Gruplarınızı Görmek İçin Üye Girişi Yapın
İslam’ın üçüncü halifesi Hz. Osman (r.a) ’dan öğütler ve nasihatler….
* Size, emanete ihanet etmemeyi tavsiye ederim. Sakın onu ihmal etmeyin ve mutlaka yerine getirin. Emanete ihanet edenlerin (bu ümmet için) ilki siz olmayın. Yoksa sizden sonra, sizin yaptıklarınıza bakıp emanete ihanet edeceklerin yüklenecekleri günaha da ortak olursunuz.
* Ey Ademoğlu! Bil ki, sen dünyaya ayak basar basmaz senin canını almakla görevli ölüm meleği peşini bırakmaz. Çevrendeki insanları teker teker yakalarken senin sıranı sabırsızlıkla bekler. Ecelin geldiğinde; seni bırakıp başkasına gitmez. Bir bakarsın beklenmedik bir anda seni de yakalamıştır. O halde her an ölüme hazır ol. Gafil olma. Sen ondan gafil olsan da, o senden gafil olmaz, seni unutmaz.
Ey Ademoğlu! Bil ki; eğer sen kendini unutursan, ecele karşı hazırlıklı bulunmazsan; başkası senin yerine hazırlanmaz. Allah’ın huzuruna mutlaka çıkarılacaksın. Kendi hazırlığını kendi gör. Kendi işlerini başkasına bırakma.
* Ey insanlar! Allah’a muhalefetten sakının. Allah’a muhalefetten sakınmak ganimettir.
Akıllı insan; kendini hesaba çeken, kendini iyi idare eden, ölümden sonrası için hazırlık yapan ve kabrin karanlığı için Allah’ın nurundan faydalanandır.
Kul gözleri gördüğü halde; Allah’ın, kendisini âmâ (gözleri görmeyen) olarak haşretmesinden korksun. Hikmetten anlayana manalı bir söz kâfidir.
Manen sağır olanlar; zaten hakkı duyamazlar… Bilin ki, Allah kiminle beraberse, o hiçbir şeyden korkmaz. Allah kime de gazap etmişse, onun da affını isteyeceği başka kimse yoktur.
*Çocukları kazanca zorlamayın. Zorlarsanız hırsızlık yaparlar. Elinde bir mesleği bulunmayan hanımlarınızı da kazanç sağlamaya zorlamayın. Irzlarını kazanca vasıta yapmak zorunda kalırlar.
Cenab-ı Allah, iffetli ve namuslu olmanızı emretmişken, iffetinizi bozmayın. Namus ve şerefinizi koruyun ki, Allah da sizin namus ve şerefinizi korusun. Yiyeceklerinizin de güzel ve helal olmasına dikkat edin.
* Aziz ve Celil olan Allah, size ahireti kazanmanız için dünyayı vermiştir. Dünya geçici, ahiret ise sonsuzdur. Siz sonsuz olanı, geçici olana tercih ediniz. Çünkü er ya da geç dünya hayatı yok olup gidecektir. Ve dönüş Allah’adır.
Allah’tan korkun. Allah korkusu, kişiyi Allah’ın azabından koruyan bir kalkandır ve Allah sevgisinin de yoludur.
Cemaatten ayrılmayın. Ayrılığa düşmeyin. Cenab-ı Allah: “Hep birlikte Allah’ın ipine (Kur’an’a) sımsıkı sarılın. Parçalanmayın. Allah’ın size olan nimetlerini hatırlayın. Hani siz, birbirinize düşmanlardınız da; O, gönüllerinizi birleştirmiş ve O’nun nimeti sayesinde kardeş oldunuz” buyurmaktadır.
* Kötüler size musallat olmazdan önce iyiliği emredip kötülüklere engel olunuz. Sonra iyileriniz onlara beddua ederler, fakat bedduaları da kabul edilmez.
Sultan-ı Kâinat birdir.
Herşeyin anahtarı Onun yanında, herşeyin dizgini Onun elindedir.
Herşey Onun emriyle hâlledilir.
Onu bulsan, her matlubunu buldun; hadsiz minnetlerden, korkulardan kurtuldun.
Bediüzzaman
Vücudunu Mûcidine feda et
Sen burada misafirsin. Ve buradan da diğer bir yere gideceksin. Misafir olan kimse, beraberce getiremediği birşeye kalbini bağlamaz. Bu menzilden ayrıldığın gibi, bu şehirden de çıkacaksın. Ve keza, bu fâni dünyadan da çıkacaksın. Öyleyse, aziz olarak çıkmaya çalış. Vücudunu Mûcidine feda et. Mukabilinde büyük bir fiyat alacaksın. Çünkü, feda etmediğin takdirde, ya bâd-ı hevâ zâil olur, gider, veya Onun malı olduğundan, yine Ona rücû eder.
Eğer vücuduna itimad edersen, ademe düşersin. Çünkü ancak vücudun terkiyle vücud bulunabilir. Ve keza, vücuduna kıymet vermek fikrinde isen, o vücuttan senin elinde ancak bir nokta kalabilir. Bütün vücudun cihât-ı erbaasıyla ademler içerisinde kalır. Amma, o noktayı da elinden atarsan vücudun tam mânâsıyla nurlar içinde kalır.
Lügatçe;
Vücud: Mevcut olma. Var olmak, var-bâd-ı hevâ: Heves rüzgârı. Gelip geçici hevesler-zâil: yok olup giden-rücû: Geri dönüş-adem: Yokluk, hiçlik-cihât-ı erbaa: Dört taraf, döt yön.
Bazıları için dünyevi musibetler Allah'ın bir lûtfudur
Her zamanın bir hükmü var. Şu gaflet zamanında musibet şeklini değiştirmiş. Bazı zamanda ve bazı eşhasta belâ, belâ değil, belki bir lûtf-u İlâhîdir. Ben şu zamandaki hastalıklı sair musibetzedeleri -fakat musibet dine dokunmamak şartıyla- bahtiyar gördüğümden, hastalık ve musibet aleyhtarı bulunmak hususunda bana bir fikir vermiyor. Ve bana, onlara acımak hissini iras etmiyor. Çünkü, hangi bir genç hasta yanıma gelmişse, görüyorum, emsallerine nisbeten bir derece vazife-i diniyeye ve âhirete karşı merbutiyeti var. Ondan anlıyorum ki, öyleler hakkında o nevi hastalıklar musibet değil, bir nevi nimet-i İlâhiyedir. Çünkü, çendan o hastalık onun dünyevî, fâni, kısacık hayatına bir zahmet iras ediyor, fakat onun ebedî hayatına faydası dokunuyor. Bir nevi ibadet hükmüne geçiyor. Eğer sıhhat bulsa, gençlik sarhoşluğuyla ve zamanın sefahetiyle, elbette hastalık hâletini muhafaza edemeyecek, belki sefahete atılacak.
Lügatçe;
eşhas: Şahıslar, kişiler-lûtf-u İlâhî: Allah`ın lûtfu, ihsanı-iras: Verme, meydana getirme-merbutiyet: Bağlılık. İrtibatlı olma-sefahet: Zevk, eğlence ve yasak şeylere düşkünlük.
Bahtiyar kimdir?
Beşinci Mesele: Dünya madem fânidir. Hem madem ömür kısadır. Hem madem gayet lüzumlu vazifeler çoktur. Hem madem hayat-ı ebediye burada kazanılacaktır. Hem madem dünya sahipsiz değil. Hem madem şu misafirhane-i dünyanın gayet Hakîm ve Kerîm bir müdebbiri var. Hem madem ne iyilik ve ne fenalık cezasız kalmayacaktır. Hem madem ('Allah kimseye gücünden fazlasını yüklemez.' Bakara Sûresi: 2:286) sırrınca teklif-i mâlâyutak yoktur. Hem madem zararsız yol, zararlı yola müreccahtır. Hem madem dünyevî dostlar ve rütbeler kabir kapısına kadardır. Elbette, en bahtiyar odur ki, dünya için âhireti unutmasın, âhiretini dünyaya feda etmesin, hayat-ı ebediyesini hayat-ı dünyeviye için bozmasın, mâlâyâni şeylerle ömrünü telef etmesin, kendini misafir telâkki edip misafirhane sahibinin emirlerine göre hareket etsin, selâmetle kabir kapısını açıp saadet-i ebediyeye girsin. Haşiye
Haşiye: Bu madem'ler içindir ki, şahsıma karşı olan zulümlere, sıkıntılara aldırmıyorum ve ehemmiyet vermiyorum. 'Meraka değmiyor' diyorum ve dünyaya karışmıyorum.
Lügatçe;
misafirhane-i dünya: Dünya misâfirhânesi, insanın dünyada misafir olması-Hakîm: Herşeyi gaye ve faydalarla yaratan Allah-Kerîm: İkrâm ve ihsânı bol olan Allah-müdebbir: Her işi her yönüyle bilerek ayarlayan ve belli bir gayeyi takip ederek yaratan Cenab-ı Hak-teklif-i mâlâyutak: Ağır ve güç yetirilemeyeni isteme-müreccah: tercih edilen-bahtiyar: Bahtlı, iyi tâlihli; mesut, mübârek, kutlu-mâlâyâni: Mânâsız, faydasız, boş şey.
Kur'an Hizmetkârlarına eziyet, imansızlık hesabına geçer
Şu nefiy zamanında görüyorum ki, hodfuruş ve siyaset bataklığına düşmüş bazı insanlar, bana tarafgirâne, rakibâne bir nazarla bakıyorlar. Güya ben de onlar gibi dünya cereyanlarıyla alâkadarım!
Elcevap:
Hey efendiler! Ben imanın cereyanındayım. Karşımda imansızlık cereyanı var. Başka cereyanlarla alâkam yok. O adamlardan ücret mukabilinde iş görenler, belki kendilerini bir derece mazur görüyor. Fakat ücretsiz, hamiyet namına bana karşı tarafgirâne, rakibâne vaziyet almak ve ilişmek ve eziyet etmek, gayet fena bir hatadır. Çünkü, sabıkan ispat edildiği gibi, siyaset-i dünya ile hiç alâkadar değilim. Yalnız, bütün vaktimi ve hayatımı hakaik-i imaniye ve Kur'âniyeye hasr ve vakfetmişim. Madem böyledir; bana eziyet verip rakibâne ilişen adam düşünsün ki, o muamelesi zındıka ve imansızlık namına imana ilişmek hükmüne geçer.
Lügatçe;
nefiy: Sürgün olma, sürgünlük hali-hodfuruş: Kendini beğendirmeğe çalışan. Övünen-cereyan: Akım, bir fikir etrâfında toplanıp faaliyette bulunma-tarafgirâne: Taraftarlık göstererek, karşı tarafta olarak.
Cihan dolu belâ başında varken, ne bağırırsın küçük bir belâdan?
İkinci Mesele: Maddî musibetleri büyük gördükçe büyür, küçük gördükçe küçülür. Meselâ, gecelerde insanın gözüne bir hayal ilişir. Ona ehemmiyet verdikçe şişer, ehemmiyet verilmezse kaybolur. Hücum eden arılara iliştikçe fazla tehâcüm göstermeleri, lâkayt kaldıkça dağılmaları gibi, maddî musibetlere de büyük nazarıyla, ehemmiyetle baktıkça büyür. Merak vasıtasıyla o musibet cesetten geçerek kalbde de kökleşir, bir mânevî musibeti dahi netice verir, ona istinad eder, devam eder. Ne vakit o merakı, kazâya rıza ve tevekkül vasıtasıyla izale etse, bir ağacın kökü kesilmesi gibi, maddî musibet hafifleşe hafifleşe, kökü kesilmiş ağaç gibi kurur, gider. Bu hakikati ifade için bir vakit böyle demiştim:
Bırak ey biçare feryadı belâdan kıl tevekkül,
Zira feryat belâ ender hatâ ender belâdır bil.
Eğer belâ vereni buldunsa, safâ ender atâ ender belâdır bil.
Eğer bulmazsan, bütün dünya cefâ ender fenâ ender belâdır bil.
Cihan dolu belâ başında varken, ne bağırırsın küçük bir belâdan? Gel, tevekkül kıl.
Tevekkülle belâ yüzünde gül, tâ o da gülsün. O güldükçe küçülür, eder tebeddül.
Lügatçe;
belâ ender hatâ ender: Belâ içinde belâ, hata içinde hata-fenâ: Yokluk, yok olma-tebeddül: değişme, değişime uğrama.