Gruplarınızı Görmek İçin Üye Girişi Yapın
Başını kaldır;
kendini tanıttırmak isteyen
fa'al ve kudretli bir zâtın harika işlerine bak!
Sen başıboş olmadığın gibi,
bu hadiseler de başıboş olamazlar.
Bediüzzaman
Hikmetli Sözler
1- Cennetin bütün ağaçları filizler halinde bir yerde toplanmıştır. Kim ne kadar hayırlı ameller yapmaya devam ederse, onun hissesine düşen yerde bu filizler dikilir ve büyüyüp gelişirler. Reşid Ahmed Gangûhi
2-Gıybet, ehl-i adavet ve hased ve inadın en çok istimal ettikleri alçak bir silâhtır. İzzet-i nefis sahibi, bu pis silâha tenezzül edip istimal etmez. Bediüzzaman
3- Allah korkusu bütün hayırlara öncülük eder. Fudayl bin İyaz
4-Zavallı insan geçim darlığından korktuğu kadar Cehennemden korksaydı, doğru Cennete giderdi. Yahya bin Muaz
5-Kim bir şeyi severse, onu başka şeylere tercih eder. İşte sevginin manası budur. Aksi takdirde o şey sevgi değil, sevgi iddiasıdır. Rasulullah (Sallalahu aleyhi ve sellem) 'i sevmenin en önemli alameti; ona uymak, onun yaşama tarzını seçmek, onun sözlerine ve davranışlarına tâbi olmak, onun emrettiklerini yerine getirmek, yasakladığı şeylerden sakınmak, sevinçte, üzüntüde, bollukta, darlıkta ve her durumda onun yolunda yürümektir. Kadı Iyaz
6-Şu kesindir ki, iki kişi geceyi uyanık geçirse, biri oyun ve eğlenceyle meşgul olup, diğeri Kur'an, namaz ve ilim öğrenmekle meşgul olsa, ertesi gün ikisinin yüzünde açık bir fark görülür. Fahreddin Razi
7-Allahu Teâlâ'ya karşı sevginin alameti, O'nun kelamı olan Kur'an-ı Kerim'in sevgisinin kalpte bulunmasıdır. Sehl et Tüsteri
8-Belki sen vehbi olan ilmi elde etmeyi kulun gücünün dışında zannedersin. Fakat gerçek öyle değildir. Bilakis, vehbi olan ilmi elde etmenin yolu Allahu Teâlâ'nın ona bağladığı sebepleri elde etmektir. Mesela ilimle amel etmek ve dünyaya rağbet etmemek gibi. İmam Suyuti
9- Ben hangi duamın kabul olduğunu anlıyorum. Hangi duamda vücudumun tüyleri dikiliyorsa ve gözlerimden yaş akıyorsa, o duam kabul oluyor. Sabit Benani
10-Beş kısım karanlık vardır. Onları aydınlatmak için de beş ışık vardır;
*Dünya sevgisi karanlıktır. Işığı takvadır.
*Günah karanlıktır. Işığı tevbe etmektir.
*Kabir karanlıktır. Işığı La ilahe illallah Muhammedün Resulullah demektir
*Ahiret karanlıktır. Işığı güzel ameldir
*Sırat köprüsü karanlıktır. Işığı kuvvetli imandır. Hz. Ebubekir(r.a)
İhtiyarlığınızla ebedî bir gençlik kazanabilirsiniz.
Saç ve sakalımdaki beyaz kılların ve bir vefâdârın sadakatsizliği neticesinde o şâşaalı ve zâhiren tatlı ve süslü İstanbul'un hayat-ı dünyeviyesinin ezvâkından bana bir nefret geldi. Nefis, meftun olduğu ezvâkın yerinde mânevî ezvâk aradı. Bu ehl-i gafletin nazarında soğuk ve ağır ve nâhoş görünen ihtiyarlıkta bir teselli, bir nur istedi. Felillâhilhamd, Cenâb-ı Hakka yüz bin şükür olsun, bütün o hakikatsiz, tatsız, akıbetsiz ezvâk-ı dünyeviye yerine, hakikî, daimî ve tatlı ezvâk-ı imaniyeyi Lâ ilâhe illâ Hû'da ve nur-u tevhidde bulduğum gibi, ehl-i gafletin nazarında soğuk ve sakîl görünen ihtiyarlığı, o nur-u tevhidle çok hafif ve hararetli ve nurlu gördüm.
Ey ihtiyar ve ihtiyareler! Madem sizlerde İmân var ve madem imanı ışıklandıran ve inkişaf ettiren namaz ve niyaz var. İhtiyarlığınıza ebedî bir gençlik nazarıyla bakabilirsiniz. Çünkü onunla ebedî bir gençlik kazanabilirsiniz. Hakikî soğuk ve sakîl ve çirkin ve zulmetli ve elemli olan ihtiyarlık ise, ehl-i dalâletin ihtiyarlıklarıdır, belki de onların gençlikleridir. Onlar ağlamalı, onlar 'Vâ esefâ, vâ hasretâ! ' demeli. Sizler, ey muhterem imanlı ihtiyarlar, 'Elhamdü lillâhi alâ külli hal' (Her halimiz için Allah'a hamd olsun) deyip mesrurâne şükretmelisiniz.
Lügatçe;
ezvâk: Zevkler-ezvâk-ı dünyeviye: Dünyevî, geçici zevkler-ezvâk-ı imaniye: Îmânın verdiği zevk ve mânevî lezzetler-nur-u tevhid: Tevhid nûru. Allah`ın birliğine inanmadan gelen manevi nurun bütün karanlıkları aydınlatması-sakîl: Ağır, can sıkıcı, çirkin.
Bu küçücük insan, nokta-i istinad bulsa, küre gibi büyük işleri çevirebilir
İKİNCİ SEBEP: Nokta-i istinaddır. Evet herbir Hıristiyan başını kaldırıp, müteselsil ve mütedahil maksatların birine el atsa, arkasına bakar ki, istinad edecek, kuvve-i mâneviyesine daima imdad edip hayat verecek, gayet kavî bir nokta-i istinad görür. Hattâ en ağır ve büyük işlere karşı mübarezeye kendinde kuvvet bulur.
İşte, o nokta-i istinad, her taraftan ellerini uzatan dindaşlarının uruk-u hayatına kuvvet vermeye ve İslâmların en can alacak damarlarını kesmeye her vakit âmade ve dessas, medenî engizisyon taassubuyla, maddiyunun dinsizliğiyle yoğrulmuş ve medeniyetlerinin galebesiyle mest-i gurur olmuş bir müsellâh kitlenin kışlası veya büyük bir kilisesi olan Avrupa'nın medeniyetidir.
Görülmüyor mu ki, en hürriyetperver maskesini takan, (İ.G.) (İngiliz) elini uzatıp arıyor. Nerede Hıristiyan bulsa hayat veriyor. İşte Habeş, Sudan. İşte Tayyar, Artuşî. İşte Lübnan, Huran. İşte Malsor ve Arnavut. İşte Kürt ve Ermeni, Türk ve Rum, ilâ âhir...
Elhasıl: Onları canlandıran emeldir ve bizi öldüren yeistir. Meşhurdur ki, biri demiş: 'Eğer bir nokta-i istinad bulsam, küre-i zemini yerinden oynatırım.' Bu faraziyede acip bir nokta vardır. Demek, bu küçücük insan, nokta-i istinad bulsa, küre gibi büyük işleri çevirebilir.
Ey ehl-i İslâm! İşte, küre-i zemin gibi ağır ve âlem-i İslâmiyete çökmüş olan mesâib ve devâhiye karşı nokta-i istinadınız, muhabbetle ittihadı, mârifetle imtizac-ı efkârı, uhuvvetle teavünü emreden nokta-i İslâmiyettir.
Bak, âlem-i İslâmın, şu büyük dairenin nokta-i uzmâsından tut, tâ en küçük dairenin (meselâ medrese talebelerinin) birer ukde-i hayatiyesi vardır. Heyet-i ictimaiyenin efrad ve revabıtı birbirine istinadı gibi, o ukdeler dahi birbirine merbut, müteselsilen o nokta-i uzmâya müsteniddir. Demek, bütün o ukde-i hayatiyelerini boğmak değil, belki tenebbüh ve neşv-ü nema vermekle İslâm tenebbüh edip, terakkiye başlayabilir.
Yoksa, biri Avrupa'nın mehasinini mesâvimizle ve telâhuk-u efkârın semeratını bizim bir şahsın semere-i sa'yi ile, insafsızca, aldatıcı cerbezeyle muvazene etmekle, Hıristiyanlığın malı olmayan medeniyeti ona mal etmek, İslâmiyetin düşmanı olan tedennîyi ona dost göstermek, feleğin ters dönmesine delildir. (devam edecek)
Lügatçe;
müteselsil: Birbirini tâkip eden, zincirleme, arasız, uzayıp giden-mütedahil: İç içe-uruk-u hayat: Hayat tarzı aynı oluş, aynı inançtan, aynı dinden olmak-dessas: Aldatıcı, hilekâr, desîseci-maddiyun: Dinsiz olup herşeyi maddenin yaptığına inanlar, materyalistler-müsellâh: Silâhlı-emel: Şiddetli istek, gaye, ümit-yeis: Ümitsizlik-mesâib: Musibetler, felâketler, sıkıntılar-devâhiye: Büyük belâler. Afetler. Kazâlar-ittihad: Birleşmek, birlik-mârifet: Bilgi, bilme, tanıma, hüner-imtizac-ı efkâr: Fikirlerin birbirine kaynaşması-uhuvvet: Kardeşlik, din kardeşliği, samîmi dostluk-teavün: Yardımlaşma-nokta-i uzmâ: En büyük nokta-ukde-i hayatiye: Hayat düğümü-Heyet-i ictimaiye: Sosyal toluluk-efrad: Fertler, şahıslar-revabıt: Bağlantılar, rabıtalar-merbut: İrtibatlı, bağlı-müstenid: dayanan, dayanmış-tenebbüh: Uyanış. Aklı yerine gelme-neşv-ü nema: Büyümek ve gelişmek-mehasin: Güzellikler, iyilikler-mesâvi: Kötü haller. Fenalıklar. Seyyieler. (Mehâsinin zıddı.) -telâhuk-u efkâr: Fikirlerin birbirine eklenmesi-semere-i sa'y: Çalışmanın meyvesi. Emeğin karşılığı-cerbeze: Demagoji-tedennî: Aşağı düşme, daha kötü bir dereceye düşme, alçalma.
Neden Avrupa gelişti, İslâm alemi geri kaldı?
'Birbirinizi gıybet etmeyin.' [Hucurât Sûresi: 49:12] buyuran Allah'a hamd olsun. Salât da, 'Kim ki insanlar helâk oldu, insanlar helâk oldu derse, o kimse onların en fazla helâk olanıdır.' [Müslim, Birr] diyen Muhammed'e (a.s.m.) olsun.
Şu zamanın medenî engizisyonu müthiş bir vesileyle, bazı ezhanı telkih ile, bir kısım nâmeşru evlâdını vücuda getirip, İslâmiyete karşı kinini ve hiss-i intikamını icra eder. Diyanetsizliğe veya lâübaliliğe veya Hıristiyanlığa temayüle veya İslâmiyetten şüpheyle soğutmaya bir kapı açmak ister.
İşte o desise şudur: 'Ey Müslüman, bak nerede bir müslim varsa binnisbe fakir, gafil, bedevîdir. Nerede Hıristiyan varsa, bir derece medenî, mütenebbih ehl-i servettir, demek...' İlâ âhir.
Ben de derim ki:
Ey Müslüman! Biri maddî, biri mânevî, Avrupa rüchanının iki sebebinin şu netice-i müthişiyle, o neticenin tesir-i muharribanesine karşı, mevcudiyetimizin hâmisi olan İslâmiyetten elini gevşetme, dört elle sarıl. Yoksa mahvolursun!
Evet, biz aşağıya iniyoruz, onlar yukarıya çıkıyor. Bunun iki sebebi vardır. Biri maddî, biri mânevîdir.
BİRİNCİ SEBEP: Umum Hıristiyanın kilisesi ve mâden-i hayatı olan Avrupa'nın vaziyet-i fıtriyesidir. Zira dardır, güzeldir, demir madenidir, girintili çıkıntılıdır. Deniz ve enharı bağırsaklarıdır, bâriddir.
Evet, Avrupa küre-i zeminin hums-u öşrü iken, nev-i beşerin bir rub'unu letafet-i fıtriyesiyle kendine çekmiş. Hikmeten sabittir ki, efrad-ı kesirenin ictimâı, ihtiyacatı intac eder. Görenek gibi çok esbabla tekessür eden hâcât, zeminin kuvve-i nâbitesine sığışmaz. İşte şu noktadan ihtiyaç, san'ata ve merak ilme ve sıkıntı vesait-i sefahete hocalık edip tâlime başlarlar.
Evet, fikr-i san'at, meyl-i mârifet, kesretten çıkar. Avrupa'nın darlığı ve deniz ve enharı olan vesait-i tabiiye-i münakale içinde dolaşması sebebiyle, tearüf ticareti, teavün iştirak-i mesaiyi intac ettikleri gibi, temas dahi telâhuk-u efkârı, rekabet de müsâbakatı tevlid ederler. Ve bütün sanayiinin mâderi olan demir madeni, kesretle içinde bulunduğundan, o demir, medeniyetlerine öyle bir silâh-ı kuvvet vermiştir ki, dünyanın bütün enkaz-ı medeniyetlerini gasp ve garat edip gayet ağır bastı, mizan-ı zeminin muvazenetini bozdu.
Hem de herşeyi geç almak, geç bırakmak şanından olan burudet-i mutedilâne, sa'ylerine sebat ve metanet verip, medeniyetlerini idame etmiştir. Hem de ilme istinadla devletlerinin teşekkülü, mütekabil kuvvetlerinin tesadümü, gaddarane istibdatlarının iz'âcâtı, engizisyonane taassuplarının aksülâmel yapan tazyikatı, mütevazi unsurlarının rekabetle müsabakatı, Avrupalıların istidatlarını inkişaf ettirip, mezâyâ ve fikr-i milliyeti uyandırdı.
(devam edecek)
Lügatçe;
ezhan: Zihinler-telkih: Aşılamak-nâmeşru: Dînen uygun ve helâl olmayan-binnisbe: Nisbetle-mütenebbih: Uyanmış. Ders alıp aklı başına gelmiş-ehl-i servet: Servet sahipleri, zenginler-rüchan: Üstünlük, yükseklik, üstün olma-tesir-i muharribane: Yıkıcı etki-hâmi: Koruyan, himâye eden-mâden-i hayat: Hayat kaynağı-vaziyet-i fıtriye: Yaratılış hali-enhar: Nehirler-bârid: Soğuk-hums-u öşr: Yüzde beş-rub': Dörtte bir-letafet-i fıtriye: Yaratılıştan tatlılık-efrad-ı kesire: Nüfus çokluğu-ictimâ: Toplanmak. Bir araya gelmek-intac: Netice verme, doğurma-tekessür: kuvve-i nâbite: Tarım kuvveti, zenginliği-vesait-i sefahet: Eğlence sektörü-fikr-i san'at: Sanayileşme düşüncesi-meyl-i mârifet: Bilgiye olan meyil-vesait-i tabiiye-i münakale: Deniz ve nehirler gibi tabii ulaşım yolları-tearüf: Tanışmak-teavün: Yardımlaşmak-iştirak-i mesai: İşbirliği, birlikte çalışmak- telâhuk-u efkâr: Fikirlerin birbirine eklenmesi-tevlid: Doğurma, netice verme-enkaz-ı medeniyet: Medeniyet kalıntıları-mizan-ı zeminin muvazeneti: Dünyanın yerleşik dengesi-burudet-i mutedilâne: Orta halli soğukluk-sa'y: Gayret, çalışma, emek-tesadüm: Karşılıklı şiddetli çarpışma. Savaşma-istibdat: keyfî, baskıcı yönetim; zulüm ve tahakküm-iz'âcât: Bunaltmalar-mezâyâ: Meziyetler, özellikler, harikalıklar.