Gruplarınızı Görmek İçin Üye Girişi Yapın
Hikmetli Sözler
1-Menfaat üzerine dönen siyaset canavardır. Bediüzzaman
2-Maddi musibetleri büyük gördükçe, büyür. Küçük gördükçe küçülür. Bediüzzaman
3-İman ne kadar mükemmel olursa, hürriyet o kadar parlar. Bediüzzaman
4-Helal dairesi geniştir, keyfe kâfi gelir. Harama girmeye hiç lüzum yoktur. Bediüzzaman
5-İnsanın en birinci üstadı ve tesirli muallimi, onun validesidir. Bediüzzaman
6-Eğer başımdaki saçlarım adedince başlarım bulunsa, her gün biri kesilse, hakikat-ı Kur'aniyeye feda olan bu başı zındıkaya ve küfr-ü mutlaka eğmem ve hizmet-i imaniye ve nuriyeden vazgeçmem ve geçemem. Bediüzzaman
7-Tesanüd(dayanışma) bozulsa, cemaatin tadı kaçar. Bediüzzaman.
8-Kelam mal gibidir, israfı caiz değildir. Bediüzzaman
9-Kadınlar şefkat kahramanıdır. En korkağı da kahramancasına ruhunu yavrusuna feda eder. Bediüzzaman
10-Her şeyi maddiyatta arayanların akılları gözlerindedir. Göz ise maneviyata karşı kördür. Bediüzzaman
Kıyamet kâfirlerin başına kopacaktır
Sual: Rivayetlerde gelmiş ki, 'Deccalın bir yalancı cenneti var; kendine tâbi olanları ona atar. Hem yalancı bir cehennemi var; tâbi olmayanları ona atar. Hattâ o kendi merkebinin de bir kulağını cennet gibi, bir kulağını da cehennem gibi yapmış. Azamet-i bedeniyesi bu kadardır, şu kadardır...' diye tarifat var.
Elcevap: Deccalın şahs-ı surîsi insan gibidir. Mağrur, firavunlaşmış, Allah'ı unutmuş olduğundan, surî, cebbârâne olan hâkimiyetine ulûhiyet namını vermiş bir şeytan-ı ahmaktır ve bir insan-ı dessastır. Fakat şahs-ı mânevîsi olan dinsizlik cereyan-ı azîmi pek cesîmdir. Rivayetlerde Deccal'a ait tavsifât-ı müthişe ona işaret eder. Bir vakit Japonya'nın Başkumandanının resmi, bir ayağı Bahr-i Muhitte, diğer ayağı on günlük mesafedeki Port Arthur Kalesinde tasvir edilmiş; o küçük Japon Kumandanının bu surette tasviriyle, ordusunun şahs-ı mânevîsi gösterilmiş.
Amma Deccal'ın yalancı cenneti ise, medeniyetin cazibedar lehviyâtı ve fantaziyeleridir. Merkebi ise, şimendifer gibi bir vasıtadır ki, bir başında ateş ocağı bulunur; kendine tâbi olmayanları Bazen ateşe atar. O merkebin bir kulağı, yani diğer başı cennet gibi tefriş edilmiş; tâbi olanları oraya oturtur. Zaten sefih ve gaddar medeniyetin mühim bir merkebi olan şimendifer, ehl-i sefahet ve dünya için yalancı bir cennet getirir; biçare ehl-i diyanet ve ehl-i İslâm için, medeniyet elinde cehennem zebanîsi gibi tehlike getirir, esaret ve sefalet altına atar.
İşte, İsevîliğin din-i hakikîsi zuhur ile ve İslâmiyete inkılâb etmesiyle, çendan âlemde ekseriyet-i mutlakaya nurunu neşreder. Fakat, yine kıyamet kopmasına yakın, tekrar bir dinsizlik cereyanı baş gösterir, galebe eder ve (Hüküm ekseriyete göre verilir) kaidesince, yeryüzünde Allah Allah diyecek kalmayacak; yani, ehemmiyetli bir cemaat küre-i arzda mühim bir mevkie sahip olacak bir surette Allah Allah denilmeyecek demektir. Yoksa, ekalliyette kalan veyahut mağlûp düşen ehl-i hak kıyamete kadar bâki kalacak; yalnız, kıyametin kopacağı ânında, kıyametin dehşetlerini görmemek için, bir eser-i rahmet olarak, ehl-i imanın ruhları daha evvel kabzedilecek, kıyamet kâfirlerin başına kopacaktır.
Lügatçe;
merkeb: Binek-şahs-ı surî: Şahsın dış görüntüsü-cebbârâne: Zorlayarak, diktatörce, zalimlikle-insan-ı dessas: Aldatıcı, hilekâr, kandırıcı insan-cereyan-ı azîm: Büyük ve kuvvetli akım, rejim-cesîm: Çok büyük, iri, cüsseli-tavsifât-ı müthişe: Müthiş ve korkunç vasıflandırma ve benzetmeler-Bahr-i Muhit: Büyük okyanus-lehviyât: Kadınlı erkekli haram eğlenceler, oyunlar; nefsânî gayr-ı meşrû eğlenceler-fantaziye: Bir ihtiyaçtan kaynaklanmayan aşırı süs ve zevk için kullanılan pahalı eşya, yalandan gösteriş, boş debdebe, görünüşte lüks ve zînet-şimendifer: Tren-inkılâb: Başka tarza değişme. Bir hâlden diğer hâle geçme. Başka türlü olma.
Nefsin firavunluk cephesine darbe vurup, kırmak...
Nefis Rabbisini tanımak istemiyor; firavunâne kendi rububiyet istiyor. Ne kadar azablar çektirilse, o damar onda kalır. Fakat açlıkla o damarı kırılır. İşte, Ramazan-ı Şerifteki oruç, doğrudan doğruya nefsin firavunluk cephesine darbe vurur, kırar. Aczini, zaafını, fakrını gösterir, abd olduğunu bildirir.
Hadisin rivayetlerinde vardır ki: Cenâb-ı Hak nefse demiş ki: 'Ben neyim, sen nesin? '
Nefis demiş: 'Ben benim, Sen sensin.'
Azab vermiş, Cehenneme atmış, yine sormuş. Yine demiş: 'Ene ene, ente ente.' Hangi nevi azâbı vermiş, enâniyetten vazgeçmemiş.
Sonra açlıkla azab vermiş. Yani aç bırakmış. Yine sormuş: 'Men ene? Ve mâ ente? '
Nefis demiş: 'Ente Rabbiye'r-Rahîm., Ve ene abdüke'l-âciz.' Yani, 'Sen benim Rabb-i Rahîmimsin. Ben senin âciz bir abdinim.
(Allahım! Efendimiz Muhammed'e ve Âl ve ashabına Senin razı olacağın ve onun lâyık ve müstehak olduğu bir rahmetle, Ramazan ayında okunan Kur'ân'ın harfleri adedince salât ve selâm et. Âmin)
Lügatçe;
firavunâne: Nefsini, benliğini ve enâniyetini Firavun gibi ilâh seviyesine çıkartacak derecede büyük görürcesine-rububiyet: Cenâb-ı Hakka ait terbiye ve idarecilik vasfı.