MAVERA-Sufi Muhabbet Mesaj Detayi Antoloji.com

Gönderen: Adem Kılıç
Alan:   Grup:MAVERA-Sufi Muhabbet
Tarih: 10.02.2012 11:51
Konu: Yn: Yn: [mavera-sufi-muh..]

Birbiriyle boğuşanlar müsbet hareket edemezler.
Bediüzzaman

İMAM ŞAFİİ HAZRETLERİNİN ÖLÜM DÖŞEĞİNDEKİ YAKARIŞI

İmam Müzeni anlatıyor: İmam Şafii’yi hastalığında yoklamaya vardım. Ve “nasıl sabahladın? ” dedim. Şöyle dedi; “Şu halde sabahladım ki; dünyadan gidiyorum, dostlara veda ediyorum. Ölüm bardağını içtim. Fena amellerime kavuştum. Rabbimin huzuruna varıyorum. Bilmiyorum ki, ruhum cennete mi gider ki sevineyim yahut cehenneme mi gider ki acınayım? Böyle dedi, sonra şu beyti söyledi;

“Velemma kasâ kalbi vedâ kat mezâhibi.

Cealtü’reca minni biafvike sülleme.

Teazameni zenbi felemma karentühu

Biavfike Rabbi kâne afvüke a’zama.

Fema zilte zi afvin aniz’zenbil lemtezel.

Tecûdu ve ta’fu minneten ve tekerrüma

Felevlâke lem yeslem min İblise abidün.

Ve keyfe vekad ağva safiyyeke ademâ”

Meali:

Ey Rabbim! Kalbimin katılaştığı ve gidecek yolların daraldığı vakitte, ümidimi affına merdiven kıldım. Günahım pek büyük göründü. Fakat affın ile yanaştırdığımızda, affın daha büyük olu. Sen günahtan af sahibi olmadan zail olmadın. Cömertçe vermede, ikram ve ihsan etmede daim oldun. Eğer Senin lütf u hidayetin olmasaydı, hiçbir abid şeytandan selamette kalamazdı. Nasıl selamette kalır ki, o şeytan, mazhar-ı safvetin olan Hz. Âdem’i bile aldattı.

Nur talebeleri riyadan kurtulurlar, çünkü...

Aziz, sıddık, hâlis, muhlis kardeşlerim ve hizmet-i Kur’âniyede ciddî, hakikî arkadaşlarım,

Bu yakında hem Isparta’da, hem bu havalide Risale-i Nur’un İhlâs Lem’aları intişara başladığı münasebetiyle ve bir iki küçük hâdise cihetiyle şiddetli bir ihtar kalbe geldi. Riyaya dair Üç Nokta yazılacak.

Birincisi: Farz ve vaciplerde ve şeâir-i İslâmiyede ve sünnet-i seniyenin ittibâında ve haramların terkinde riya giremez; izharı, riya olamaz—meğer, gayet za’f-ı imanla beraber, fıtraten riyakâr ola. Belki, şeâir-i İslâmiyeye temas eden ibadetlerin izharları, ihfâsından çok derece daha sevaplı olduğunu, Hüccetü’l-İslâm İmam-ı Gazâlî (r.a.) gibi zâtlar beyan ediyorlar. Sâir nevafilin ihfası çok sevaplı olduğu halde, şeaire temas eden, hususan böyle bid’alar zamanında ittibâ-ı sünnetin şerafetini gösteren ve böyle büyük kebâir içinde, haramların terkindeki takvâyı izhar etmek, değil riya, belki ihfâsından pek çok derece daha sevaplı ve hâlistir.

Riyaya insanları sevk eden esbabın,
Birincisi: Za'f-ı imandır. Allah'ı düşünmeyen, esbaba perestiş eder, halklara hodfuruşlukla riyakârâne vaziyet alır. Risale-i Nur şakirtleri, Risale-i Nur'dan aldıkları kuvvetli iman-ı tahkiki dersiyle esbaba ve nâsa ubudiyet noktasında bir kıymet, bir ehemmiyet vermiyor ki, ubudiyetlerinde onlara gösterişle riya etsinler.

İkinci sebep: Hırs ve tamah, za'f-ı fakr noktasında teveccüh-ü nâsı celbine medar riyâkârâne vaziyet almaya sevk ediyor.

Risale-i Nur'un şakirtleri, iktisat ve kanaat ve tevekkül ve kısmetine rıza gibi, Risale-i Nur'un dersinden aldıkları izzet-i imaniye, inşaallah onları riyadan ve dünya menfaatleri için hodfuruşluktan men eder.

Üçüncü sebep: Hırs-ı şöhret, hubb-u cah, makam sahibi olmak, emsaline tefevvuk etmek gibi hisler ve insanlara iyi görünmek, tasannukârâne (haddinden fazla kendine ehemmiyet verdirmek) ve tekellüfkârâne (lâyık olmadığı yüksek makamlarda görünmek) tarzını takınmakla riya eder.

Risale-i Nur şakirtleri, ene'yi, nahnü'ye tebdil ettikleri, yani enaniyeti bırakıp, Risale-i Nur dairesinin şahs-ı manevisinin hesabına çalışması, ben yerine biz demeleri ve ehl-i tarikatın fenâ fi'ş-şeyh, fenâ fi'r-resul ve nefs-i emmareyi öldürmek gibi riyadan kurtaran vasıtaların bu zamanda birisi de fenâ fi'l-ihvan, yani şahsiyetini kardeşlerinin şahs-ı maneviyesi içinde eritip öyle davrandığı için, inşaallah, ehl-i hakikatin riyadan kurtulmaları gibi, bu sırla onlar da kurtulurlar.

Lügatçe;
Riya: Özü sözü bir olmamak, inandığı gibi hareket etmeyiş, gösteriş, iki yüzlülük-şeâir-i İslâmiye: islâm alâmetleri, İslama sembol olmuş iş ve ibadetler-esbab: sebepler-sünnet-i seniye: Peygamberimizin söz, fiil ve hareketlerine dayanan yüce prensipler-ittibâ: uyma, tabi olma-izhar: gösterme-Za'f-ı iman: iman zayıflığı-ihfâ: gizleme-nevafil: nafile ibadetler-bid’a: aslen dinde olmayıp sonradan ortaya çıkan ve dine zarar verici yeni âdet ve uygulamalar- şerafet: şereflilik-kebâir: büyük günahlar-perestiş: aşırı ehemmiyet verme, tapar gibi sevme-hodfuruşluk: Kendini beğendirmeğe çalışmak-iman-ı tahkiki: İnandığı şeylerin aslını, esâsını bilerek inanma; sarsılmaz îmân, şuurlu ve tahkiki îmân-nâs: İnsanlar-ubudiyet: Kulluk, kölelik, kul olduğunu bilip Allah`a itaat etme-tamah: Aç gözlülük-za'f-ı fakr: Fakir ve muhtaç durumda olmak-teveccüh-ü nâs: İnsanların ilgisi, yönelmesi-celb: Kendi tarafına çekmek-izzet-i imaniye: Îmânın gerektirdiği vakar ve izzetli davranış-Hırs-ı şöhret: tanınma, takdir edilme hırsı-hubb-u cah: Makam sevgisi-tefevvuk: Üstünlük, üstün olma, üstün gelme-tasannukârâne: Riyâ ve gösteriş için. Yapmacık, suni hareketlerde bulunarak-tekellüfkârâne: Gösteriş hevesiyle zorluğun altına girmek, kendini iyi görünmeye zorlamak-şahs-ı manevi: Bir şahıs olmayıp, kendisine bir şahıs gibi muâmele edilen şirket, cemaat, cemiyet gibi ortaklıklar; belli bir kişi olmayıp bir cematten meydana gelen mânevî şahıs-fenâ fi'ş-şeyh: Bütün mânevî kemâlatını şeyhin mânevî şahsiyetinden almak mânâsındaki tâbir-fenâ fi'r-resul: Tas: Bütün varlığını Hazret-i Peygamber'in (A.S.M.) manevî şahsiyetinde yok etmek mânasına gelir. Hassaten, sünnî olan tarikat mensubuna göre Hz. Peygamber'in (A.S.M.) rivayet yolu ile nakledilen hadisleri ile beraber hareketlerini benimsemek ve O'na en küçük mes'elede aykırı harekette bulunmamak asıldır.-fenâ fi'l-ihvan: Tefâni. Yani; kardeşlerin birbirinde fâni olması; kendi hissiyat-ı nefsaniyesini unutup, kardeşlerinin meziyyât ve hissiyâtı ile fikren yaşaması. Samimi ihlâs üzerine müesses en yakın dostluk, en fedakâr ve en civanmert kardeşlik.

(domuz eti zararsız hale getirilirse helal olurmu?)

....o doktor, o meselede o kadar eblehâne hareket ediyor ki, sözlerini dinlemek yahut ehemmiyet verip cevap vermekten çok aşağıdır. Bu bîçâre, küfür ve îmân ortasını bulmak istiyor. Onun ehemmiyetsiz bahsine karşı değil, belki yalnız Ömer Efendinin istifsârına göre derim:

Me'mûrât ve menhiyât-ı şer'iyede illet, emr-i İlâhîdir ve nehy-i İlâhîdir. Maslahatlar ve hikmetler ise, müreccihtirler; emir ve nehyin taallûklarına ism-i Hakîm noktasında sebep olabilir.

Meselâ, sefer eden, namazını kasreder. Bu namazın kasrına bir illet ve bir hikmet var. İllet, seferdir; hikmet, meşakkattir. Sefer bulunsa, meşakkat olmasa da, namaz kasredilir. Sefer olmasa, hânesinde yüz meşakkat görse, yine namaz kasredilmez. Çünkü meşakkat filcümle bazan seferde bulunması, kasr-ı namaza hikmet olmasına kâfidir ve seferi illet yapmasına da yine kâfidir.

İşte, bu kaide-i şer'iyeye binâen, ahkâm-ı şer'iye hikmetlere göre tegayyür etmiyor, hakikî illetlere bakar. Meselâ, o doktorun bahsettiği gibi, hınzırın etinden bildiği zarardan, hastalıktan başka, 'Hınzır eti yiyen bir cihette hınzırlaşır' Haşiye kaidesiyle ve o hayvan, sâir hayvânât-ı ehliye gibi zararsız yapılmıyor. Etinden gelen menfaatten ziyade, çok zarar îrâs etmekle beraber, etindeki kuvvetli yağ, kuvvetli soğuk memleketi olan firengistandan başka tıbben muzır olduğu gibi, mânen ve hakikaten çok zararlı olduğu tahakkuk etmiş.

İşte bu gibi hikmetler, onun haram olmasına ve nehy-i İlâhî taallûkuna da bir hikmet olmuştur. Hikmet her fertte ve her vakitte bulunmak lâzım değildir. O hikmetin tebeddülü ile illet değişmez. İllet değişmezse hüküm değişmez. İşte bu kaideye göre, o bîçâre adamın ne kadar şeriatın rûhundan uzak konuştuğu anlaşılsın. Şeriat nâmına onun sözüne ehemmiyet verilmez. Hâlikın çok akılsız filozoflar suretinde hayvanları vardır!

Haşiye: Acaba firengistanın bu kadar harika terakkiyât-ı medeniyetiyle ve kemâlât-ı fenniyesiyle ve insaniyetperverâne ulûmuyla ileri gittiği halde, o terakkiyat ve kemâlâta ve o ulûma bütün bütün zıt olan maddiyyunluk ve tabiiyyunluk zulümâtında hınzırcasına saplanmalarında, hınzır etinin yemesinin medhali yok mudur? Soruyorum. İnsan, beslendiği şeyle mizâcı müteessir olduğuna delil, 'kırk günde hergün et yiyen kasâvet-i kalbiyeye dûçâr olduğu' darbımesel hükmüne geçmesidir.

Lügaçe;
eblehâne: Aptalcasına-istifsâr: anlamak için sormak-Me'mûrât: Emirler, dinin emirleri-menhiyât-ı şer'iye: dînen haram edilenler; yasak edilmişler-illet: Hakiki sebep-nehy-i İlâhî: Allah'ın yasak etmesi-Maslahat: faydalar-müreccih: Tercih ettiren, üstün tutan-taallûk: Bağlılık, münâsebet; alâkalı oluş-ism-i Hakîm: Herşeyi belli bir gaye ve faydaya göre yapan Allah`ın bir ismi-sefer: yolculuk-kasr: kısaltma, kısa tutma-filcümle: Hepsi, bütünü-ahkâm-ı şer'iye: şeriatın hükümleri ve kaideleri-tegayyür: Değişme, başkalaşma-hınzır: Domuz; pis ve katı kalbi kimse-hayvânât-ı ehliye: Evcil hayvanlar-îrâs: Verme, meydana getirme-firengistan: Avrupa ülkesi-muzır: zararlı-tebeddül: değişme.