Gruplarınızı Görmek İçin Üye Girişi Yapın
Amelinizde rıza-yı İlâhî olmalı.
Eğer O razı olsa, bütün dünya küsse ehemmiyeti yok.
Eğer O kabul etse, bütün halk reddetse tesiri yok.
Bediüzzaman
İhlâsı kıracak sebeplerden yılandan, akrepten çekindiğiniz gibi çekininiz
Madem bu müthiş zamanda ve dehşetli düşmanlar mukabilinde ve şiddetli tazyikat karşısında ve savletli bid'alar, dalâletler içerisinde bizler gayet az ve zayıf ve fakir ve kuvvetsiz olduğumuz halde, gayet ağır ve büyük ve umumî ve kudsî bir vazife-i imaniye ve hizmet-i Kur'âniye omuzumuza ihsan-ı İlâhî tarafından konulmuş. Elbette, herkesten ziyade, bütün kuvvetimizle ihlâsı kazanmaya mecbur ve mükellefiz. Ve ihlâsın sırrını kendimizde yerleştirmek için gayet derecede muhtacız. Yoksa, hem şimdiye kadar kazandığımız hizmet-i kudsiye kısmen zayi olur, devam etmez; hem şiddetli mesul oluruz. ('Benim ayetlerimi az bir dünya menfaatiyle değiştirmeyin' Bakara Sûresi: 41) [Âyetin devamı, 'Ve yalnız benden korkun, yasaklarıma karşı gelmekten sakının' mealinde biter.] âyetindeki şiddetli tehditkârâne nehy-i İlâhîye mazhar olup, saadet-i ebediye zararına, mânâsız, lüzumsuz, zararlı, kederli, hodfuruşâne, sakîl, riyâkârâne bazı hissiyat-ı süfliye ve menâfi-i cüz'iyenin hatırı için ihlâsı kırmakla, hem bu hizmetteki umum kardeşlerimizin hukukuna tecavüz, hem hizmet-i Kur'âniyenin hürmetine taarruz, hem hakaik-i imaniyenin kudsiyetine hürmetsizlik etmiş oluruz.
Ey kardeşlerim! Mühim ve büyük bir umur-u hayriyenin çok muzır mânileri olur. Şeytanlar o hizmetin hâdimleriyle çok uğraşır. Bu mânilere ve bu şeytanlara karşı ihlâs kuvvetine dayanmak gerektir. İhlâsı kıracak esbabdan yılandan, akrepten çekindiğiniz gibi çekininiz. Hazret-i Yusuf Aleyhisselâm ('Şüphesiz nefis daima kötülüğe sevk eder-ancak Rabbim rahmet ederse o başka.' Yusuf Sûresi: 12:53) demesiyle, nefs-i emmâreye itimad edilmez. Enâniyet ve nefs-i emmâre sizi aldatmasın.
Lügatçe;
tazyikat: Baskılar, zorlamalar-savlet: Saldırı-bid'a: Dinin aslına uymayan âdet ve uygulamalar-dalâlet: Hak ve hakîkatten, dinden sapma, ayrılma; azma-tehditkârâne: Tehdit ederek. Korkutarak-nehy-i İlâhî: Allah`ın yasaklaması-hodfuruşâne: Kendini beğendirmek istercesine. Övünürcesine-sakîl: Ağır, can sıkıcı, çirkin-riyâkârâne: Gösteriş yaparcasına. İki yüzlüce-hissiyat-ı süfliye: Nefsin alçaltıcı ve aşağılık istekleri, arzuları-umur-u hayriye: Hayırlı işler-esbab: Sebepler.
Ölümü öldürebilir misiniz?
Ehl-i bid'a diyorlar ki: 'Bu taassub-u dinî bizi geri bıraktı. Bu asırda yaşamak, taassubu bırakmakla olur. Avrupa taassubu bıraktıktan sonra terakki etti.'
Elcevap: Yanlışsınız ve aldanmışsınız! Veya aldatıyorsunuz. Çünkü Avrupa, dinine mutaassıptır. Hattâ bir âdi Bulgar'a veya bir nefer-i İngiliz'e veya bir serseri Fransız'a, 'Sarık sar. Sarmazsan hapse atılacaksın' denilse, taassupları muktezasınca diyecek: 'Hapse değil, öldürseniz bile dinime ve milliyetime bu hakareti yapmayacağım.'
Hem tarih şahittir ki, ehl-i İslâm ne vakit dinine tam temessük etmişse, o zamana nisbeten terakki etmiş; ne vakit salâbeti terk etmişse, tedennî etmiş. Hıristiyanlık ise bilâkistir. Bu da mühim bir fark-ı esasîden neş'et etmiş.
Hem İslâmiyet sair dinlere kıyas edilmez. Bir Müslüman, İslâmiyetten çıksa ve dinini terk etse, daha hiçbir peygamberi kabul edemez. Belki Cenâb-ı Hakkı dahi ikrar edemez ve belki hiçbir mukaddes şeyi tanımaz; belki kendinde kemâlâta medar olacak bir vicdan bulunmaz, tefessüh eder. Onun için, İslâmiyet nazarında harbî kâfirin hakk-ı hayatı var. Hariçte olsa, musalâha etse; dahilde olsa, cizye verse İslâmiyetçe hayatı mahfuzdur. Fakat mürtedin hakk-ı hayatı yoktur. Çünkü vicdanı tefessüh eder, hayat-ı ictimaiyeye bir zehir hükmüne geçer. Halbuki, Hıristiyanın bir dinsizi, yine hayat-ı ictimaiyeye nâfi bir vaziyette kalabilir. Bazı mukaddesâtı kabul eder ve bazı peygamberlere inanabilir ve Cenâb-ı Hakkı bir cihette tasdik edebilir.
Acaba, bu ehl-i bid'a ve doğrusu ehl-i ilhad, bu dinsizlikte hangi menfaati buluyorlar? Eğer idare ve âsâyişi düşünüyorlarsa, Allah'ı bilmeyen dinsiz on serserinin idaresi ve şerlerini def etmesi, bin ehl-i diyanetin idaresinden daha müşküldür. Eğer terakkiyi düşünüyorlarsa, öyle dinsizler idare-i hükümete muzır oldukları gibi, terakkiye dahi mânidirler; terakki ve ticaretin esası olan emniyet ve âsâyişi kırıyorlar. Doğrusu, onlar meslekçe tahribatçıdırlar. Dünyada en büyük ahmak odur ki, böyle dinsiz serserilerden terakki ve saadet-i hayatiyeyi beklesin.
Böyle ahmaklardan mühim bir mevkii işgal eden birisi demiş ki: 'Biz Allah Allah diye diye geri kaldık; Avrupa top tüfek diye diye ileri gitti.'
'Cevâbü'l-ahmaki's-sükût' (Ahmak olana en iyi cevap sessiz kalmaktır) kaidesince, böylelere karşı cevap sükûttur. Fakat bazı ahmakların arkasında bedbaht âkıllar bulunduğundan deriz ki:
Ey biçareler! Bu dünya bir misafirhanedir. Her günde otuz bin şahit, cenazeleriyle 'El-mevtü Hakkun' (Ölüm haktır) hükmünü imza ediyorlar ve o dâvâya şehadet ediyorlar. Ölümü öldürebilir misiniz? Bu şahitleri tekzip edebilir misiniz? Madem edemiyorsunuz; mevt Allah Allah dedirtir. Sekeratta Allah Allah yerine hangi topunuz, hangi tüfeğiniz, zulümat-ı ebedîyi o sekerattakinin önünde ışıklandırır, ye's-i mutlakını ümid-i mutlaka çevirebilir?
Madem ölüm var, kabre girilecek, bu hayat gidiyor, bâki bir hayat geliyor. Bir defa top tüfek denilse, bin defa Allah Allah demek lâzım gelir. Hem Allah yolunda olsa, tüfek de Allah der, top da Allahu ekber diye bağırır, Allah ile iftar eder, imsak eder.
Lügatçe;
Ehl-i bid'a: Dinde olmayıp sonradan çıkarılan ve dine de aykırı olan şeyleri îcad eden dinsizler, süfyaniyet-taassub-u dinî: Dine şiddetle bağlılık-terakki: İlerleme, yükselme-temessük: Yapışma, sarılma, sıkıca tutma-salâbet: Dînini ve dînin emirlerini korumak ve tatbik etmedeki ciddiyet ve sağlamlık-tedennî: Aşağı düşme, daha kötü bir dereceye düşme, alçalma-fark-ı esasî: Esastaki fark-kemâlât: Yüksek haller-medar: Sebep, vâsıta, vesîle-tefessüh: Bozulma, çürüme, kokuşma-harbî kâfir: Kendisiyle harp hâlinde bulunulan kâfir-musalâha: Barış yapma, karşılıklı anlaşma-cizye: Devlet teminatı karşılığında fethedilen yerlerden alınan vergi-mürted: Müslüman olduğu halde dinden dönen, dinden çıkan-hayat-ı ictimaiye: Sosyal hayat, toplum hayatı-nâfi: faydalı-ehl-i ilhad: Dinsiz-mevt: Ölüm-Sekerat: Ölüm ânı, can çekiştirme-zulümat-ı ebedî: Daimi karanlık-ye's-i mutlak: Mutlak ümitsizlik.