MAVERA-Sufi Muhabbet Mesaj Detayi Antoloji.com

Gönderen: Adem Kılıç
Alan:   Grup:MAVERA-Sufi Muhabbet
Tarih: 31.01.2012 20:23
Konu: Yn: Yn: Yn: [mavera-sufi-muh..]

Hazreti Ali (Radiyallahü Anh) 'a Ait, Tasa ve Kederden Emîn Olmak İçin Okunabilecek Bir Dua *

Rabbim! Açık-gizli bütün işleri gören ve bilen yalnız ve yalnız Sen'sin! Yerküre Sen'in izzetinden yayılıp dürülmüştür; Güneş ve Kamer de, arzı ve gökleri aydınlattıkları ışıklarını Sen'in nurundan almışlardır.

Ey temiz gönülleri her zaman lütuflarıyla sevindiren, hayatını takva yörüngeli sürdüren gönül erlerinin korkularını izale eden ve kullarının ihtiyaçlarını gönderen Sultanlar Sultanı Allahım! Sen öyle yüce bir sultansın ki, dergahında kapıcı bulunmaz; zaten Sen'in de öyle bir kapıcıya ihtiyacın yoktur. Sen bir vezîre, bir yardımcıya da asla muhtaç değilsin. Sen'den başka bir rabb olmadığını ve Sen'in el açıp yalvarılacak yegane ma'bûd olduğunu bütün kâinat değişik lisanlarla haykırıp durmaktadır.

Ya Rab! Hiç ayrılmadan Sen'in dergahının önünde bekleyenler ve ısrarla el açıp yalvaranlar, başka değil Sen'den sadece lütuf ve ihsan görürler. Allahım! Sen ‘Lâ havle velâ kuvvete illâ billah” kenzinin tek sahibisin; Sen'in her şeye gücün yeter. Habîbin Hazreti Muhammed hürmetine, ehl-i beyti hürmetine bizi de umduklarımıza nâil eyle! ..

O zat'ın (a.s.m.) geleceğini zamanın arifleri ve velileri müjde vermişler

İrhasattan ve delâil-i nübüvvetten maksat şudur ki: Bi’set-i Ahmediyeden evvel, zaman-ı fetrette kâhinler, hem o zamanın bir derece evliya ve ârif-i billâh olan bir kısım insanları, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın geleceğini haber vermişler ve ihbarlarını da neşretmişler, şiirleriyle gelecek asırlara bırakmışlar. Onlar çoktur. Biz, ehl-i siyer ve tarihin nakil ve kabul ettikleri meşhur ve münteşir olan bir kısmını zikredeceğiz.
Ezcümle, Yemen padişahlarından Tübba’ isminde bir melik, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın evsâfını eski kitaplarda görmüş, iman etmiş. Şöyle bir şiirini ilân etmiş:
Yani, “Ben Ahmed’in (a.s.m.) risaletini tasdik ediyorum. Ben onun zamanına yetişseydim, ona vezir ve ammizade olurdum. (Yani, Ali gibi olurdum.) ”

Lügatçe;
Bi’set-i Ahmediye: Hz. Muhammed’in peygamber olarak gelişi-zaman-ı fetret: Fetret zamanı, Hak dinin kaybolduğu karanlık devir-kâhin: Gayıptan cinler vasıtasıyla haber veren.

Lâ tahzen, innallâhe maanâ

Vakıât-ı kat'iyedendir ki, mağaradan çıkıp Medine tarafına gittikleri vakit, Kureyş rüesası, mühim bir mal mukabilinde, Sürâka isminde gayet cesur bir adamı gönderdiler; tâ takip edip onları öldürmeye çalışsın. Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, Ebû Bekr-i Sıddık ile beraber gardan çıkıp giderken gördüler ki, Sürâka geliyor. Ebû Bekr-i Sıddık telâş etti. Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm mağarada dediği gibi, 'Lâ tahzen, innallâhe maanâ / Üzülme! Allah bizimle beraberdir) ' dedi. Sürâka'ya bir baktı; Sürâka'nın atının ayakları yere saplandı, kaldı. Tekrar kurtuldu, yine takip etti. Tekrar atının ayaklarının saplandığı yerden duman gibi birşey çıkıyordu. O vakit anladı ki, ne onun elinden ve ne de kimsenin elinden gelmez ki ona ilişsin. 'El-aman' dedi. Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm aman verdi. Fakat dedi: 'Git, öyle yap ki başkası gelmesin.'

Mevlânâ Câmî’nin dediği gibi derim:
Bediüzzaman
(Yâ Resulallah, nasıl olur ki; Ashab-ı Kehfin köpeği, senin ashabınla beraber Cennete girsin? O Cennette, ben Cehennemde revâ mıdır bu? O Kehf Ashabının köpeği, ben senin ashabının...)

Doğu ve batıyı aydınlatan NUR (a.s.m.)

ÜÇÜNCÜ KISIM: İrhâsattan Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın velâdeti hengâmında vücûda gelen hârikalardır ve hâdiselerdir. O hâdiseler, O’nun velâdetiyle alâkadar bir sûrette vücûda gelmiş.
Hem bi’setten evvel ba’zı hâdiseler var ki, doğrudan doğruya birer mu’cizesidir. Bunlar çoktur. Nümûne olarak, meşhur olmuş ve eimme-i hadîs kabûl etmiş ve sıhhatleri tahakkuk etmiş birkaç nümûneyi zikredeceğiz:

Birincisi: Velâdet-i Nebevî gecesinde; hem annesi, hem annesinin yanında bulunan Osman İbn-il Âs’ın annesi, hem Abdurrahman İbn-i Avf’ın annesinin gördükleri azîm bir nurdur ki; üçü de demişler: “Velâdeti ânında biz öyle bir nur gördük ki; o nur, maşrık ve mağribi bize aydınlattırdı.”

İkincisi: O gece Kâ’be’deki sanemlerin çoğu başı aşağı düşmüş.

Üçüncüsü: Meşhur Kisra’nın eyvanı (yâni saray-ı meşhûresi) o gece sallanıp inşikak etmesi ve on dört şerefesinin düşmesidir.

Dördüncüsü: Sava’nın takdis edilen küçük denizinin o gecede yere batması ve İstahr-Âbad’da bin senedir dâima iş’al edilen, yanan ve sönmeyen, Mecusîlerin mâbud ittihaz ettikleri ateşin, velâdet gecesinde sönmesi. İşte şu üç-dört hâdise işârettir ki: O yeni dünyaya gelen Zât; ateşperestliği kaldıracak, Fars saltanatının sarayını parçalayacak, izn-i İlâhî ile olmayan şeylerin takdisini men’edecektir.

Beşincisi: Çendan velâdet gecesinde değil, fakat velâdete pek yakın olduğu cihetle, o hâdiseler de İrhasat-ı Ahmediyyedir ki (A.S.M.) , Sûre-i

de nass-ı kat’i ile beyân edilen “Vak’a-i Fîl”dir ki; Kâ’be’yi tahrib etmek için, Ebrehe nâmında Habeş Melîki gelip, Fil-i Mahmudî nâmında cesîm bir fili öne sürüp gelmiş. Mekke’ye yakın olduğu vakit fil yürümemiş. Çare bulamamış, dönmüşler. Ebâbil kuşları onları mağlub etmiş ve perişan etmiş, kaçmışlar. Bu kıssa-i acîbe, tarih kitaplarında tafsîlen meşhurdur. İşte şu hâdise, Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın delâil-i nübüvvetindendir. Çünkü velâdete pek yakın bir zamanda, kıblesi ve mevlidi ve sevgili vatanı olan Kâ’be-i Mükerreme, gaybî ve hârika bir sûrette Ebrehe’nin tahribinden kurtulmuştur.

Elhâsıl: Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın nübüvvetinden evvel nübüvvetini tasdik ettiren ve tasdik eden pek çok vâkıalar, pek çok zâtlar zâhir olmuşlar.

Lügatçe;
İrhâsat: Hz. Muhammed’in (a.s.m.) peygamberliğinden evvel meydana gelen ve peygamber olacağına işaret eden harika haller, belirtiler-velâdet: doğuş, dünyaya geliş-bi’set: Hz. Muhammed’in (a.s.m.) peygamber olarak gönderilmesi-eimme-i hadîs: hadîs imamları-sanem: Put-inşikak: Çatlama, yarılma- iş’al: yakma, tutuşturma-nass-ı kat’i: Kur'an'ın açık ve kesin hükmü-kıssa-i acîbe: şaşırtıcı, hayrette bırakan ibretli hikâye-delâil-i nübüvvet: peygamberlik delilleri.

Nöbettarlığa lüzum yok. Benim Rabbim beni hıfz ediyor

Nakl-i sahihle, Yahudiler, suikast niyetiyle, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın oturduğu yere, üstünden büyük bir taş atmak ânında, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm o dakikada hıfz-ı İlâhî ile kalkmış; o suikast de akîm kalmış.
Başta İmam-ı Buharî ve İmam-ı Müslim ve eimme-i hadis, Hazret-i Aişe'den naklediyorlar ki:
('Allah seni insanlardan korur.' Mâide Sûresi: 5:67.)
âyeti nâzil olduktan sonra, ara sıra Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmı muhafaza eden zatlara ferman etti:
Yani, 'Nöbettarlığa lüzum yok. Benim Rabbim beni hıfz ediyor.'
İşte, şu Risale de, baştan buraya kadar gösteriyor ki, şu kâinatın her nevi, her âlemi, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmı tanır, alâkadardır. Herbir nev-i kâinatta onun mu'cizâtı görünüyor. Demek, o zât-ı Ahmediye (a.s.m.) , Cenâb-ı Hakkın-fakat 'kâinatın Hâlıkı' itibarıyla ve 'bütün mahlûkatın Rabbi' ünvanıyla-memurudur ve resulüdür. Evet, nasıl ki bir padişahın büyük ve müfettiş bir memurunu herbir daire bilir ve tanır; hangi daireye girse onunla münasebettar olur. Çünkü umumun padişahı namına bir memuriyeti var. Eğer meselâ yalnız adliye müfettişi olsa, o vakit adliye dairesiyle münasebettar olur; başka daireler onu pek tanımaz. Ve askeriye müfettişi olsa, mülkiye dairesi onu bilmez. Öyle de, anlaşılıyor ki, bütün devâir-i saltanat-ı İlâhiyede, melekten tut, tâ sineğe ve örümceğe kadar herbir taife onu tanır ve bilir veya bildirilir. Demek, Hâtemü'l-Enbiyâ ve Resulü Rabbi'l-Âlemîndir. Ve umum enbiyanın fevkinde, risaletinin şümulü var.