MAVERA-Sufi Muhabbet Mesaj Detayi Antoloji.com

Gönderen: Adem Kılıç
Alan:   Grup:MAVERA-Sufi Muhabbet
Tarih: 16.02.2012 21:48
Konu: Yn: Yn: [mavera-sufi-muh..]

1-Muhasebe ve ön muhasebesi tecrübesi olan 3-4 kişi kocaeli, izmit merkez.
2- 2 tane bilgisayar muh. 3. sinif veya 4. sinif ogrencisi kocaelide parttime.
3- Tecrubeli dot.net yazılımcısı, onemli bir yazilim firmasında.
CV:kaptanyahya@gmailcom

Bir toplulukta faiz yaygınlaşırsa; o topluluk kıtlıkla cezalandırılır.
Rüşvet yaygınlaşırsa; o topluluk korkuyla cezalandırılır.
Hadis-i Şerif meali

Biz tecavüz edemeyiz. Bize tecavüz edilse, nur gösteririz.

ب ِ ا س ْ م ِ ه ِ س ُ ب ْ ح َ ا ن َ ه ُ ا َ ل س َ ّ ل ا َ م ُ ع َ ل َ ي ْ ك ُ م ْ و َ ر َ ح ْ م َ ة ُ ا ل ل ه ِ و َ ب َ ر َ ك َ ا ت ُ ه ُ

Aziz, sıddık kardeşlerim,

Bu yaz mevsimi, gaflet zamanı ve derd-i maişet meşgalesi hengâmı ve şuhûr u selâsenin çok sevaplı ibadet vakti ve zemin yüzündeki fırtınaların silâhla değil, diplomatlıkla çarpışmaları zamanı olduğu cihetle, gayet kuvvetli bir metanet ve vazife-i nuriye-i kudsiyede bir sebat olmazsa, Risale-i Nur’un hizmeti zararına bir atâlet, bir fütur ve tevakkuf başlar.

Aziz kardeşlerim, siz kat’î biliniz ki, Risale-i Nur ve şakirtlerinin meşgul oldukları vazife, rû-yi zemindeki bütün muazzam mesâilden daha büyüktür. Onun için, dünyevî merak âver meselelere bakıp, vazife-i bâkiyenizde fütur getirmeyiniz. Meyvenin Dördüncü Meselesini çok defa okuyunuz; kuvve-i mâneviyeniz kırılmasın.

Evet, ehl-i dünyanın bütün muazzam meseleleri, fâni hayatta zâlimâne olan düstur-u cidal dairesinde, gaddarâne, merhametsiz ve mukaddesat-ı diniyeyi dünyaya feda etmek cihetiyle, kader-i İlâhî, onların o cinayetleri içinde, onlara bir mânevî cehennem veriyor. Risale-i Nur ve şakirtlerinin çalıştıkları ve vazifedar oldukları fâni hayata bedel, bâki hayata perde olan ölümü ve hayat-ı dünyeviyenin perestişkârlarına gayet dehşetli ecel cellâdının, hayat-ı ebediyeye birer perde ve ehl-i imanın saadet-i ebediyelerine birer vesile olduğunu, iki kere iki dört eder derecesinde kat’î ispat etmektedir. Şimdiye kadar o hakikati göstermişiz.

Elhasıl: Ehl-i dalâlet, muvakkat hayata karşı mücadele ediyorlar. Bizler, ölüme karşı nur-u Kur’ân ile cidaldeyiz. Onların en büyük meselesi—muvakkat olduğu için—bizim meselemizin en küçüğüne—bekaya baktığı için—mukabil gelmiyor. Madem onlar divanelikleriyle bizim muazzam meselelerimize tenezzül edip karışmıyorlar; biz, neden kudsî vazifemizin zararına onların küçük meselelerini merakla takip ediyoruz?

Bu âyet ل ا َ ي َ ض ُ ر ُ ّ ك ُ م ْ م َ ن ْ ض َ ل َ ّ ا ِ ذ َ ا ا ه ْ ت َ د َ ي ْ ت ُ م ْ ve usul-ü İslâmiyetin ehemmiyetli bir düsturu olan ا َ ل ر َ ّ ا ض ِ ى ب ِ ا ل ض َ ّ ر َ ر ِ ل ا َ ي ُ ن ْ ظ َ ر ُ ل َ ه ُ yani, “Başkasının dalâleti sizin hidayetinize zarar etmez; sizler, lüzumsuz onların dalâletleriyle meşgul olmayasınız”; düsturun mânâsı: “Zarara kendi razı olanın lehinde bakılmaz. Ona şefkat edip acınmaz.”

Madem bu âyet ve bu düstur, bizi, zarara bilerek razı olanlara acımaktan men ediyor; biz de bütün kuvvetimiz ve merakımızla, vaktimizi kudsî vazifeye hasretmeliyiz. Onun haricindekileri mâlâyani bilip, vaktimizi zayi etmemeliyiz. Çünkü elimizde nur var, topuz yoktur. Biz tecavüz edemeyiz. Bize tecavüz edilse, nur gösteririz. Vaziyetimiz bir nevi nurânî müdafaadır.
Said Nursî

Lügatçe;

gaflet: En mühim vazifeyi düşünmeyip, Cenab-ı Hakk'a itaat gibi işleri bilmeyip, başka kıymetsiz şeylerle uğraşmak. Nefsine ve hevesâtına tâbi olarak Allahı ve emirlerini unutmak-derd-i maişet: geçim derdi-hengâm: an, zaman-şuhûr u selâse: üç aylar; Receb, Şaban ve Ramazan ayları-metanet: Sözünden ve kararından dönmemeklik-vazife-i nuriye-i kudsiye: Risale-i Nur’un Kur’ân’a dayanan kutsal vazifesi-atâlet: hareketsizlik, tembellik-fütur: usanç, gevşeklik-tevakkuf: duraksama-rû-yi zemin: yer yüzü-mesâil: meseleler-ehl-i dünya: dünyaya dalıp, âhireti düşünmeyenler-düstur-u cidal: mücadele ve kavga prensibi-perestişkâr: taparcasına seven, aşırı derecede düşkün olan-Ehl-i dalâlet: doğru ve hak yoldan sapan kimseler-cidal: mücadele.
DUANIN KABUL OLMASI

Kuran’da bütün dualara cevap verileceği belirtiliyor. Halbuki dualarımızın çoğu kabul olmuyor?

Bu konuyu Üstad Bediüzzaman şöyle ifade etmektedir:

“Eğer desen: 'Bir çok defa dua ediyoruz, kabul olmuyor. Halbuki, âyet umumîdir... her duaya cevap var ifade ediyor.

Cevap vermek ayrıdır, kabul etmek ayrıdır. Her dua için cevap vermek var; fakat kabul etmek, hem ayn-ı matlubu vermek Cenabı Hakkın hikmetine tâbidir. Meselâ: Hasta bir çocuk çağırır: 'Ya Hekim! Bana bak.' Hekim: 'Lebbeyk' der... 'Ne istersin? ' cevap verir. Çocuk: 'Şu ilâcı ver bana' der.

Hekim ise; ya aynen istediğini verir, yahut onun maslahatına binaen ondan daha iyisini verir, yahut hastalığına zarar olduğunu bilir, hiç vermez. İşte Cenab-ı Hak, Hakîm-i Mutlak hazır, nâzır olduğu için, kulun duasına cevap verir.

Vahşet ve kimsesizlik dehşetini, huzuruyla ve cevabıyla ünsiyete çevirir. Fakat insanın hevaperestane ve heveskârane tahakkümüyle değil, belki hikmet-i Rabbaniyenin iktizasıyla ya matlubunu veya daha evlâsını verir veya hiç vermez.”

Ayrıca bu konuda gelen hadisi şerifler de vardır ki, Ebû Hüreyre (r.a) ’tan rivayet edilen bir hadisi şerifte, Peygamberimiz (s.a.v) ’in şöyle buyurduğu nakledilmektedir:

“Acele etmediği müddetçe her birinizin duasına icâbet olunur. Ancak şöyle diyerek acele eden var: 'Ben Rabbime dua ettim duamı kabul etmedi.” Müslim'in diğer bir rivâyeti şöyledir: “Kul, günah talep etmedikçe veya sıla-i rahmin kopmasını istemedikçe duası icâbet görmeye (kabul edilmeye) devam eder.”

Yine Tirmizî'nin rivâyetinde ise şöyledir: “Allah'a dua eden herkese Allah icâbet eder. Bu icâbet, ya dünyada peşin olur, ya da ahirete saklanır, yahut da dua ettiği miktarca günahından hafifletilmek suretiyle olur, yeter ki günah talep etmemiş veya sıla-ı rahmin kopmasını istememiş olsun, ya da acele etmemiş olsun.

Hadisten de anlaşılacağı gibi, insan günah ve haram sayılan şeyleri istemedikçe duası kabul olunuyor.