Gruplarınızı Görmek İçin Üye Girişi Yapın
Dehşet aldığın zaman; İbrahim Hakkı gibi
'mevla görelim neyler, neylerse güzel eyler' de,
pencerelerden seyret, içlerine girme.
Bediüzzaman
Bediüzzaman Said Nursi’nin yüz yıl önce beyan ettiği barışı, yüz yıl sonra yeni yeni anlamaya başlamak büyük bir kayıp aslında.
“Din ile bilim bir arada olmaz” diye direnen sistem; ne yazık ki, “din ile bilimin et ve tırnak” gibi olduğunu kabullenemediği için; “tırnağı etten, eti tırnaktan ayrı tutarak” yeni bir sistem üretme ve yaşatma adına, memleketin ve milletin yüz yılını heba etti.
Kısaca yüz yıl önce Bediüzzaman Said Nursi’nin “Hutbe-i Şamiye’deki” ikazlarından bazılarına bakalım. Ve nasıl geri kalmışız görelim.
El Emel: Yani rahmeti ilahiyeye kuvvetli ümit beslememek. Doğrusu bu umudumuz yeni yeni yeşermeye başladı.
Yeis: En dehşetli bir hastalıktır ki, alemi İslâm’ın kalbine girmiş. İşte o yeistir ki bizi öldürmüştür. Ne yazık ki Müslümanlar olarak yüz yıldır bu hastalıktan kurtulamadık.
Sıdk ve Doğruluk: İslâmiyetin hayati iştimaiyesinde olmazsa olmaz bir noktadır ki, yine maalesef bu noktaya da pek itibaret etmedik.
Muhabbeti unuttuk, husumeti ise hiç unutmadık. Oysa Muhabbete en layık şey muhabbettir, husumete en layık şey ise husumettir.
Yani hayatı saadete sevk eden “muhabbet ve sevmek sıfatı,” en ziyade sevilmeye ve muhabbete layıktır.
Hayatı zirüzeber (yok eden) “husumet” ise nefret dolu muzır bir sıfattır.
Bir başka ve en önemli hasletlerimizden birisi de “meşveret” eksikliğidir.
Biz Müslümanların hayati iştimaiyeyi İslâmiyedeki saadetlerinin anahtarı meşverettir. “Aralarındaki işleri meşveret iledir” ayeti bu hakikati emretmesine rağmen, huzursuzluklarımızın, şikâyetlerimizin, ayrılıklarımızın sebebi meşveret eksikliği değil midir.
İşte yüz yıldır teşhis edilen bu hastalıklarımızı tedavi edemedik. Oysa tedavi 14 asırdır hep ikaz edilmektedir.
Bu yüzler kahrolsun!
('Attığın zaman sen atmadın; ancak Allah attı.' En-fâl Sûresi: 6:17.)
nass-ı katîsiyle ve ehl-i tahkik umum müfessirlerin tahkikiyle ve umum ehl-i hadisin ihbarıyla, gazve-i Bedir'de, şu âyet haber veriyor ki:
Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm bir avuç toprakla küçük taşları aldı, küffar ordusunun yüzüne attı, (Bu yüzler kahrolsun!) dedi. kelimesi bir kelâm iken onların herbirinin kulağına gitmesi gibi, o bir avuç toprak dahi herbir kâfirin gözüne gitti. Herbiri kendi gözüyle meşgul olup, hücumda iken, birden kaçtılar.
Hem gazve-i Huneyn'de, Gazve-i Huneyn'de, Bedir gibi, küffar şiddetle hücum ederken, yine bir avuç toprak atıp, diyerek, herbirinin kulağına bir kelimesi girdiği gibi, biiznillâh herbirinin yüzüne bir avuç toprak gitti, gözleriyle meşgul olup kaçtılar.
İşte, Bedir'de ve Huneyn'deki harika olan şu hadise, esbab-ı âdi ve kudret-i beşer dahilinde olmadığından, Kur'ân-ı Mu'cizü'l-Beyan
ferman eder. Yani, 'O hadise kudret-i beşer haricindedir. Kuvve-i beşeriye ile değil, belki fevkalâde bir surette, kudret-i İlâhiye ile olmuştur.'
Risale-i Nur talebeliği...
Aziz, sıddık kardeşlerim, Bugünlerde, Kur'ân-ı Hakimin nazarında, imandan sonra en ziyade esas tutulan takvâ ve amel-i salih esaslarını düşündüm. Takvâ, menhiyattan ve günahlardan ictinab etmek ve amel-i salih, emir dairesinde hareket ve hayrat kazanmaktır. Her zaman def-i şer, celb-i nef'a râcih olmakla beraber, bu tahribat ve sefâhet ve câzibedar hevesat zamanında bu takvâ olan def-i mefasid ve terk-i kebair üssü'l-esas olup büyük bir rüchaniyet kesb etmiş. Bu zamanda tahribat ve menfî cereyan dehşetlendiği için, takvâ bu tahribata karşı en büyük esastır. Farzlarını yapan, kebîreleri işlemeyen, kurtulur. Böyle kebair-i azime içinde amel-i salihin ihlâsla muvaffakiyeti pek azdır.
Hem, az bir amel-i salih, bu ağır şerait içinde çok hükmündedir.
Hem, takva içinde bir nevi amel-i salih var. Çünkü, bir haramın terki vaciptir. Bir vacibi işlemek, çok sünnetlere mukabil sevabı var. Takvâ, böyle zamanlarda, binler günahın tehâcümünde bir tek ictinab, az bir amelle, yüzer günah terkinde, yüzer vacip işlenmiş oluyor. Bu ehemmiyetli nokta, niyetle, takvâ namıyla ve günahtan kaçınmak kastıyla menfî ibadetten gelen ehemmiyetli âmâl-i salihadır.
Risâle-i Nur şakirtlerinin, bu zamanda en mühim vazifeleri, tahribata ve günahlara karşı takvâyı esas tutup davranmak gerektir. Madem her dakikada, şimdiki tarz-ı hayat-ı ictiâmiyede yüz günah insana karşı geliyor; elbette takvayla ve niyet-i ictinabla yüzer amel-i sâlih işlenmiş hükmündedir. Malûmdur ki, bir adamın bir günde harap ettiği bir sarayı, yirmi adam, yirmi günde yapamaz ve bir adamın tahribatına karşı yirmi adam çalışmak lâzım gelirken; şimdi, binler tahribatçıya mukabil, Risâle-i Nur gibi bir tamircinin bu derece mukavemeti ve tesiratı pek harikadır. Eğer bu iki mütekabil kuvvetler bir seviyede olsaydı, onun tamirinde mu'cizevâri muvaffakiyet ve fütuhat görülecekti.
Lügatçe;
menhiyat: Şeriatça yapılması yasak olan, haram olan şeyler-ictinab: kaçınma, sakınma-def-i şer: Kötülüğü def'etmek, ortadan kaldırmak, mani olmak-celb-i nef': fayda sağlamak-tahribat: yıkıp bozmalar-sefâhet: Zevk ve eğlenceye ve yasak şeylere düşkünlük-def-i mefasid: bozgunculuğa fesatlığa mani olmak-terk-i kebair: büyük günahları işlememek-üssü'l-esas: temel mesele-rüchaniyet: daha mühim olma hali-kebair-i azime: çok büyük günahlar-tehâcüm: hücum, saldırı-tarz-ı hayat-ı ictiâmiye: sosyal hayat tarzı, biçimi-niyet-i ictinab: kaçınma, sakınma niyeti-mütekabil: karşılıklı-fütuhat: zaferler.