Gruplarınızı Görmek İçin Üye Girişi Yapın
KENDİNİ BÜYÜK GÖREN KÜÇÜLÜR
İnsanda şahsiyet çok mühimdir. Bugün şahsiyetlerimiz hücumlara, fikrî, ahlâkî bir sürü iptilalara maruz bulunmakta, kimliğimizde zorlanır bir durum meydana gelmektedir. Kimimizde aşağılık duygusu, kimimizde büyüklük duygusu, kimimizde bir şaşkınlık hali alıp yürümektedir. Çevrede o kadar farklı anlayışlar, farklı tavır ve tutumlar var ki, kimi Doğu düşüncesi, kimi Batı düşüncesi, kimi ortada kalmışlığın işaretidir. Bu kimlik bunalımı, bu tutum ve tavır şaşkınlığı içerisinde bizler nasıl bir hal ve anlayış üzere olacağız?
Büyüklük taslamakta, büyük görünmekte kesinlikle fayda ve hayır yoktur. Mütevazi olmakta, herkese saygılı ve hürmetli davranmakta ise kesinlikle hayır, fazilet ve iyi sonuç vardır. O halde biz hemen şahsiyetimizi bir Müslüman olarak teşhis ve tespit edebiliriz. Başkalarına karşı hep hürmetli, hep saygılı davranmalı, çok mütevazi ve alçakgönüllü olmalıyız. Aslında mütevazi davranmak, alçakgönüllü olmak Allah'ın bizden istediği şeydir.
Şahsiyetini bulmuş, inancını kemale erdirmiş bir Müslüman hiç büyük görünme, büyüklük taslama ihtiyacı duymaz. Başkalarına kuş bakışı bakmaz, öyle bir tavır ve tutum içerisine asla girmez.
Adamın biri çok mütevazidir. Rabbimiz onu o kadar çok seviyor ki, yolda giderken güneş yakmasın diye başında bir bulutu da takipçi gönderiyor. Nereye giderse bulut başının üzerinde ona gölge ediyor, şemsiye gibi mütevazi insanı gölgesi altında tutuyor. O adamın o halini gören fakir, perişan bir kimse boynunu büküyor, o yolda giden adamın haline bakıyor, 'Ne büyük adam, ne iyi insan, güneş beni yakıyor, fakat onu yakmıyor, onun başında bir bulut var. Yaklaşayım da o büyük zatın, o muhterem insanın gölgesinden ben de istifade edeyim' diyor ve arkasından hızla yürüyor.
Yolda yetişiyor ve 'Affedersiniz, bana doğru bir bakar mısınız? ' diyor.
Adam geri dönüp bakıyor ki, hırpanî giyimli, fakir, perişan bir insan. 'Ne diyorsun? ' diyor.
'Efendim, ben takip ettim, bu bulut devamlı siz nereye gitseniz başınızda bulunuyor, size gölge ediyor. Demek siz büyük bir insansınız. Ben de sizin bulutunuzdan istifade edebilir miyim, sizin gölgenizde yürüyebilir miyim? ' diyor.
O anda adam boş bulunuyor, bir kibir ve gurura kapılıyor ve diyor ki: 'Gel gel, yakınıma gel, benim gölgemde daha senin gibi niceleri istifade eder.'
O adamı da yanına alarak yürümeye devam ediyor. Ama şeytan durmuyor, vesvese yağdırıyor:
'Sen büyük adamsın, acizler, fakirler, zayıflar, zavallılar senin gölgende gidiyor. Sen âlim, fâzıl adamsın. Sen başında bulut gezdiren adamsın.'
Ve adam şeytanın vesvesesine kanıyor ve kendi içinden, 'Ben büyük adamım' duygusuna kapılıyor. Bir müddet bu duygular içerisinde kendine çalım vererek yürüdükten sonra bir çeşme başına varıyorlar. Bir müddet dinlenip su içiyorlar. Adam kalkıyor, fakat o fakir, mütevazı adam bunun yürüyüşünde bir çalım olduğunu, konuşmalarında bir kibir, gurur olduğunu anlayınca daha onu takip etmiyor. Ve çeşmenin başından kalkmıyor.
Adam bir müddet gittikten sonra tepesinde bir yanma hissediyor, elini atıyor ki başı ateş gibi. Bir de yukarı bakıyor ki, bulut yok. Geriye dönüp baktığında da, görüyor ki, o fakir mütevazi adam çeşmenin başında, bulut da onun tepesinde bekliyor. Bulut kendini kibire, gurura kaptıran adamı bırakıyor, tevazuu esas alan adamın başına gidiyor, onu bekliyor.
Tasavvuf kitaplarımızın ahlâk, fazilet dersi veren kısımlarında bu olay şunun için anlatılıyor: Başınızda bir bulut gezdirecek kadar büyük dahi olsanız sakın.büyüklük duygusuna girmeyesiniz, çalımlı yürümeye yönelmeyesiniz, başkalarını hor ve hakir görmeyesiniz. Böyle bir büyüklük taslamaya kalkarsanız, Allah sizin başınıza, emrinize verdiği bulutu alır, o mütevazi beğenmediğiniz insanı başına verir, siz de kibirinizin, gururunuzun neticesi olarak güneşin karşısında gölgesiz kalırsınız.
Hepimizin arzu ettiği şahsiyet, mütevazi olmak, başkalarını iyi, kendimizi kötü bilmek, kendi kusurumuzu, hatamızı hatırlayıp Rabbimize tevbe halinde olmak, başkalarının kusur ve hatalarını büyütüp nazara vererek onunla kendimize bir fazilet payı çıkarmamak.
Bir zat bir toplantıya girmiş. Bakmış, mecliste herkes bir daire şeklinde oturmuş. Bu meclisin büyüğü, bunların başı kimdir diye şöyle bir göz etmiş. Oturdukları makama bakarak bir hükme varamamış. Çünkü minderler duvarın dibine aynı şekilde dizilmiş. İlk bakışta meclisin başkanının kim olduğunu anlayamayınca baştaki insanın kulağına eğilerek sormuş:
'Sizin en büyüğünüz kimdir? '
'Yanımdaki' demiş.
Ona varmış, 'Buranın en faziletlisi sen misin? ' demiş.
Oda, 'Benim yanımdaki' demiş. Ona sormuş, o da aynı cevabı vermiş. Bütün halkayı dolaşmış, kimse büyüklüğü kabul etmemiş. Dönerek yine en başa gelmiş. Soracak kimse kalmayınca şöyle bir bakmış, düşünmüş ve son cümlesini söylemiş:
'Ben sizin içinizde en büyüğünüz hangisidir diye soruyor, arıyordum. Meğer içinizde en büyük biri yokmuş, hepiniz en büyükmüşsünüz.'
Faziletli insanlar, muhterem insanlar, büyük insanlar kesinlikle büyük görünmezler, büyüklük iddiasında bulunmazlar, başkalarını hor hakir görmezler, kendi nefislerini itham ederler, kendilerini suçlu görürler. Onların bu hali çevresindekilere de sıçrar, onlar da ondan bu hali alınca fazilet timsali bir toplum meydana gelir.
Herkes kendini düzeltmekle, kendi ayıbını, kusurunu görmekle meşgul. İşte biz buna İslâm ahlakı, Müslümanın örnek tutum ve tavrı diyoruz. Kimlik bunalımına düşen insanlar bu duygudan mahrum kalan insanlardır.
Birgün Efendimiz (a.s.m.) mescidinde sohbet ederken, 'Az sonra buraya ateş ehli, Cehennemlik birisi gelecek' buyuruyor. O sırada bir adam içeri giriyor. Abdestini yeni almış, abdest suyu da daha damla damla akıyor.
'Acaba Efendimizin haber verdiği insan bu mudur? ' diye Sahabeler tereddüt ediyor. Ashabın bu tereddüdünü anlayan Efendimiz o gelen adama sualini soruyor ve meselenin iç yüzünü meydana çıkarıyor:
'Gel bakalım, kapıdan yeni giren' diyor, yanına oturtuyor.
'Sana bir sual soracağım. Doğru olarak cevap vereceksin' diyor.
'Buyur ya Resulallah' diyor.
'Sen abdestini aldın, mescidin kapısına geldin, kapıda şöyle düşündün mü? Ben şimdi bir cemaatin içine giriyorum ki, o cemaatin içinde benden büyük biri yoktur.'
Adam sessizleşiyor. Efendimiz (a.s.m.) ısrarla söylemesini istiyor. Boynunu büküyor, 'Evet, ya Resulallah, kapıdayken mescidin içindekileri bir düşündüm ve kendi kendime dedim ki: Bunların hepsi şöyle böyle insanlar. Ben bunların içinde en üstünüyüm.'
Efendimiz (a.s.m.) o zaman ellerini açıyor: 'Ya Rabbi, böyle duygu ve düşüncelerden sana sığınırım' diyor.
Sahabe, 'Ya Resulallah, sen de mi böyle duygu ve düşünceye kapılmaktan Allah'a sığınıyorsun? ' deyince Efendimizin cevabı daha ibretli oluyor:
'Mü'minin kalbi Allah'ın kudret parmakları arasındadır. Mü'min düşüncesini değiştirirse, Rabbimiz de hemen onun kalbini değiştirir, kibire, gurura daldırıverir. Öyle bir kibire, gurura kapılmamak için hep Rabbime iltica ederim, hep ondan yardım isterim.'
Efendimiz (a.s.m.) böylece biz ümmetine ders veriyor. Sakın ha, kendinizde var olduğunu sandığınız faziletinizden, meziyetinizden dolayı büyüklük duygusuna kapılmayasınız. Kendinizi büyük, başkalarını küçük görmeyesiniz. Böyle bir duyguya kapılırsanız Cenab-ı Hak sizin o kapıldığınız duygunun size gereğini verir, bulunduğunuz manevi makamdan paldır küldür düşersiniz. Düşersiniz de siz bu düşüşün farkında olmazsınız, yükseldiğinizi zannedersiniz. İnsanlara yukarıdan bakarsınız, herkesi kendinizden aşağıda görürsünüz. Yani makusen mütenasiptir bu. Büyüdükçe kendi kendinize küçülürsünüz.