MAVERA-Sufi Muhabbet Mesaj Detayi Antoloji.com

Gönderen: Adem Kılıç
Alan:   Grup:MAVERA-Sufi Muhabbet
Tarih: 14.01.2012 01:36
Konu: Yn: Yn: [mavera-sufi-muh..]

Bediüzzaman Hazretleri'nin, bir yandan, bizim medeniyetimizin hayat köklerini harekete geçirerek vasat'ımızı kuran, bize ve insanlığa hayat sunan ilim, irfan ve hikmet menzillerinde çıkılan yolculukta inşa edilen 'dil'i baştan sona deşifre etmiş; öte yandan da, tıpkı Efendimiz (sav) gibi 'şâhid', 'mübeşşir' ve 'nezir' özellikleriyle donanıp muhkem bir ümmîleşme süreci gerçekleştirerek, hem çağının çocuğu olarak, hem de çağının ağlarını, bağlarını kıran, aşan bir 'âlim', 'ârif' ve 'hakîm' olarak bu dili yeniden-şifreleyip bu dile hayatiyet kazandıracak kaynağı sunan bir üstdil geliştirmiş tek düşünür olduğunu söylemiş ve 'peki, Bediüzzaman, bunu nasıl başardı? ' diye sormuştum, önceki yazıda.

Burada ve sonraki birkaç yazıda, bu sorunun cevabının izini sürmeye çalışacağım.

***

Şimdi sıkı durun: Bediüzzaman Hazretleri, bizim medeniyet yolculuğumuzda diktiğimiz ilim, irfan ve hikmet sütunlarını, aslî / vahyî kaynağına irca ederek muhkem bir şekilde yeniden-inşa eden üç büyük kurucu, öncü şahsiyetin -'âlim' Gazalî, 'ârif' İbn Arabî ve 'hakîm' İbn Haldun'un- yaptıklarını, tek başına yapmıştır.

Sadece 2. Şua bile, Bediüzzaman'ı Bediüzzaman yapmaya yeterdi: Bendeniz, başta 2. Şua olmak üzere diğer birkaç hayatî / kurucu risale'den yola çıkarak bizim ilim, irfan ve hikmet menzillerimizde nefes kesici yolculuklar yaptım; Gazalî'nin, Razî'nin, İbn Arabî'nin, İbn Haldun'un yaptıklarını, Kitabımızın bize aslında ne söylediğini, Efendimiz'in (sav) 'epistemolojik' değil, daha ziyade 'ontolojik' olarak bizim için ne anlam ifade ettiğini belirginleştirerek, geliştirilecek medeniyet tasavvurunun ana güzergâhlarını belirleyen yüzlerce sayfa metin çıkardım.

(Burada âlim, ârif ve hakîm şahsiyetlerinin husûsiyetlerini aynı anda bu üç kurucu öncüde de görebiliriz elbette. Ama ben öne çıkan husûsiyetlerini belirginleştirdim. Ayrıca 'Fikirteknesi' ve 'medyahayat' sitelerinde -Haki Demir Bey'le birlikte- nefis fikir yazıları yazan İbrahim Sancak Kardeşim'in âlim, ârif ve hakîm şahsiyetlerini, 'figür' olarak nitelemem konusundaki eleştiri ve uyarısı için teşekkür ediyor, onun önerdiği 'şahsiyet' nitelemesini kullandığımı hatırlatmak istiyorum.)

***

Gazalî; Helen, Hint ve Fars havzalarında neşvünemâ bulan gnostik ve agnostik pagan geleneklerin gölgesinde gelişen ilim geleneğimizi, -gözkamaştırıcı bir tafsil çabasıyla- silbaştan yenileyerek / tedvin ederek özgün İslâmî kimliğine kavuşturmuştu.

İbn Arabî; Hint, Zerdüşt, Mısır, Maverâünnehir havzalarındaki pagan gnostik geleneklerin izdüşümlerinden bîtap düşen, bâtınîlik bataklığına saplanma sinyalleri veren irfan geleneğimizi -muazzam bir terkip çabası ortaya koyarak- hem daha bir İslâmîleştirmiş, hem de derinleştirerek zirve noktasına ulaştırmıştı.

İbn Haldun, ilim ve irfan menzillerinde gerçekleştirilen bu inkişâfı tevhid ederek ve bunun derinlemesine muhakemesini yaparak, buradan devşirdiği birikim, ruh ve dinamizmle ilk büyük medeniyet buhranının nasıl aşılabileceğini gösteren muazzam bir tarihî hikmet tasavvuru inşa etmişti.

İşte Osmanlı medeniyet tecrübesi, bu üç kurucu öncü şahsiyetin öncülük ettiği açılım ve atılımı hayata geçirerek, üç temel varoluşsal alanda -akîdevî, fikrî ve 'siyasî' alanlarda- Ehl-i Sünnet omurgayı tesis etmeyi ve İslâm dünyasını bütünleştirmeyi başarabildiği için, yaşanan ilk medeniyet buhranını aşmamıza öncülük edebilmişti.

***

Bediüzzaman Hazretleri de, ilim ekseninde Gazalî'nin, irfan ekseninde İbn Arabî Hazretleri'nin ve 'tarihî hikmet' ekseninde İbn Haldun'un öncülük ettikleri atıl fütûhâtları / açılm ve atılımları, tek başına gerçekleştirmiştir. Üstelik de, önünde, yaşayan, ön-açan öncü-kurucu âlimler, ârifler ve hakîmler olmamasına rağmen!

Bediüzzaman, ilim, irfan ve hikmet gelenekleri inşa etmemesine rağmen, Gazalî, İbn Arabî ve İbn Haldun'un yaptıklarına benzer bir şeyi tek başına nasıl yapabilmişti? Üç Said, neydi? (Dikkat: 'Kimdi? ', değil; ne'ydi?) Bediüzzaman'ın gerçekleştirdiği bu çağ aşan ve çağ açacak çığır, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin (şimdiden çağımızın tasavvuf klasiği olarak görülmeyi hak eden ama 'cemaat' fazlasıyla 'siyasallaştığı' için henüz fark edilemeyen) Kalbin Zümrüt Tepeleri şaheserinin dışında, neden çaplı eserlerin yazılmasına, çaplı düşünürlerin, sanatçıların çıkmasına yol açamadı? Bediüzzaman çığırı, neden görülemedi ve görülemiyor hâlâ? Ve Bediüzzaman, bütün bunları neden 'tekvînî âyet' üzerinde yoğunlaşarak gerçekleştirebilmişti? Tekvînî âyet, kim'di? (Dikkat: 'Ne'ydi? ' değil; 'kimdi? ') .

Ahmed Feyzi Kul

1 Temmuz 1898'de Isparta'nın Uluborlu kazasında dünyaya gelen Ahmed Feyzi Kul, 1915'te İstanbul Darülmuallimîn'in son sınıfında talebe iken emsalleri gibi tahsilini yarıda bırakarak cepheye koşar, ihtiyat subayı olarak kıtaya sevk edilir.

Filistin cephesinde Ali İhsan Sabis komutasındaki Diri Bellut savaşlarında yaralanıp İngilizlere esir düşer. Üç ameliyattan sonra Malta esir kampında kalır ve orada İngilizce öğrenir. 1919 esir mübadelesi kapsamında memleketine iade edilir. Kısa bir süre sonra bu defa da İstiklâl Savaşı'na katılır. Bu esnada sağ elinden giren kurşun elini deler geçer. Eli sakat kalır. Bediüzzaman Hazretleri'nin ifadesiyle 'Gazi el' olur. Bu yüzden emekliye sevk edilir.

Aslında İstiklâl Harbi'nden sonra Uluborlu'ya döndüğünde mallarına el konulduğu için Aydın'ın Ortaklar bucağında İngiliz demiryolu şirketine ait istasyon civarında birkaç tane memur evlerinin bulunduğu yere yerleşir. Malta'da öğrendiği İngilizcesiyle İngilizlerle irtibata geçer. İsmini İngiliz Krepsi ailesinden alan Krepsi arazilerinde önceleri ortaklık usulüyle çalışmaya başlar. İngilizler ayrılırken dürüstlüğünü takdir ettikleri Ahmed Feyzi'ye arazilerini, 'Biz senden para istemiyoruz. Çalışır, kazanır, ödersin.' diyerek üzerine tapu ederler...

Bir gün düşmanları, oralarda Arap Süleyman diye bilinen ve eşkıyalık ile geçinen birisini çağırıp, 'Al şu parayı, o Kireççi Hafız'ı (Ahmed Feyzi'yi) öldür! ' diye talimat verirler. Bundan haberi olmayan Ahmed Feyzi Kul, âdeti üzere her sabah okuduğu gibi o gün de yedi Âyete'l-Kürsî okur. Altı cihete üfler, yedinciyi okuduktan sonra içine çeker. O gece pusu kuran eşkıya tam hizaya gelince nişan alır ama silah patlamaz. Ertesi gün de silah ateş almaz. 'Bunda bir iş var! ' deyip gider, adamların paralarını verip ve 'Ben o hafızı vuramam! ' der.

Milaslı Halil İbrahim Çöllüoğlu'ndan daha 1930'lu yıllarda Risale-i Nurları tanıyan Ahmed Feyzi Kul, belagatli üslubu ile Bediüzzaman Hazretleri'ne bir mektup yazıp Eğirdirli bir zatla gönderir. Mektubu götüren zat, 'Kimden? ' diye sorulduğunda da 'Aydın müftüsünden! ' der. Onun için mektubun üzerine 'Yeni kardeşimiz Müftü Ahmed Feyzi Efendi'nin fıkrasıdır.' diye not düşülür. Eskişehir Mahkemesi'nde ele geçen bu mektup yüzünden, adı Ahmed olan Aydın müftüsünü de Eskişehir Hapishanesi'ne sevk ederler...

1946 Ramazan'ında Ödemişli bir grup, Ahmed Feyzi Efendi'nin mübarek ayda vaaz vermesini isterler, o da Tire Merkez Camii'nde vaaz eder. Büyük bir alaka olunca emniyet konuşmasını yasaklar. Ödemiş'ten eşraftan bazıları 'Başbakan Şükrü Saracoğlu bugün yarın Ödemiş'e gelecekmiş ona arz eder, izin alırız.' derler. Saracoğlu'nun Ödemiş/Gölcük'te yazları gelip dinlendiği bir köşkü vardır. Gelince de ziyaretine giderler. Ahmed Feyzi Kul'un konuşmaları başbakanın çok dikkatini çeker. Hizmetçisine de kendilerine kahve söylemesini emreder. Ahmed Feyzi Kul, 'Beyefendi, galiba Ramazan ayı olduğunu unuttunuz! ' diye hatırlatma yapar. Saracoğlu, 'Hayret! Sizin gibi medeni bir insanın oruçla, Ramazan'la ne ilgisi olabilir? ' der. Ahmed Feyzi Efendi, 'Sayın başbakan! Siz bir devlet büyüğü olarak Ramazan ayında olduğumuzu unutmuş olamazsınız. Askerlikte komutana bütün ordunun selâm vermesi mecburîdir. Hatta komutan bir ere, 'Taşa selam ver! ' dese o er gider-gelir o taşa selâm verir. Sizce erin taşa selâm vermesi mantıklı mıdır? ' Saracoğlu, 'Elbette bu bir disiplin meselesidir. İtaat eğitimi için gereklidir! ' deyince Ahmed Feyzi Kul, beklediği bu cevaptan sonra taşı gediğine koyar: 'Efendim, insanlardan meydana gelen bir birliğin komutanı böyle bir uygulamayı lüzum görür de, kâinatın ve insanın yaratıcısı ve kumandanı olan Allah, kendisine itaat için insanlardan yılda bir oruç tutmalarını istemesi çok mudur? ' der.

Ahmed Feyzi Kul Ağabeyimiz üzerine geniş bir çalışma yapan İhsan Atasoy Bey'in 'Risale-i Nur'un Manevî Avukatı AHMED FEYZİ KUL' isimli kitabından bazı parçalar sunmuş oldum...

Bu vesile ile Cenab-ı Hak'tan merhum ağabeyimize bol bol rahmet dilerim.