MAVERA-Sufi Muhabbet Mesaj Detayi Antoloji.com

Gönderen: Adem Kılıç
Alan:   Grup:MAVERA-Sufi Muhabbet
Tarih: 02.01.2012 00:57
Konu: Yn: Yn: [mavera-sufi-muh..] Dikkat! : Bediüzzaman Hazretleri diyor ki:

Dikkat! : Bediüzzaman Hazretleri diyor ki:

Herşey kaderle takdir edilmiştir.
Kısmetine râzı ol ki, rahat edesin.
Bediüzzaman

Ehl-i iman çok dikkat etmelidir. Hadisin işaretiyle ona (islâm deccalı olan süfyan) kalben muhabbet edenin imanı kendisine fayda vermeyecektir.

Soru: İslam Deccalı olan Süfyan'ın Vasıfları Nelerdir?

Cevap: İslam Deccalı olan Süfyan Şeriat-ı Muhammediye'yi tahrip ettiği için tüm dinlere düşman olan ve tahrip edilmiş Hırıstiyanlık ve Yahudiliği ortadan kaldırmaya çalışan büyük deccaldan daha tehlikelidir. Büyük Deccal 'Din Afyondur' derken, Süfyan 'Dindar gözükecek ve münafıkane' hareket edecektir. 'Münafık kafirden eşeddir.' Bu cihette Süfyana muhabbet dine zıttır. İmanın şartı 'Tağuta düşmanlık yapmak ve Allah'a inanmaktır.' (Bakara, 2:256) Bu nedenle Süfyan'ı vasıflarıyla tanımak çok önemlidir.

Süfyanın Vasıfları Şunlardır:

1. Aldatmakla iş görecek.

2. Münafıkâne hareket edecek.

3. Ehl-i nifakın başına geçecek.

4. Şeriat-ı İslâmiyenin tahribine çalışacak.

5. Süfyan büyük bir âlim olacak,

6. İlimle dalâlete düşecek.

7. Ve çok âlimler ona tâbi olacaklar.

8. Başka padişahlar gibi ya kuvvet ve kudret veya kabile ve aşiret veya cesaret ve servet gibi vasıta-i saltanat olmayacak.

9. Çok zekî olacak.

11. Fenniyle yani felsefe okuyarak dalalete düşecek.

12. Ve siyasî ilmi çok kuvvetli olacak.

13. Aklıyla çok âlimlerin akıllarını teshir edecek.

14. Hocaları ve âlimleri etrafında fetvacı yapacak.

15. Ve çok muallimleri kendine taraftar edecek.

16. Ve din derslerinden tecerrüt eden maarifi rehber edip tâmimine şiddetle çalışaçak.

17. Bir gözünde teshir edici manyetizma bulunacak.

18. Yalnız bir tek gözünde teshirci bir manyetizma olacak.

19. İnkâr-ı mutlaktan çıkan bir cüret ve cesaretle mukaddesata hücum edecek.

20. Avâm-ı nâs hakikat-ı hali bilmeyeceği için ona büyük bir alim ve komutan nazarı ile bakacak.

21. Harikulâde iktidar ve cesareti kendisinden zannedecekler.

22. Hem şanlı ve kahraman bir millet, mağlûbiyeti hengâmında bir kahraman ararken ona sarılacak.

23. Böyle istidraçlı ve şanlı ve talihli ve muvaffakiyetli ve kurnaz bir kumandanı bulunduğundan millet işi anlayamayacak.

24. Millet, gizli ve dehşetli olan mâhiyetine bakmayarak, kahramanlık damarıyla onu alkışlar, başına kor, seyyielerini örtmek ister.

25. Fakat kahraman ve mücahid ordunun ve dindar milletin ruhundaki nur-u iman ve Kur'ân ışığıyla hakikat-ı hali göreceği ve o kumandanın çok dehşetli tahribatını tamire çalışacağı hadislerin rivayetlerden anlaşılır.

Cazibeli ve sönük görüntüler aldatmasın!

Bir vâkıa-i hayaliyede, şöyle bir temsilde gördüm ki:
Ben büyük bir şehre giriyorum. Baktım ki, o şehirde büyük saraylar var. Bâzı sarayların kapısına bakıyorum; gayet şenlik, parlak bir tiyatro gibi, nazar-ı dikkati celb eder, herkesi eğlendirir bir câzibedarlık vardı. Dikkat ettim ki, o sarayın efendisi kapıya gelmiş, it ile oynuyor ve oynamasına yardım ediyor. Hanımlar, yabânî gençlerle tatlı sohbetler ediyorlar. Yetişmiş kızlar dahi, çocukların oynamasını tanzim ediyorlar. Kapıcı da, onlara kumandanlık eder gibi bir aktör tavrını almış. O vakit anladım ki, o koca sarayın içerisi bomboş; hep nâzik vazifeler muattal kalmış. Ahlâkları sukût etmiş ki, kapıda bu sûreti almışlardır.

Sonra geçtim, bir büyük saraya daha rast geldim. Gördüm ki, kapıda uzanmış vefâdar bir it ve kaba, sert, sâkin bir kapıcı ve sönük bir vaziyet vardı. Merak ettim: Ne için o öyle, bu böyle? İçeriye girdim; baktım ki, içerisi çok şenlik. Daire daire üstünde, ayrı ayrı nâzik vazifelerle, saray ehli meşguldürler. Birinci dairedeki adamlar sarayın idaresini, tedbîrini görüyorlar. Üstündeki dairede kızlar, çocuklar ders okuyorlar. Daha üstünde, hanımlar, gayet latîf sanatlar, güzel nakışlarla iştigal ediyorlar. En yukarıda, efendi, padişahla muhâbere edip halkın istirahatini temin için ve kendi kemâlâtı ve terakkiyâtı için kendine has ve ulvî vazifeler ile iştigal ediyor gördüm. Ben onlara görünmediğim için, 'Yasak! ' demediler; gezebildim.

Sonra çıktım, baktım. O şehrin her tarafında bu iki kısım saraylar var; sordum.Dediler: 'O kapısı şenlik ve içi boş saraylar, kâfirlerin ileri gelenlerinindir ve ehl-i dalâletindir. Diğerleri, nâmuslu Müslüman büyüklerinindir.'

Sonra bir köşede bir saraya rast geldim. Üstünde 'Said' ismini gördüm. Merak ettim. Daha dikkat ettim, sûretimi üstünde gördüm gibi bana geldi. Kemâl-i taaccübümden bağırarak, aklım başıma geldi, ayıldım.

İşte, o vâkıa-i hayaliyeyi sana tâbir edeceğim. Allah hayır etsin.

İşte, o şehir ise, hayat-ı içtimâiye-i beşeriye ve medîne-i medeniyet-i insaniyedir. O sarayların her birisi, birer insandır. O saray ehli ise, insandaki göz, kulak, kalb, sır, ruh, akıl gibi letâif ve nefis ve hevâ ve kuvve-i şeheviye ve kuvve-i gadabiye gibi şeylerdir. Her bir insanda herbir latîfenin ayrı ayrı vazife-i ubûdiyetleri var; ayrı ayrı lezzetleri, elemleri var. Nefis ve hevâ, kuvve-i şeheviye ve gadabiye, bir kapıcı ve it hükmündedirler.

İşte o yüksek letâifi, nefis ve hevâya musahhar etmek ve vazife-i asliyelerini unutturmak, elbette sukûttur, terakkî değildir. Sâir cihetleri sen tâbir edebilirsin.

Lügatçe;
vâkıa-i hayaliye: Hayali bir hadise-sukût: Düşüş, değer kaybediş-muhâbere: Haberleşme, iletişim-kemâlât: Mükemmelleşme, olgunlaşma-terakkiyât: Yükselişler, ilerlemeler-Kemâl-i taaccüb: Çok fazla şaşırma-hayat-ı içtimâiye-i beşeriye: İnsanların toplum hayatı-medîne-i medeniyet-i insaniye: İnsanlığın medeniyet şehri (Yüksek sosyalleşme) -letâif: Mânevî duygular, güzel, hoş ve ruhla ilgili hisler-hevâ: Nefsin boş arzuları-kuvve-i şeheviye: Cinsî istek, yemek içmek, konuşmak, uyumak gibi kabiliyetler-kuvve-i gadabiye: Zararlı şeyleri defe sevk eden his ve kuvvet; öfke duygusu-musahhar: Emre verilmiş, hizmete verilmiş-sukût: düşüş, değer kaybediş-terakkî: yükselme, ilerleme.

Ömrünün her dakikasını ibadet gibi yapmak istermisin?
Ey nefis! Az bir ömürde hadsiz bir amel-i uhrevî istersen ve herbir dakika-i ömrünü bir ömür kadar faydalı görmek istersen ve âdetini ibâdete ve gafletini huzura kalbetmeyi seversen, Sünnet-i Seniyyeye ittibâ et. Çünkü, bir muâmele-i şer'iyeye tatbik-i amel ettiğin vakit, bir nevi huzur veriyor, bir nevi ibâdet oluyor, uhrevî çok meyveler veriyor. Meselâ, birşeyi satın aldın; icâb ve kabul-ü şer'iyeyi tatbik ettiğin dakikada, o âdi alış verişin bir ibâdet hükmünü alır. O tahattur-u hükm-ü şer'î, bir tasavvur-u vahiy verir; o dahi, şâri'i düşünmekle bir teveccüh-ü İlâhî verir; o dahi, bir huzur verir. Demek, Sünnet-i Seniyyeye tatbik-i amel etmekle, bu fânî ömür bâkî meyveler verecek bir hayat-ı ebediyeye medâr olacak olan faydalar elde edilir.

('Siz de hem Allah'a, hem de Ona ve Onun bütün sözlerine İmân eden o ümmî Peygambere, resûlüne İmân edin ve o Peygambere uyun ki, doğru yolu bulmuş olasınız' A'râf Sûresi: 158.)

fermanını dinle; Şeriat ve Sünnet-i Seniyyenin ahkâmları içinde cilveleri intişâr eden Esmâ-i Hüsnânın herbir isminin feyz-i tecellîsine bir mazhar-ı câmi' olmaya çalış.

Lügatçe;
amel-i uhrevî: Ahirete yönelik, karşılığı aihirette alınacak işler-huzur: Allah`ın her an yanında olduğunu ve herşeyi bildiğini hissetme ve yaşama hâli-Sünnet-i Seniyye: Peygamberimizin (a.s.m.) sözlerine, emirlerine ve hareketlerine dâir en yüksek ve kıymetli haller, tavırlar, hareket düsturları-muâmele-i şer'iye: Dinî muâmele, dinle ilgili davranış-tatbik-i amel: Amelin tatbiki, işin uygulaması-icâb ve kabul-ü şer'iye: Bir alışverişte mal sahibinin teklifi ve malı alanın kabulünün dine uygun olması-tahattur-u hükm-ü şer'î: Dinî hükmün hatırlanması-tasavvur-u vahiy: Vahyi düşünmek-şâri': Kanun koyucu. Şeriatı kuran-teveccüh-ü İlâhî: Allah`ın razı olması-feyz-i tecellî: Allah'ın isimlerinin tecellisinin feyiz ve bereketi-mazhar-ı câmi': Umumî ve geniş mânâ ve tecellîyata mazhar olma, içinde bulundurma; Allah`ın birçok isminin tecellî ettiği yer.

Sen kalbinle, aklınla, amelinle, gönlünle kendi âleminin şeklini değiştirirsin

Ey nefis! Bil ki, dünkü gün senin elinden çıktı; yarın ise, senin elinde senet yok ki, ona mâliksin. Öyle ise, hakiki ömrünü bulunduğun gün bil. Lâakal, günün bir saatini ihtiyat akçesi gibi, hakiki istikbâl için teşkil olunan bir sandukça-i uhreviye olan bir mescide veya bir seccâdeye at.
Hem bil ki, her yeni gün, sana, hem herkese bir yeni âlemin kapısıdır. Eğer namaz kılmazsan, senin o günkü âlemin zulümâtlı ve perişan bir halde gider. Senin aleyhinde âlem-i misâlde şehâdet eder. Zîrâ herkesin, her günde, şu âlemden, bir mahsus âlemi var. Hem o âlemin keyfiyeti o adamın kalbine ve ameline tâbidir. Nasıl ki aynanda görünen muhteşem bir saray, aynanın rengine bakar. Siyah ise, siyah görünür; kırmızı ise, kırmızı görünür.

Hem, onun keyfiyetine bakar; o ayna şişesi düzgün ise sarayı güzel gösterir, düzgün değil ise çirkin gösterir. En nâzik şeyleri kaba gösterdiği misillü, sen kalbinle, aklınla, amelinle, gönlünle kendi âleminin şeklini değiştirirsin; ya aleyhinde, ya lehinde şehâdet ettirebilirsin. Eğer namazı kılsan, o namazın ile, o âlemin Sâni-i Zülcelâline müteveccih olsan, birden sana bakan âlemin tenevvür eder. Âdetâ, namazın, bir elektrik lâmbası ve namaza niyetin, onun düğmesine dokunması gibi o âlemin zulümâtını dağıtır. Ve o herc ü merc-i dünyeviyedeki karma karışık perişâniyet içindeki tebeddülât ve harekât, hikmetli bir intizam ve mânidar bir kitâbet-i kudret olduğunu gösterir, ('Allah göklerin ve yerin nurudur' Nur Sûresi: 35.) âyet-i pürenvârından bir nuru senin kalbine serper. Senin o günkü âlemini, o nurun in'ikâsıyla ışıklandırır. Senin lehinde nurâniyetle şehâdet ettirir.

Lügatçe;
Lâakal: Hiç değilse, en azından-mahsus: Hususi, özel-keyfiyet: Durum, esas, içyüz, bir şeyin nasıl olduğu ciheti, kalite-tebeddülât: Yenilenmeler, değişmeler-kitâbet-i kudret: Kudret yazısı-pürenvâr: Nurlarla dolu.

akın deme, 'Benim namazım nerede, şu hakikat-i namaz nerede! '?
Sakın deme, 'Benim namazım nerede, şu hakikat-i namaz nerede! ' Zîrâ bir hurma çekirdeği, bir hurma ağacı gibi, kendi ağacını tavsif eder. Fark yalnız icmâl ve tafsil ile olduğu gibi, senin ve benim gibi bir âmînin -velev hissetmezse- namazı, büyük bir velînin namazı gibi, şu nurdan bir hissesi var, şu hakikatten bir sırrı vardır - velev şuurun taallûk etmezse. Fakat, derecâta göre inkişaf ve tenevvürü ayrı ayrıdır. Nasıl bir hurma çekirdeğinden tâ mükemmel bir hurma ağacına kadar ne kadar merâtib bulunur; öyle de, namazın derecâtında da, daha fazla merâtib bulunabilir. Fakat bütün o merâtibde, o hakikat-i nurâniyenin esâsı bulunur.
(Allah'ım! 'Namaz dinin direğidir' buyuran Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâma ve onun bütün âl ve ashâbına salât ü selâm eyle)

Lügatçe;
tavsif: Vasıflandırma, birşeyin içyüzü ve özelliklerini belirtme-icmâl: Kısaca, özet halinde-tafsil: Ayrıntılarıyla anlatmak-tenevvür: Nurlanmak.