MAVERA-Sufi Muhabbet Mesaj Detayi Antoloji.com

Gönderen: Adem Kılıç
Alan:   Grup:MAVERA-Sufi Muhabbet
Tarih: 15.01.2012 00:51
Konu: Yn: Yn: [mavera-sufi-muh..]

Hikmetli Sözler
1- Bugün sana en ağır gelen amel ne ise, yarın terazide en ağır basacak olan da odur. İbrahim bin Ethem

2- Senden soruluncaya kadar susman, susturuluncaya kadar konuşmandan hayırlıdır. Hz. Ali(r.a)

3- Kesesinde söz eleştirisi olan sen! Onu yaşam ölçüsüyle tart. Muhammed İkbal

4- Bil ki, yılgınlık maskeli bir tembelliktir. Ali Fuat Başgil

5- Yüz dinle, bin düşün, bir söyle,

Sözünden bilinir irfan demişler. Mir'âti

6-Dinin en iyisi takvadır. Takvanın en iyisi de, övmekten ve yermekten dili korumaktır. Sırri-yi Sakati

7-Tevazu; dik başlı olmamak, yumuşak huylu olmaktır. Cüneyd-i Bağdadi

8-Mümkün mertebe kimse ile herhangi bir hususta münakaşa etme. Bunda büyük zararlar vardır. Münakaşa; kibir, düşmanlık gibi kötü huyların kaynağıdır. İmam-ı Gazali

9-Düşmandan laf getiren kişi o insana düşmanından daha ziyade düşmandır. Sadi Şirazi.

10-Sünnet ile bidat birbirinin zıddıdır. Birini yapınca öteki yok olur. İmam-ı Rabbani

Nefsin en büyük hatalarından birisi...

...ben müteaddit insanları gördüm ki, bir nevi mehdî kendilerini biliyorlardı ve 'Mehdî olacağım' diyorlardı. Bu zatlar yalancı ve aldatıcı değiller; belki aldanıyorlar. Gördüklerini hakikat zannediyorlar. Esmâ-i İlâhînin nasıl ki tecelliyâtı, Arş-ı Âzam dairesinden tâ bir zerreye kadar cilveleri var; ve o esmâya mazhariyet de, o nispette tefavüt eder. Öyle de, mazhariyet-i esmâdan ibaret olan merâtib-i velâyet dahi öyle mütefavittir. Şu iltibasın en mühim sebebi şudur:
Makamât-ı evliyadan bazı makamlarda Mehdî vazifesinin hususiyeti bulunduğu ve Kutb-u Âzama has bir nispeti göründüğü ve Hazret-i Hızır'ın bir münasebet-i hassası olduğu gibi, bazı meşâhirle münasebettar bazı makamat var. Hattâ o makamlara Makam-ı Hızır, Makam-ı Üveys, Makam-ı Mehdiyet tabir edilir.

İşte bu sırra binaen, o makama ve o makamın cüz'î bir numunesine veya bir gölgesine girenler, kendilerini o makamla has münasebettar meşhur zatlar zannediyorlar. Kendini Hızır telâkki eder veya Mehdî itikad eder veya Kutb-u Âzam tahayyül eder. Eğer hubb-u caha talip enâniyeti yoksa, o hâlde mahkûm olmaz. Onun haddinden fazla dâvâları şatahat sayılır; onunla belki mesul olmaz. Eğer enâniyeti perde ardında hubb-u caha müteveccih ise, o zat enâniyete mağlûp olup, şükrü bırakıp fahre girse, fahirden git gide gurura sukût eder. Ya divanelik derecesine sukût eder veyahut tarik-i haktan sapar. Çünkü, büyük evliyayı kendi gibi telâkki eder, haklarındaki hüsn-ü zannı kırılır. Zira, nefis ne kadar mağrur da olsa, kendisi, kendi kusurunu derk eder. O büyükleri de kendine kıyas edip kusurlu tevehhüm eder. Hattâ, enbiyalar hakkında da hürmeti noksanlaşır.

İşte bu hâle giriftar olanlar, mizan-ı şeriatı elde tutmak ve usulü'd-din ulemasının düsturlarını kendine ölçü ittihaz etmek ve İmam-ı Gazâlî ve İmam-ı Rabbânî gibi muhakkıkîn-i evliyanın talimatlarını rehber etmek gerektir. Ve daima nefsini itham etmektir. Ve kusurdan, acz ve fakrdan başka nefsin eline vermemektir.

Bu meşrepteki şatahat, hubb-u nefisten neş'et ediyor. Çünkü muhabbet gözü kusuru görmez. Nefsine muhabbeti için, o kusurlu ve liyakatsiz bir cam parçası gibi nefsini bir pırlanta, bir elmas zanneder. Bu nevi içindeki en tehlikeli bir hata şudur ki:

Kalbine ilhamî bir tarzda gelen cüz'î mânâları 'kelâmullah' tahayyül edip, âyet tabir etmeleridir. Ve onunla, vahyin mertebe-i ulyâ-yı akdesine bir hürmetsizlik gelir. Evet, balarısının ve hayvânâtın ilhâmâtından tut, tâ avâm-ı nâsın ve havâss-ı beşeriyenin ilhâmâtına kadar ve avâm-ı melâikenin ilhâmâtından tâ havâss-ı kerrûbiyyûnun ilhâmâtına kadar bütün ilhâmat, bir nevi kelimât-ı Rabbâniyedir. Fakat mazharların ve makamların kabiliyetine göre, kelâm-ı Rabbânî, yetmiş bin perdede telemmu eden ayrı ayrı cilve-i hitab-ı Rabbânîdir.

Amma vahiy ve kelâmullahın ism-i has ve onun en bâhir misal-i müşahhası olan Kur'ân'ın nücumlarına ism-i has olan 'âyet' namı öyle ilhâmâta verilmesi, hata-yı mahzdır. On İkinci ve Yirmi Beşinci ve Otuz Birinci Sözlerde beyan ve ispat edildiği gibi, elimizdeki boyalı aynada görünen küçük ve sönük ve perdeli güneşin misali, semâdaki güneşe ne nispeti varsa; öyle de, o müddeîlerin kalbindeki ilham dahi, doğrudan doğruya kelâm-ı İlâhî olan Kur'ân güneşinin âyetlerine nispeti o derecededir. Evet, herbir aynada görünen güneşin misalleri güneşindir ve onunla münasebettar denilse haktır; fakat o güneşçiklerin aynasına küre-i arz takılmaz ve onun cazibesiyle bağlanmaz!
Lügatçe;
mazhariyet-i esmâ: Allah`ın güzel isimlerini göstermeye nâil olma-mütefavit: Çeşitli, farklı-münasebet-i hassa: Özel alâka, bağ-hubb-u cah: Şöhret düşkünlüğü, makam sevgisi. Rütbe hırsı-şatahat: Mânevî sarhoşluk-fahr: Övünme, büyüklük taslama-sukût: düşüş, alçalış-mizan-ı şeriat: Şeriatın ölçüleri-usulü'd-din uleması: İnanca dâir meselelerden İslâmî esaslar çerçevesinde bahseden kelâm ilmi alimleri-hubb-u nefis: Nefse düşkünlük, nefsini sevmek-mertebe-i ulyâ-yı akdes: Yüce ve mukaddes mertebe, kusursuzluk derecesi-havâss-ı kerrûbiyyûn: Allah`a en yakın olan melekler. Büyük melekler-telemmu: Parıldama, ışıldama-ism-i has: Özel isim-bâhir: Aşikâr. Açık-misal-i müşahhas: Açıkça görünen örnek-nücum: Yıldızlar-hata-yı mahz: Yüzde yüz hatâ-müddeî: İddiâ eden.

İnsanlık tarihinin en fenası Süfyan'a neden taraftar oluyorlar?

Rivayette var ki, 'âhirzamanın eşhas-ı mühimmesinden olan Süfyanın eli delinecek.'
Allahu a'lem, bunun bir tevili şudur ki: Sefahet ve lehviyat için gayet israf ile elinde mal durmaz, israfata akar. Darb-ı meselde deniliyor ki, 'Filân adamın eli deliktir.' Yani çok müsriftir.
İşte, 'Süfyan israfı teşvik etmekle, şiddetli bir hırs ve tamaı uyandırarak insanların o zayıf damarlarını tutup kendine musahhar eder' diye bu hadîs ihtar ediyor; 'İsraf eden ona esir olur, onun dâmına düşer' diye haber verir.

Lügatçe;
Süfyan: Ahirzamanda geleceği ve islâm dinini yıkmak için çalışacağı sahih hadislerde haber verilen dinsiz ve münâfık bir şahıs, İslâm deccalı-Sefahet: Zevk, eğlence ve yasak şeylere düşkünlük, bozuk hayat tarzı-lehviyat: Kadınlı erkekli haram eğlenceler, oyunlar; nefsânî gayr-ı meşrû eğlenceler-tama: Aşırı arzu, açgözlülük, doymazlık-musahhar: Emre verilmiş, itaatkâr, bağlanmış.

“Nedir alçakların kullandığı bu gıybet” diyeceksiniz. Nursi’ye göre gıybet şöyle bir alçaklıktır: “Gıybet odur ki gıybet edilen adam hazır olsaydı ve işitseydi, kerahet edip darılacaktı. Eğer doğru dese zaten gıybettir. Eğer yalan dese hem gıybet hem iftiradır; iki katlı çirkin bir günahtır...”