MAVERA-Sufi Muhabbet Mesaj Detayi Antoloji.com

Gönderen: Adem Kılıç
Alan:   Grup:MAVERA-Sufi Muhabbet
Tarih: 14.01.2012 01:26
Konu: Yn: Yn: [mavera-sufi-muh..]

İnsanda en tehlikeli damar enâniyettir. Ve en zayıf damarı da odur.
Onu okşamakla çok fena şeyleri yaptırabilirler.
Ey kardeşlerim! Dikkat ediniz;
sizi enâniyette vurmasınlar, onunla sizi avlamasınlar.

Bediüzzaman

Allah nâmına ver, Allah nâmına al, Allah nâmına başla, Allah nâmına işle
Bir padişahın kıymettar bir hediyesini sana getiren bir miskin adamın ayağını öpüp hediye sahibini tanımamak ne derece belâhet ise, öyle de, zâhirî mün'imleri medih ve muhabbet edip Mün'im-i Hakikîyi unutmak, ondan bin derece daha belâhettir.

Ey nefis! Böyle ebleh olmamak istersen; Allah nâmına ver, Allah nâmına al, Allah nâmına başla, Allah nâmına işle, vesselâm.

Ben demeyiniz, biz deyiniz

İnsanda en tehlikeli damar enâniyettir. Ve en zayıf damarı da odur. Onu okşamakla çok fena şeyleri yaptırabilirler.
Ey kardeşlerim! Dikkat ediniz, sizi enâniyette vurmasınlar, onunla sizi avlamasınlar. Hem biliniz ki, şu asırda ehl-i dalâlet ene'ye binmiş, dalâlet vadilerinde koşuyor. Ehl-i hak, bilmecburiye, eneyi terk etmekle hakka hizmet edebilir. Enenin istimalinde haklı dahi olsa, madem ki ötekilere benzer ve onlar da onları kendileri gibi nefisperest zannederler, hakkın hizmetine karşı bir haksızlıktır. Bununla beraber, etrafına toplandığımız hizmet-i Kur'âniye, ene'yi kabul etmiyor, nahnü istiyor. 'Ben demeyiniz, biz deyiniz' diyor.

Lügatçe;
enâniyet: Benlik, gurur-ene: Ben, benlik-istimal: Kullanma-nefisperest: Nefsin arzularına aşırı derecede uyan.

Lügatçe;
belâhet: Ahmaklık, düşüncesizlik, ne yaptığını iyi bilememek-zâhirî mün'im: Nimetlerin bağlandığı sebepler. (Görünürde nimetlerin hergi basit bir sebepten gelir, ancak asıl nimet veren Allah'dır) -Mün'im-i Hakikî: Gerçek nîmet verici olan Allah.
Süfyan ve Deccal Kendi Mahiyetlerini Biliyorlarmıydı?

İman ve teklif, ihtiyar dairesinde bir imtihan, bir tecrübe, bir müsabaka olduğundan, perdeli ve derin ve tetkik ve tecrübeye muhtaç olan nazarî meseleleri elbette bedihî olmaz. Ve herkes ister istemez tasdik edecek derecede zarurî olmaz. Tâ ki, Ebu Bekir'ler âlâ-yı illiyyîne çıksınlar ve Ebu Cehil'ler esfel-i sâfilîne düşsünler. İhtiyar kalmazsa teklif olamaz. Ve bu sır ve hikmet içindir ki, mucizeler seyrek ve nâdir verilir. Hem dâr-ı teklifte gözle görünecek olan alâmet-i kıyamet ve eşrât-ı saat, bir kısım müteşabihat-ı Kur'âniye gibi kapalı ve tevilli oluyor. Yalnız, güneşin mağripten çıkması bedahet derecesinde herkesi tasdike mecbur ettiğinden, tevbe kapısı kapanır, daha tevbe ve İmân makbul olmaz. Çünkü, Ebu Bekir'ler Ebu Cehil'ler ile tasdikte beraber olurlar. Hattâ Hazret-i İsa Aleyhisselâmın nüzûlü dahi ve kendisi İsa Aleyhisselâm olduğu, nur-u imanın dikkatiyle bilinir; herkes bilemez. Hattâ Deccal ve Süfyan gibi eşhâs-ı müthişe, kendileri dahi kendilerini bilmiyorlar.

Lügatçe;
teklif: Allah`ın, insanları emir ve yasaklarına uygun hareket etmekle vazifelendirmesi, sorumlu tutması-ihtiyar: İrâde, kendi isteğiyle seçme ve hareket etme-bedihî: Açık, belli-dâr-ı teklif: Allah`ın teklif ve emirleri ile vazifeli olunan yer, dünya-eşrât-ı saat: Kıyâmet kopmasına sebep olan şartlar-müteşabihat-ı Kur'âniye: Beşer lisanının, lügatını vaz etmediği, sezip düşünemediği, misalini göremediği hakikatların teşbih ve temsiller ile anlatıldığı âyet-i kerimeler-tevil: Bir fikir veya sözden bir başka mânâ çıkarmak; anlaşılması zor olan âyet ve hadîslerde ne kast edildiğini ve ince mânâları bildirme-eşhâs-ı müthişe: Müthiş şahıslar.

1908 yılında Japon başkumandanının ve İstanbul hocalarının soruları

Bundan kırk sene evvel ve Hürriyetten bir sene evvel İstanbul'a geldim. O zaman Japonya'nın Başkumandanı, İslâm ulemasından dinî bazı sualler sormuştu. Onları İstanbul hocaları benden sordular. Hem çok şeyleri o münasebetle sual ettiler.

Ezcümle, bir hadiste, 'âhir zamanda dehşetli bir şahıs sabah kalkar, alnında 'Hâzâ kâfirün' yazılmış bulunur' diye hadis var deyip benden sordular. Dedim: 'Bir acîp şahıs bu milletin başına geçer ve sabah kalkar, başına şapka giyer ve giydirir.'

Bu cevaptan sonra bunu sordular: 'Acaba o zaman onu giyen kâfir olmaz mı? ' Dedim: 'Şapka başa gelecek, secdeye gitme diyecek. Fakat, baştaki İmân o şapkayı da secdeye getirecek, inşaallah Müslüman edecek.'

Sonra dediler: 'Aynı şahıs bir su içecek, onun eli delinecek ve bu hadise ile 'Süfyan' olduğu bilinecek.' Ben de cevaben dedim: 'Bir darb-ı mesel var. Çok israflı adama eli deliktir denilir. Yani elinde mal durmuyor, akıyor, zâyi oluyor deniliyor. İşte o dehşetli adam bir su olan rakıya müptelâ olup, onunla hasta olacak ve kendisi hadsiz israfata girecek, başkalarını da alıştıracak.'

Sonra birisi sordu ki: 'O öldüğü zaman İstanbul'da dikili taşta şeytan dünyaya bağıracak ki, filân öldü.' O vakit ben dedim: 'Telgrafla haber verilecek.' Fakat bir zaman sonra, radyo çıkmış işittim. Eski cevabım tam değilmiş bildim. Sekiz sene sonra Dârü'l-Hikmette iken dedim: 'Şeytan gibi radyoyla dünyaya işittirecek.'

Lügatçe;
Hâzâ kâfirün: 'Bu Kâfirdir' anlamında-Süfyan: Ahirzamanda geleceği ve islâm dinini yıkmak için çalışacağı sahih hadislerde haber verilen dinsiz ve münâfık bir şahıs, İslâm deccalı.