Gruplarınızı Görmek İçin Üye Girişi Yapın
Herşeyi maddede arayanların akılları gözlerindedir. Göz ise mâneviyatta kördür.
Bediüzzaman
Birincisi: Ispartalı kardeşlerimiz, hususan gül Nur kahramanı Hüsrev, benim bu kış münasebetiyle maddî hâcetlerimi merak ediyorlar, yardım etmek istiyorlar. Ben de onlara teşekkürle beraber derim ki:
Onların Risale-i Nur’a hizmeti, her şakirdin saadet-i ebediyesine menfaati gibi, benim de hakikî kışım suretinde olan kabrimden sonraki kışta ihtiyacatıma o derece mükemmel yardım ediyorlar ki; bu fâni, muvakkat kışın hâcâtına yardımdan binler derece ziyadedir. Eğer benim elimden gelseydi, bütün ruh u cânımla, kemal-i iştiyâkla bütün onların hâcât-ı maddiyesini temine çalışırdım. Beni merak etmeyiniz. İktisat ve kanaat, bana iki hazinedir; tükenmez, bitmez.
İkinci nokta: Bir zaman “Küçük Isparta” namını alan ve her yerden ziyade, geçen meselemizde hapis musibetini çeken İnebolu ve civarı kardeşlerimin gayet güzel ve samimane mektupları beni çok mesrur eyledi. Yalnız, Risale-i Nur’un kahramanlarından baba-oğulun meşrepleri ayrı ayrı olduğundan, birbiriyle tam imtizaç edemediklerinden endişe ediyorum. Baba ne kadar haksız da olsa, oğul, onun rızasını tahsil etmeye mecburdur. Oğul da ne kadar serkeş de olsa, baba, şefkat-ı fıtriyesini ona karşı esirgemez ve esirgememeli. Değil böyle baba ve evlât ve mümtaz seciyeli ve Risale-i Nur’un baş şakirtleri, belki birbirinden çok uzak ve düşman da olsalar, Risale-i Nur’un hatırı için Risale-i Nur şakirtlerinin mabeynindeki tefanî, birbirini tenkit etmemek, kusurunu affetmek düsturuyla bu iki kardeşim, dünyevî ve cüz’î ve hissî şeyleri medâr-ı münakaşa etmesinler. Pederlik ve veledliğin iktiza ettiği hürmet ve şefkatle beraber, Nur’un şakirtliği iktiza ettiği kusura bakmamak ve affetmek ve benim çok sevdiğim iki kardeşim, benim hatırım için, birbirini tenkit etmemek lâzım geliyor.
Umum kardeşlerime birer birer selâm ve dua ediyoruz.
Biz ferec ve sürur ve fütuhat isteriz, fakat kâfirlerin kılıcıyla değil!
Bu yakında İngiliz ve İtalya gibi ecnebîlerin bu hükümete ilişmesiyle, eskiden beri bu vatandaki hükümetin hakikî nokta-i istinadı ve kuvve-i mâneviyesinin membaı olan hamiyet-i İslâmiyeyi tehyic etmekle şeâir-i İslâmiyenin bir derece ihyâsına ve bid'aların bir derece def'ine medar olacağı halde, neden şiddetle harp aleyhinde çıktın ve bu meselenin âsâyişle halledilmesini duâ ettin ve şiddetli bir surette mübtedi'lerin hükümetleri lehinde taraftar çıktın? Bu ise, dolayısıyla bid'alara tarafgirliktir.
Elcevap: Biz ferec ve ferah ve sürur ve fütuhat isteriz-fakat kâfirlerin kılıcıyla değil! Kâfirlerin kılıçları başlarını yesin; kılıçlarından gelen fayda bize lâzım değil. Zaten o mütemerrid ecnebîlerdir ki, münafıkları ehl-i imana musallat ettiler ve zındıkları yetiştirdiler. (.....)
Her neyse... Kadîr-i Külli Şey, bir dakikada, bulutlarla dolmuş cevv-i havayı süpürüp temizleyerek semânın berrak yüzünde ziyadar güneşi gösterdiği gibi, bu zulümatlı ve rahmetsiz bulutları da izale edip hakaik-i şeriatı güneş gibi gösterir ve ucuz ve dağdağasız verebilir. Onun rahmetinden bekleriz ki, bize pahalı satmasın. Baştakilerin başlarına akıl ve kalblerine iman versin, yeter. O vakit kendi kendine iş düzelir.
Lügatçe:
nokta-i istinad: Dayanak noktası-hamiyet-i İslâmiye: İslâmı koruma, Müslümanlara sahip çıkma ve müdafaa-tehyic: heyecan verme, Coşturma, ayağa kaldırma-şeâir-i İslâmiye: Dinin alâmetleri, belirtileri. (Dînî kıyâfet, ezan, kurban gibi.) -ferec: Ferahlık, sıkıntıdan kurtuluş-sürur: Sevinç, neşe-fütuhat: Fetihler, zaferler-mütemerrid: İnatçı, hakkı kabul etmemekte direnen-ihyâ: Diriltme, hayatlandırma, canlandırma-bid'a: Dinin aslına uymayan âdet ve uygulamalar-mübtedi': Yeni, Bid'a çıkaran-mütemerrid: şerli işlerde inat eden-Kadîr-i Külli Şey: Her şeye gücü yeten Allah-cevv-i hava: Hava boşluğu-zulümatlı: karanlık-izale: Ortadan kaldırma, yok etme-hakaik-i şeriat: Şeriatın hakikatleri.
Kabre giden üç yol
Câzibedar bir fitne içinde bulunan ve daha aklını kaybetmeyen bâzı gençlerle bir muhâveredir.
Bir kısım gençler tarafından, şimdiki aldatıcı ve câzibedar lehviyât ve hevesâtın hücumları karşısında, 'Âhiretimizi ne sûretle kurtaracağız? ' diye Risâle-i Nur'dan meded istediler. Ben de Risâle-i Nur'un şahs-ı mânevîsi nâmına onlara dedim ki:
Kabir var; hiç kimse inkâr edemez. Herkes, ister istemez oraya girecek. Ve oraya girmek için de, üç tarzda, üç yoldan başka yol yok.
'Birinci yol: O kabir, ehl-i imân için bu dünyadan daha güzel bir âlemin kapısıdır.'
'İkinci yol: Âhireti tasdik eden, fakat sefâhet ve dalâlette gidenlere bir haps-i ebedî ve bütün dostlarından bir tecrid içinde bir haps-i münferid, yalnız başına bir hapis kapısıdır. Öyle gördüğü ve itikad ettiği; ve inandığı gibi hareket etmediği için, öyle muâmele görecek.
'Üçüncü yol: Âhirete inanmayan ehl-i inkâr ve dalâlet için bir idâm-ı ebedî kapısı, yani hem kendisini, hem bütün sevdiklerini idâm edecek bir darağacıdır. Öyle bildiği için, cezası olarak aynını görecek. Bu iki şık bedihîdir, delil istemiyor, göz ile görünür.
Mâdem ecel gizlidir; her vakit ölüm, başını kesmek için gelebiliyor; ve genç ihtiyar farkı yoktur. Elbette, dâimâ, gözü önünde öyle büyük dehşetli bir mesele karşısında, bîçare insan, o idâm-ı ebedî, o dipsiz, nihayetsiz haps-i münferitten kurtulmak çaresini aramak ve kabir kapısını bir âlem-i bâkîye, bir saadet-i ebediyeye ve âlem-i nura açılan bir kapıya kendi hakkında çevirmek hâdisesi, o insanın dünya kadar büyük bir meselesidir.
Bu katî hakikat, bu üç yol ile bulunduğunda ve bu üç yolun da mezkûr üç hakikat ile olacağını ihbar eden yüz yirmi dört bin muhbir-i sâdık, ellerinde nişâne-i tasdik olan mu'cizeler bulunan enbiyâlar ve o enbiyâların haber verdikleri aynı haberleri, keşf ve zevk ve şuhud ile tasdik eden ve imza basan yüz yirmi dört milyon evliyânın aynı hakikate şehâdetleri ve hadd ü hesâba gelmeyen muhakkiklerin katî delilleriyle-o enbiyâ ve evliyânın verdikleri aynı haberleri-aklen, ilmelyakîn derecesinde (Hâşiye) ispat ettikleri; ve yüzde doksan dokuz ihtimâl-i katî ile, 'İdâm ve zindân-ı ebedîden kurtulmak ve o yolu saadet-i ebediyeye çevirmek, yalnız imân ve itaat iledir' diye ittifaken haber veriyorlar.
Hâşiye: Onlardan birisi Risâle-i Nur'dur; meydandadır.
Lügatçe;
Câzibedar: Çekici, câzibeli-muhâvere: Konuşma, görüşerek konuşma-lehviyât: Kadınlı erkekli haram eğlenceler, oyunlar; nefsânî gayr-ı meşrû eğlenceler-hevesât: Nefisten gelen gelip geçici istekler, arzular-sefâhet: Zevk, eğlence ve yasak şeylere düşkünlük-dalâlet: Hak ve hakîkatten, dinden sapma, ayrılma; azma-haps-i ebedî: Sonsuza kadar kalınan hapis, ebedi hapis-tecrid: yalnız başına bırakma-haps-i münferid: Tek başına hapis; hücre hapsi-idâm-ı ebedî: geri dönmeyecek şekilde insanlığını kaybediş-bedihî: apaçık-muhbir-i sâdık: Doğru haberci; Allah ve âhiretle ilgili doğru haberler veren Peygamberimiz (a.s.m.) ve diğer peygamberler (a.s.) için kullanılır-nişâne-i tasdik: Doğruluğunu gösteren işâret-keşf: Olacak birşeyi evvelden anlama; gizli birşeyin Allah tarafından birisine ilhâm edilmesi yoluyla bilinmesi-zevk: Lezzet alma, hoşa gitme, tatma-şuhud: Şâhid olma, müşâhede etme, görme-muhakkik: Hakîkatı araştırıp bulan, bir meselenin içyüzünü inceleyerek vâkıf olan, hakîkatlara hakkıyla vâkıf olan büyük İslâm âlimleri-ilmelyakîn: İlim yoluyla kesin olarak bilmek.