MAVERA-Sufi Muhabbet Mesaj Detayi Antoloji.com

Gönderen: Adem Kılıç
Alan:   Grup:MAVERA-Sufi Muhabbet
Tarih: 31.12.2011 00:35
Konu: Yn: Yn: [mavera-sufi-muh..]

Nefisperest, tabiatperest, gayet ahmak, gayet zâlimdir

Ey fahre meftun, şöhrete mübtelâ, methe düşkün, hodbînlikte bîhemtâ sersem nefsim! Eğer binler meyve veren incirin menşei olan küçücük bir çekirdeği ve yüz salkım ona takılan üzümün siyah kurucuk çubuğu bütün o meyveleri, o salkımları kendi hünerleri olduğu; ve onlardan istifade edenler o çubuğa, o çekirdeğe medih ve hürmet etmek lâzım olduğu, hak bir dâvâ ise, senin dahi sana yüklenen nimetler için fahre, gurura, belki bir hakkın var. Halbuki, sen dâim zemme müstehaksın. Zîrâ o çekirdek ve o çubuk gibi değilsin. Senin bir cüz-i ihtiyârın bulunmakla, o nimetlerin kıymetlerini fahrin ile tenkîs ediyorsun. Gururunla tahrip ediyorsun ve küfrânınla iptal ediyorsun ve temellükle gasb ediyorsun. Senin vazifen fahr değil, şükürdür. Sana lâyık olan şöhret değil, tevâzudur, hacâlettir. Senin hakkın medih değil istiğfardır, nedâmettir. Senin kemâlin hodbînlik değil, hudâbînliktedir.
Evet, sen benim cismimde âlemdeki tabiata benzersin. İkiniz, hayrı kabul etmek, şerre mercî olmak için yaratılmışsınız. Yani, fâil ve masdar değilsiniz, belki münfail ve mahalsiniz. Yalnız bir tesiriniz var; o da hayr-ı mutlaktan gelen hayrı güzel bir sûrette kabul etmemenizden, şerre sebep olmanızdır. Hem, siz birer perde yaratılmışsınız; tâ güzelliği görülmeyen zâhirî çirkinlikler size isnad edilip, Zât-ı Mukaddese-i İlâhiyenin tenzihine vesîle olasınız. Halbuki, bütün bütün vazife-i fıtratınıza zıd bir sûret giymişsiniz. Kabiliyetsizliğinizden hayrı şerre kalbettiğiniz halde, Hâlıkınızla güyâ iştirâk edersiniz. Demek, nefisperest, tabiatperest, gayet ahmak, gayet zâlimdir.

Hem deme ki, 'Ben mazharım. Güzele mazhar ise güzelleşir.' Zîrâ, temessül etmediğinden, mazhar değil, memerr olursun.

Hem deme ki, 'Halk içinde ben intihab edildim. Bu meyveler benim ile gösteriliyor. Demek bir meziyetim var.' Hayır, hâşâ! Belki herkesten evvel sana verildi; çünkü herkesten ziyâde sen müflis ve muhtaç ve müteellim olduğundan en evvel senin eline verildi.

Lügatçe;
fahr: Övünme, büyüklük taslama-hodbînlik: Enâniyetlilik, bencillik, kibirlilik-bîhemtâ: Eşsiz, dengi olmayan, benzersiz-zemm: Birisinin ayıplarını söylemek, kötülemek, ayıplamak-cüz-i ihtiyâr: Îcaddan mahrum, hak kazanmaktan başka hiçbir şeye gücü yetmeyen az bir arzu serbestliği, cüz`î irâde-tenkîs: Eksiltme, noksanlaştırma-küfrân: inkâr; nîmeti takdir etmeme, nankörlük-temellük: Sahiplenme, kendine mâl etme-hudâbînlik: Cenâb-ı Hakkı tanımak; hak ve hakîkati görmek-mercî: Başvurulacak yer, merkez, kaynak-fâil: Bir işi yapan-masdar: bir şeyin çıktığı yer, kaynak-münfail: Tesir ile harekete geçen, yapılan fiilden tesir gören-Zât-ı Mukaddese-i İlâhiye: Her türlü noksan sıfatlardan uzak ve temiz olan Cenab-ı Hak-nefisperest: Nefsin arzularına aşırı derecede uyan, nefsine taparcasına muhabbet eden-tabiatperest: Herşeyin kendi kendine olduğunu, sebeplerin meydana getirdiğini ve tabiatının gereği var olduğunu kabul eden sapık insanlar-mazhar: Nâil olma, şereflenme, kavuşma-temessül: Birşeyin bir yerde sûret ve mâhiyetini aksettirmesi, benzeşme, cisimleşme, şekillenme-memerr: Gelip geçilen yer; cadde, sokak, geçit yeri-intihab: Seçmek.

Bizim nefis ve şeytanımıza ne olmuş ki?
İşte o zât (a.s.m.) , bir saadet-i ebediyenin muhbiri, müjdecisi, bir rahmet-i bînihâyenin kâşifi ve ilâncısı ve saltanat-ı Rubûbiyetin mehâsininin dellâlı, seyircisi ve künûz-u esmâ-i İlâhiyenin keşşâfı, göstericisi olduğundan, böyle baksan, yani ubûdiyeti cihetiyle, onu bir misâl-i muhabbet, bir timsâl-i rahmet, bir şeref-i insaniyet, en nurânî bir semere-i şecere-i hilkat göreceksin; şöyle baksan, yani risâleti cihetiyle, bir bürhan-ı Hak, bir sirâc-ı hakikat, bir şems-i hidâyet, bir vesîle-i saadet görürsün.

İşte, bak: Nasıl berk-i hâtif gibi, onun nuru şarktan garbı tuttu. Ve nısf-ı arz ve hums-u beşer onun hediye-i hidâyetini kabul edip hırz-ı cân etti. Bizim nefis ve şeytanımıza ne oluyor ki, böyle bir zâtın bütün dâvâlarının esası olan Lâ ilâhe illallah'ı, bütün merâtibiyle beraber kabul etmesin?

Lügatçe;
muhbir: Haber veren, ihbâr eden-rahmet-i bînihâye: Sonsuz rahmet-saltanat-ı Rubûbiyet: Allah`ın kâinatı terbiye ve idâre eden saltanatı, hâkimiyeti-mehâsin: Güzellikler, iyilikler-künûz-u esmâ-i İlâhiye: Allah`ın isimlerinin hazîneleri-ubûdiyet: Kulluk-misâl-i muhabbet: Sevgi örneği-timsâl-i rahmet: Rahmet sembolü-semere-i şecere-i hilkat: Yaratılış ağacının meyvesi-bürhan-ı Hak: Hakk`ın delili-sirâc-ı hakikat: gerçeğin aydınlığı-şems-i hidâyet: Hidâyet güneşi, Hz. Muhammed'in (A.S.M.) bir ismi-vesîle-i saadet: Mutluluk vesilesi-berk-i hâtif: Birden görünüp kaybolan pırıltı, şimşek-nısf-ı arz: Yeryüzünün yarısı-hums-u beşer: İnsanların beşte biri-hırz-ı cân: Bağrına basıp canı gibi korumak-merâtib: Mertebeler, dereceler.