Gruplarınızı Görmek İçin Üye Girişi Yapın
Yüzü dost, özü düşmandan usandım
Dili mü'min, kalbi şeytandan usandım...
Dostum; herkesin kahrı çekilir amma
Ben, davasız Müslüman'dan usandım!
Hz. Şems
“'Bana, `Sen şuna buna niçin sataştın? ’ diyorlar. Farkında değilim. Karşımda müthiş bir yangın var. Alevleri göklere yükseliyor. Içinde evlâdım yanıyor, îmânım tutuşmuş yanıyor. O yangını söndürmeye, îmânımı kurtarmaya koşuyorum. Yolda biri beni kösteklemek istemiş de, ayağım ona çarpmış; ne ehemmiyeti var? O müthiş yangın karşısında bu küçük hâdise bir kıymet ifade eder mi? Dar düşünceler, dar görüşler! ..”
Essalâtü vesselâmü aleyke yâ Resulallah
....o getirdiği nur ve hediye ile benim bu dünyamı tenvir ettiği gibi, herkesin bu dünyadaki dünyalarını tenvir ediyor, nimetlendiriyor diye o hediyesine şâkirâne bir mukabele nev’inden, “Binler salâvat sana insin” dedim.
Yani, “Senin bu iyiliğine karşı biz mukabele edemiyoruz. Belki Hâlıkımızın hazine-i rahmetinden gelen ve semâvat ehlinin adedince rahmetler sana gelmesini niyaz ile şükranımızı izhar ediyoruz” mânâsını hayalen hissettim.
O zât-ı Ahmediye (a.s.m.) , ubudiyeti cihetiyle, halktan Hakka teveccühü hasebiyle, rahmet mânâsındaki salâtı ister. Risaleti cihetiyle, Haktan halka elçiliği haysiyetiyle selâm ister. Nasıl ki cin ve ins adedince selâma lâyık ve cin ve ins adedince umumî tecdid-i bîatı takdim ediyoruz.
Öyle de, semâvat ehli adedince, hazine-i rahmetten, herbirinin namına bir salâta lâyıktır. Çünkü getirdiği nurla herbir şeyin kemâli görünür ve herbir mevcudun kıymeti tezahür eder ve herbir mahlûkun vazife-i Rabbâniyesi müşahede olunur ve herbir masnudaki makasıd-ı İlâhiye tecellî eder.
Onun için, herbir şey, lisan-ı hal ile olduğu gibi, lisan-ı kàli de olsaydı, “Essalâtü vesselâmü aleyke yâ Resulallah” diyecekleri kat’î olduğundan, biz umum onların namına,
(Cinler ve insanlar sayısınca, melekler ve yıldızlar adedince milyonlar salât insin sana, Ya Resulallah)
mânen deriz.
(Allah’ın bizzat sana salât etmesi yeter. Onun melekleri de Peygambere salât ve selâm ederler)
(Lemalar)
El-KULÛBÜ’D-DÂRİA’DAN BAZI SEÇME DUALAR
SAHABE ve TABİÎN EFENDİLERİMİZDEN BAZILARININ DUALARI
(İmam Gazzâlî Hazretlerinin Hizbü'l-Hasîn Duası)
İmam Gazzâlî hazretleri bütün cihanın malumu olduğu üzere, Hakk'ın sevgisine, halkın da teveccühüne mazhar olmuş devâsâ bir kâmet; hem çok güçlü bir kelâm âlimi, hem bir fıkıh üstadı, hem derin bir sûfî ve hemen bütün İslâmî ilimleri okuyup kavramaya muvaffak olmuş bir allâme-i cihandır. Künyesi Ebû Hâmid, ismi Muhammed, babasının ismi Muhammed, dedesinin ismi Muhammed, büyük dedesinin ismi Ahmed'dir ve o, âbâ ü ecdât derin bir Peygamber aşığıdır.
Nasıl insanlar Üstad Said Nursî'ye atfettikleri değeri, ona ‘Bedîüzzaman' demek sûretiyle göstermişlerse, Gazzâlî de (kuddise sirrûhû) herkesin nazarında ‘Hüccetü'l-İslam'dır. Kıymetini müdrik cevherfürûşanların ona verdikleri bu üstün pâye ile anlatmak istedikleri, İmam Gazzâlî'nin hali, tavır ve davranışları, idrak ufku, kavrayış üstünlüğü ve ortaya koyduğu âsârıyla, İslâm'ın hak ve hakîkat olduğuna bir delil teşkil ettiğidir. Yani, İslam'dan hiç haberi olmayanlar Hazreti Gazzâlî'yi görüp tanısalar, İslam'ın hak din olduğuna iman ederler, demektir. Onun fazlasıyla hak ettiği bir başka lakabı/vasfı daha vardır ki, o da ‘Zeynüddîn'dir. ‘Zeynüddîn', malum olduğu üzere dinin süsü, zineti demektir. İmam Gazzâlî müslümanlığın gözleri kamaştıran gerçek renklerinin, akılları hayrete düşüren orijinal desenlerinin ve alıcı gözüyle kendine bakanları cezbeden emsalsiz nakışlarının bütün güzellikleriyle insanların nazarlarına sunulmasında çok büyük bir misyon îfâ etmiş bir müceddiddir ve bu, ümmetin üzerinde ittifak ettiği bir husustur.
Evet, Allah Rasûlü'nün (aleyhissalâtü vesselâm) müşârun bi'l-benân (parmakla gösterilen) çıraklarından birisi olarak Hazreti Gazzâlî, pek çok hususta eşi menendi olmayan, her zaman akıl ve kalb ittifakıyla yürümesini bilmiş, enginliği müsellem, eâzım-ı İslamiye (din büyükleri) nden birisidir. Üstad Bedîüzzaman'ın ifadeleri içinde söyleyecek olursak, Gazzâlî hazretleri binlerce nûrânî ziyâdar yıldızlardan bir yıldızdır ve hayatını insanları irşad etmeye vakfetmiştir. O, öyle bir mürşid-i kâmildir ki, insaflı bir batılı bile onu resmederken, karşımıza, elinde asâsıyla insanları büyüleyen bir hârika ruh tablosu koyar. Tarih defterinin yaprakları çevrildiğinde görülecek olan da, başka değil, Gazzâlî ve emsali büyük zatların gerçekten beşeriyeti tenvîr edip aydınlattığı ve bugün de eserleriyle aydınlatmaya devam ettikleridir. Zaten insan olmaktan maksat da aydınlanıp başkalarını aydınlatmak değil midir?
Bayezid-i Bistamî, Râbiatü'l-Adeviye, İbrahim b. Edhem, Fudayl b. İyaz, Zünnûn-u Mısrî, Cüneyd-i Bağdâdî, Muhâsibî, Kelâbâzî, Tûsî, Ebû Tâlib el-Mekkî, Hucvirî, Tüsterî, Kuşeyrî gibi özellikle tasavvuf sahasında cevelan etmiş büyük zatlar eserlerini ortaya koyup fânî âlemden bekâ dünyasına intikal ettikten sonra Hazreti Gazzâlî gelmiş ve İhyâ-u Ulûmiddîn isimli mübeccel eserini yazmıştır. Hocaefendi'nin de işaret ettiği gibi, asırlar sonra günümüzde bile gönülleri nurlandırmaya devam eden bu eseriyle o, tasavvuf yolunun, bütün âdâp, erkân ve ıstılahlarını bir kere daha gözden geçirerek, umum meşâyihin kabulüne mazhar hususları tespit ve tenkidi gerekenleri tenkit edip, birbirinden ayrı görünen bu iki mübarek akımı bir defa daha buluşturup kaynaştırmıştır.
Bir kere daha söyleyecek olursak, sadece içinde yaşadığı Hicrî altıncı asra değil, ondan sonraki asırlara da ışık saçan ve boyasını çalan İmam Gazzâlî hazretleri, Bedîüzzaman hazretlerinin gözünde de çok büyük bir din büyüğüdür. Yukarıda da geçtiği gibi başkalarının büyüklüğünü teslim etmeyi bir ahlak hatta bir vazife telakkî etmiş o büyük zat, Gazzâlî hakkında, başka birkaç kişi için daha kullandığı, ‘eâzım-ı İslamiye' tabirini kullanır. Yine ona göre Hazreti Gazzâlî etrafına nurlar dağıtan bir nûrânî yıldızdır; bir kafa ve kalb adamıdır.
Üstad hazretleri İmam Gazzâlî ile arasındaki derin ve köklü irtibatı bir yerde, “Benim hatta bizim hepimizin İmam Gazzâlî ile irtibatımız var, kopmuyor; çünkü uhrevîdir, dünyaya bakmıyor” şeklinde dile getirir. Öyle anlaşılıyor ki, İslam tarihindeki tecdit hareketleri zaviyesinden bakılacak olursa, sekiz-dokuz asır arayla gelmiş bu iki ısmarlama şahsiyet arasında hayli benzerlikler ve paralellikler bulmak mümkün.
Hizbü'l-Hasîn ve Hizbü'l-Masûn Duaları
Allah dostlarının hizipleri arasında, İmam Gazzâlî hazretlerinin Hizbü'l-Hasîn ve Hizbü'l-Masûn duaları bir hayli şöhret bulmuş ve öteden beri hep okunagelmiştir. Ehemmiyetine binâen, Gümüşhanevî Ahmed Ziyâüddîn Efendi bu duaları Mecmuatü'l-Ahzab'ına almış, Mecmu'atü'l-Ahzab'dan seçilen bazı duaların dercedildiği el-Kulûbü'd-Dâria'da da Hizbü'l-Hasîn ve Hizbü'l-Masûn duaları muhafaza edilmiştir.
Üstad hazretleri Şualar adlı eserinde yer alan bir mektubunda, “İki gün evvel sorgu hâkimi beni çağırdığı vakit, ben kardeşlerimi nasıl müdafaa edeyim diye düşünürken, İmam-ı Gazalî'nin Hizb-ül Masûn'unu açtım. Birden bu âyetler nazarımda göründü...” der. Üç ciltlik Mecmuatü'l-Ahzab'ı her on beş günde bir hatmeden Üstad'ın, Hizbü'l-Hasîn ve Hizbü'l-Masûn'a karşı ayrı bir alâkası olduğu görülmektedir. Ayrıca M. Fethullah Gülen Hocaefendi hazırlamış olduğu dua mecmuasına (Mecmuatü'l-Edıyeti'l-Me'sûre) Allah dostlarından sadece İmam Gazzâlî hazretlerinin Hizbü'l-Hasîn ve Hizbü'l-Masûn'unu almıştır. Bütün bunlardan da, İmam Gazzalî hazretlerinin, özellikle de Hizbü'l-Hasîn ve Hizbü'l-Masûn dualarının, günümüzde hak ve hakîkati neşretme sevdasına tutulmuş hizmet erleriyle yakın ve doğrudan bir irtibatı olduğu pekala anlaşılabilir.
Cenab-ı Hakk'ın Hısn-i Hasînine Girmenin Yolu
‘Hasîn', erişilemez, ulaşılamaz, sağlam, dayanıklı, muhafazalı gibi manalara gelir. ‘Hısn-i hasîn' denildiğinde de, sağlam ve güvenilir kale, sığınak kastedilir. Yine ‘Masûn' kelimesi de, iyi korunan ve muhafaza edilen demektir.
İşte, İmam Gazzâlî hazretleri'nin Hizbü'l-Hasîn ve Hizbü'l-Masûn'unu okuyanlar, hem nefs-i emmarenin ve şeytanın hem de insî ve cinnî düşmanların şerlerinden, komplolarından ve tuzaklarından Hâfiz u Hafîz olan Cenab-ı Hakk'ın hısn-i hasînine dehâlet etmiş; dolayısıyla da muhkemlerden daha muhkem bir koruma altına girmiş olurlar. Hazreti Allah bu dualarla yüce dergahına iltica edenlere hem kefîl, hem vekîl, hem dost, hem de yardımcı olur. Onları, kibir, gurur, riya, ucb, nifak gibi muzır duygulardan korur.. her türlü belâdan uzak tutar.. bütün tehlikelerden muhafaza eder.. siyaneti altına alır; dolayısıyla onlar da ‘masûn' yani muhafaza altında olurlar.
Hizbü'l-Masûn duası, Hizbü'l-Hasîn'e göre daha uzunca bir duadır ve büyük bölümü Kur'an'ın farklı yerlerindeki ayetlerden alınmıştır. Duanın değişik yerlerinde tekrar edilen, “Düşmanlarımız bize ne doğrudan ne de dolaylı olarak asla ilişemezler. Onların hiçbir durumda bize kötülük yapmaya güçleri yoktur.” şeklindeki ifade, duanın muhtevası ve amacı hakkında bize bir fikir vermektedir. Binaenaleyh, Cenab-ı Mevlâ'dan inananları ve onların ortaya koydukları dînî îlâ istikametindeki cehd ü gayretleri ve o hizmetlerin semerelerini korumasını dileyenler de, ellerini açıp Gazzâlî merhumun bu sırlı dualarıyla dua edebilirler ve etmelidirler. Az önce de geçtiği gibi, Allah yolunda hizmete gönül vermiş ve hayatlarını ona raptetmiş büyükler bu dualara çok büyük kıymet atfetmişler ve onları dillerine vird-i zebân etmişlerdir.
Şimdi burada, İslam'ın insanlığa çok büyük bir armağan olarak sunduğu gönül insanı, allâme İmam Gazzâlî hazretlerinin Hizbü'l-Hasîn ve Hizbü'l-Masûn dualarını okumaya gönüllerimizde küçük de olsa bir hâhîş (istek ve arzu) uyaracağı ümidiyle, el-Kulûbü'd-Dâria'nın 121-123. sayfalarında geçen Hizbü'l Hasîn'den iktibas ettiğimiz bazı bölümleri tercümesiyle beraber vermek istiyoruz:
Rabbim! En mükerrem ibâdın olan peygamberân-ı izâmın dualarıyla ellerimi(zi) açıyor, yüce arşını omuzlarına yüklediğin Hamele-i Arş'ın ve diğer melâike-i mukarrebînin lisanlarıyla münezzehiyetini ve ululuğunu ilan ederek Sana yalvarıyorum. Senden niyazım, benim gibi âciz ve savunmasız bir kulunu bildik-bilmedik insî, cinnî ya da daha başka düşmanların insafsızlıklarına terketmemendir.
Allahım! Rahmetine, fazlına, lütf u keremine, güç ve kuvvetine iltica ediyor ve bana dostluğunu lutfetmeni.. inayetinle beni desteklemeni.. koruyup kollamanı.. me'mur kıldığın vazifelerimi yerine getirmeye çalışırken yardımını esirgememeni.. başka kapılarda dolaşma ve elâleme el açma mecburiyetinde bırakmamanı ve her zaman sıyanetin ve hıfzın altında bulundurmanı diliyorum.
Kudreti nâmütenâhî ve merhameti sonsuz Yüce Allahım! Ne olur beni bana bırakma ve ucuptan, kibirden, riyadan, nifaktan ve bilmeyerek gizli şirklere düşmekten muhafaza buyur! İçimi, dışımı görünür görünmez kirlerden, paslardan, kusur ve ayıplardan arındır.. kabir azabından ve oradaki çetin imtihana maruz kalmaktan da emîn eyle.. ömrümü bir adanmışlık mülâhazası içinde Sana kullukla geçirebilmeye muvaffak kıl.. yüce nezdindeki ‘ilm-i ledün'den beni de hissedar eyle ve anlayış ufkumun önündeki perdeleri kaldır.. nâdanlarla oturup kalkmak gibi bir pespayeliğe düşürme; düşürme ve sâlih kullarınla yoldaşlık yapmaya muvaffak eyle; neticede beni de o güzel kullarından birisi haline getir!
Allahım! Beni her türlü bela, musibet ve helâkıma sebep olabilecek bütün tehlikelerden koru.. alt seviyedeki düşük insanlardan eyleme.. muhabbet ve sevgi şarabından doyasıya içir ve beni ümitsizlik gibi bütün hastalıkların illeti olabilecek bir ruh bozukluğuna müptela eyleme!
Bütün iyiliklerin mercii Hazreti Berr ü Rahîm'in salât ü selâmı, mahlûkatın nefesleri, yeryüzüne inen yağmur damlaları ve arzdaki nebâtatın sayısı adedince; zâkirler Hakk'ı zikrettiği, gafiller de O'ndan gafil bulunduğu sürece, Seyyid-i Kâinat, mükemmelliğin zirvesi, bütün hayr u hasenât yollarının fatihi ve peygamberlik silsilesinin mührü Hazreti Muhammed Mustafa'ya, âl ü ashâbına, tertemiz ve muhtereme zevcelerine ve zürriyyeti üzerine olsun! Amin! ..
Habeş Padişahı Necâşî demiş:
Yani, 'Keşke şu saltanata bedel, Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâmın hizmetkârı olsaydım! O hizmetkârlık, saltanatın pek fevkindedir.'
Şeytanın bile bahane bulamayacağı bir mucize-i bereket
Hazret-i İmam-ı Cafer-i Sadık, pederleri İmam-ı Muhammedü'l-Bâkır'dan, o da pederi İmam-ı Zeynelâbidîn'den, o dahi İmam-ı Ali'den nakleder ki:
Fatımatü'z-Zehrâ, yalnız ikisine kâfi gelecek bir yemek pişirdi. Sonra Ali'yi gönderdi, tâ Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm gelsin, beraber yesinler. Teşrif etti ve emretti ki, o yemekten herbir ezvâcına birer kâse gönderildi. Sonra kendine, hem Ali'ye, hem Fatıma ve evlâtlarına birer kâse ayrıldıktan sonra, Hazret-i Fatıma der: 'Tenceremizi kaldırdık; daha dolu olup taşıyordu. Meşiet-i İlâhiye ile, hayli zaman o yemekten yedik.'
Acaba niçin bu nuranî, yüksek silsile-i rivayetten gelen şu mucize-i berekete, gözünle görmüş gibi inanmıyorsun? Evet, buna karşı şeytan dahi bahane bulamaz.