Nur o derece kat'î ve güneş gibi ispat etmiş ki, yirmi senedir mütemerridlerin inatlarını kırıp imana getiriyor. Biz dahi hem dünyamıza, hem istikbalimize, hem âhiretimize, hem vatanımıza, hem milletimize tam menfaatli ve kolay ve selâmetli olan İmân ve istikamet yolunu takip edip boş vaktimizi sıkıntılı hülyalar yerinde Kur'ân'dan bildiğimiz sûreleri okumak ve mânâlarını bildiren arkadaşlardan öğrenmek ve kazaya kalmış farz namazlarımızı kaza etmek ve birbirinin güzel huylarından istifade edip bu hapishaneyi güzel seciyeli fidanlar yetiştiren bir mübarek bahçeye çevirmek gibi a'mâl-i saliha ile, hapishane müdür ve alâkadarları, câni ve katillerin başlarında zebâni gibi azap memurları değil, belki medrese-i Yusufiyede Cennete adam yetiştirmek ve onların terbiyesine nezaret etmek vazifesiyle memur birer müstakim üstad ve birer şefkatli rehber olmalarına çalışmalıyız.
Lügatçe;
mütemerrid: İnatçı, dik kafalı, hakkı kabul etmemekte direnen-kemâlât: olgunluk, bazı iyi vasıflar-seciye: Huy, karakter, güzel ahlak-muannid: İnatçı. Bir noktada inad edip duran-medrese-i Yusufiye: Hz. Yûsuf`un medresesi, ders yaptığı yer. Hz. Yûsuf, hapishânede bulunduğu için Allah yolunda mahkûm olanların kaldığı hapishâneye bu isim verilir-a'mâl-i saliha: Sâlih ameller, hayırlı fiiller, iyi ameller.
O muannid döndü, dedi:
'Hiç olmazsa hayvan gibi hayatımızı keyif ve lezzetle geçirmek için sefahet ve eğlencelerle bu ince şeyleri düşünmeyerek yaşayacağız.'
Cevaben dedim:
Hayvan gibi olamazsın. Çünkü, hayvanın mazi ve müstakbeli yok. Ne geçmişten elemler ve teessüfler alır ve ne de gelecekten endişeler ve korkular gelir. Lezzetini tam alır. Rahatla yaşar, yatar, Hâlıkına şükreder. Hattâ kesilmek için yatırılan bir hayvan, birşey hissetmez. Yalnız bıçak kestiği vakit hissetmek ister; fakat, o his dahi gider, o elemden de kurtulur. Demek en büyük bir rahmet, bir şefkat-i İlâhiye, gaybı bildirmemektedir ve başa gelen şeyleri setretmektedir. Hususan mâsum hayvanlar hakkında daha mükemmeldir. 'Fakat, ey insan, senin mazi ve müstakbelin akıl cihetiyle bir derece gaybîlikten çıkmasıyla, setr-i gaybdan hayvana gelen istirahatten tamamen mahrumsun. Geçmişten çıkan teessüfler, elîm firaklar ve gelecekten gelen korkular ve endişeler, senin cüz'î lezzetini hiçe indirir. Lezzet cihetinde yüz derece hayvandan aşağı düşürür. Madem hakikat budur. Ya aklını çıkar at, hayvan ol, kurtul. Veya aklını imanla başına al, Kur'ân'ı dinle, yüz derece hayvandan ziyade ve fâni dünyada dahi sâfi lezzetleri kazan' diyerek onu ilzam ettim.
Devamı var...
Lügatçe;
mazi: geçmiş zaman, geçmiş-müstakbel: gelecek zaman, gelecek-elem: acı, üzüntü-teessüf: Üzülme, beğenmeme ve râzı olmadığını ifâde etme, eseflenme-gayb: Gizli olan, görünmeyen-setretmek: Örtmek, kapatmak, gizlemek-setr-i gayb: Gizlilik perdesi; başa gelecek şeylerin bilinememesi-firak: ayrılık.