MAVERA-Sufi Muhabbet Mesaj Detayi Antoloji.com

Gönderen: Adem Kılıç
Alan:   Grup:MAVERA-Sufi Muhabbet
Tarih: 17.01.2012 13:56
Konu: Yn: Yn: [mavera-sufi-muh..]

İbni Ömer (r.a.) rivayet ediyor: Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu; “Namazın dindeki yeri, başın vücuttaki yeri gibidir.” (Mecmâü’l-Evsat, 3:154, (2313.) İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir)

Ebu’d-Derda (r.a) şöyle dedi: “Dostum Muhammed (s.a.v) bana şöyle tavsiyede bulundu. Parça parça kesilsende, yakılsanda Allah ‘a ortak koşma ve farz olan namazı bilerek terk etme. Kim ki farz olan namazı bilerek terk ederse Allah ‘ın koruması ondan uzaklaşmıştır.” (Müsned:5/238, El-Bani Sahihi ibn Mace:3529, Beyhaki)

1- Hz. Muhammed'in(aleyhissalatu vesselam) hayatını okuyup anladıktan sonra, O'nu sevmemek mümkün değildir. O, dünyada yol gösterenlerin en büyüğüdür. Mevlana Şibli Numani

2- Halkın senin iyiliğini söylemesini istiyorsan, kimsenin kötülüğünü söyleme. Nuşirevan

3- Bir matematikçi başaramaz. Ama bir şair tek mısraına bütün sonsuzluğu sığdırabilir. Muhammed İkbal

4- Öfkene hükmedemezsen, bir hiç yüzünden olay çıkarıp sonunda pişman olursun. Konfüçyüs

5- Çölde gördüğün her kum tanesi, yalnız güneşin ışığını aksettirmez. Sana, nice gelip geçmiş ümmetlerin hikâyesini de söyler. Fakat sende o kulak nerede? Sadi Şirazi

6- Gerçek dost, sen yokken seni tasdik edendir. Hz. Ali(r.a)

7- Unuturlar seni biçare, heman ölmeye gör. Şeyhülislam Yahya Efendi

8- Cimri ve korkakla istişare etme. Erzurumlu İbrahim Hakkı

9- İradene hâkim, vicdanına esir ol. Hz. Mevlana

10-Ey oğul! Sabretmesini bil, vaktinden önce çiçek açmaz. Şeyh Edebali

Ey insan, düşün! Sen alâküllihal öleceksin
Ey âlem-i beka için yaratılan ve fâni âleme mübtelâ olan biçare insan! ('Gök ve yer onlara ağlamadı.' Duhan Sûresi: 44:29.) âyetinin sırrına dikkat et, kulak ver. Bak, ne diyor:

Mefhum-u sarihiyle ferman ediyor ki, ehl-i dalâletin ölmesiyle, insanla alâkadar olan semâvat ve arz, onların cenazeleri üstünde ağlamıyorlar, yani, onların ölmesiyle memnun oluyorlar.

Ve mefhum-u işarîsiyle ifade ediyor ki, ehl-i hidayetin ölmesiyle semâvat ve arz, onların cenazeleri üstünde ağlıyorlar, firaklarını istemiyorlar. Çünkü ehl-i İmân ile bütün kâinat alâkadardır, ondan memnundur. Zira İmân ile Hâlık-ı Kâinatı bildikleri için, kâinatın kıymetini takdir edip hürmet ve muhabbet ederler. Ehl-i dalâlet gibi tahkir ve zımnî adâvet etmezler.

Ey insan, düşün! Sen alâküllihal öleceksin. Eğer nefis ve şeytana tâbi isen, senin komşuların, belki akrabaların, senin şerrinden kurtulmak için mesrur olacaklar.

Eğer (Şeytandan Allah'a sığınırım) deyip Kur'ân'a ve Habib-i Rahmân'a tâbi isen, o vakit semavat ve arz ve mevcudat, herkesin derecesine nisbeten, senin derecene göre senin firâkından müteessir olup mânen ağlarlar. Ulvî bir matemle ve haşmetli bir teşyî ile, kabir kapısıyla girdiğin beka âleminde senin derecene nisbeten senin için bir hüsn-ü istikbal var olduğuna işaret ederler.

Lügatçe;
mübtelâ: tutkun, tutulmuş, düşkün-Mefhum-u sarih: Açık anlam, ifâde-mefhum-u işarî: İşaret edilen mânâ-firak: Ayrılık-tahkir: Hakaret etme, aşağılamak-zımnî: Gizli, örtülü-alâküllihal: Her durumda, her halükârda-teşyî: Uğurlama, yolcu etme-hüsn-ü istikbal: Güzel karşılama, karşılama töreni.

İslâm deccalı Süfyanın çıkış yeri neden yanlış anlaşılmış?

Rivayetlerde, vukuat-ı Süfyaniye ve hâdisât-ı istikbaliye Şam'ın etrafında ve Arabistan'da tasvir edilmiş.

Allahu a'lem, bunun bir tevili şudur ki: Merkez-i hilâfet eski zamanda Irak'ta ve Şam'da ve Medine'de bulunduğundan, râvîler kendi ictihadlarıyla, daimî öyle kalacak gibi mânâ verip, merkez-i Hükûmet-i İslâmiye yakınlarında tasvir etmişler, Halep ve Şam demişler. Hadisin mücmel haberlerini, kendi ictihadlarıyla tafsil etmişler.

Lügatçe;
vukuat-ı Süfyaniye: İslâm Deccalı olan Süfyan ile ilgili olaylar-hâdisât-ı istikbaliye: İstikbalde meydana gelecek olaylar-Merkez-i hilâfet: Halifelik makamının bulunduğu yer, yönetim merkezi-râvî: Rivâyet eden, nakleden-ictihad: Anlayış, kanaat-mücmel: Kısa, öz-tafsil: Ayrıntılarıyla anlatmak, açıklamak.
Hisler aklın muhakemesini dinlemez

Nefs-i insaniye, muaccel ve hazır bir dirhem lezzeti, müeccel, gaib bir batman lezzete tercih ettiği gibi, hazır bir tokat korkusundan, ileride bir sene azaptan daha ziyade çekinir.
Hem insanda hissiyat galip olsa, aklın muhakemesini dinlemez. Heves ve vehmi hükmedip, en az ve ehemmiyetsiz bir lezzet-i hazırayı ileride gayet büyük bir mükâfâta tercih eder. Ve az bir hazır sıkıntıdan, ileride büyük bir azâb-ı müeccelden ziyade çekinir. Çünkü tevehhüm ve heves ve his, ileriyi görmüyor, belki inkâr ediyorlar. Nefis dahi yardım etse, mahall-i İmân olan kalb ve akıl susarlar, mağlûp oluyorlar. Şu halde, kebâiri işlemek imansızlıktan gelmiyor, belki his ve hevesin ve vehmin galebesiyle akıl ve kalbin mağlûbiyetinden ileri gelir.

Hem fenalık ve hevesat yolu, tahribat olduğu için, gayet kolaydır. Şeytan-ı ins ve cinnî, çabuk insanları o yola sevk ediyor. Gayet câ-yı hayret bir haldir ki, âlem-i bekanın -nass-ı hadisle- sinek kanadı kadar bir nuru, ebedî olduğu için, bir insanın müddet-i ömründe dünyadan aldığı lezzet ve nimete mukabil geldiği halde, bazı biçare insanlar, bir sinek kanadı kadar bu fâni dünyanın lezzetini, o bâki âlemin bu fâni dünyasına değer lezzetlerine tercih edip şeytanın arkasında gider.

İşte bu sırlar içindir ki, Kur'ân-ı Hakîm, mü'minleri pek çok tekrar ve ısrar ile, tehdit ve teşvik ile, günahtan zecir ve hayra sevk ediyor.

Lügatçe;
muaccel: Peşin, hemen verilen-müeccel: Sonraya bırakılan, tehir edilen-azâb-ı müeccel: İleriye bırakılan, tehir edilen azab-tevehhümzzz. Zannetme, evhamlanma, yok olanı var zannetmekle ümitsizliğe ve korkuya düşme-kebâir: Büyük günahlar-tahribat: Yıkımlar, bozmalar-câ-yı hayret: Hayret verici-âlem-i beka: Sonsuzluk âlemi, ahiret-zecir: Önleme; men etme.